Buraya, renkli sandalyelerle dolu bu kafeye geliş amacım kendimle başbaşa kalmaktı. Ne yöne gideceğimi bilemediğim zamanlarda yalnız kalıp düşünme ihtiyacı duyarım. Belki insanları seyretmek, onların hayatlarına kısa süreli de olsa misafir olmak. Herkes kendisiyle ilgili birşeyler anlatmakta burda, kimisi siyaset yapıp ülkeyi kurtarıyor, kimisi eşiyle çocuğunun geleceği hakkında planlar yapıyor, kimisi de birilerine çatmak için yer arıyor, hep bir kavga ihtiyacında. Bulunduğumuz her ortam belki yaşadığımız evrenin de küçük özetini ihtiva ediyor. İnsan da bu evrenin küçük bir özeti değil mi zaten? Pek çok mucizeyi ve tezatı içinde bulundurmuyor mu? Kahvemi söyledim, yalnız olduğumda herkes bana bakıyor gibi geliyor bazen, oysa insanları izlemek için buraya gelen benim, demek ki insan başkalarını da kendisi gibi görüyor. Yanımda kitap, dergi birşey de yok o gün; ki aslında okuyabilecek bir kafam da yok o esnada. Hayal kurmak, hayattan kopmuş olmak istiyorum biraz, kafede oturuyorum ama ruhum nerelerde geziniyor haberim yok. Akşamüstü, birazdan yıldızlar da görünecek, yaz akşamlarını en çok bu sebeple seviyorum, dört duvar arasında kalmadığım gökyüzüne bakabildiğim günler; fakat yaz da bitecek biliyorum. Güz hakkında hiçbir planım yok, sahi sonbaharda ne yapılır, onu da unuttum. Zaten herşeyi unutuyorum, planlı bir hayatım yok, sen normal değilsin diyenlere inat ben böyleyim de diyemiyorum, o cesaret de yok yani. Madem kendimi kabullendiremiyorum, onlar gibi olayım diyorum onu da beceremiyorum. Hayatı sorgulamadan yaşayanlar daha mı mutlu, yoksa bir maske mi takıyorlar emin olamıyorum. İkiyüzlü insanları sevmiyorum, sahte yüz ifadeleri, almayayım üstü kalsın diyerek uzaklaşma isteği uyandırıyor. Samimi insanlara rastladığımda çok rahatım, hızla tükenen bir tür olmakla beraber kimse koruma altına da almıyor samimi insanları. Zaten maskeliler bu samimiyeti de hunharca eleştiriyorlar, kolay iş değil bu devirde kendin gibi olmak. Belki de bundan yorgunum, bu kahve, yalnızlık, yıldızlar bir nebze iyi gelecek, ya sonrası?
Ben insanları seyretmeyi bıraktığımı farketmiyorum, dalmışım bir yerlere düşünürken, kitabını masama atıyor biri, hırgür mü çıkarmak istiyor nedir bunun derdi diye kafamı kaldırıyorum: bir çift gülen göz. Samimiyet konusunda profesyonelim ya ben, içten bir gülüşü de ayırt ediyorum hemen, istemsiz ben de gülümsüyorum ama sonra tanıdık birisi mi acaba diye bir kuşku oturuyor içime. Genç bir adam, esmer kısa saçlı, karizmatik bir gülüşü var ama çıkaramıyorum. Masama oturdu ya illa tanıdık olması gerek çünkü, görmediğim akrabalardan biri hatta kan davalım olabileceği ihtimali geçiyor o anda aklımdan, içten gülüşünün arkasından belinden silahını çıkarıp vuracak ve böylece benim hayata dair bütün felsefelerim yarım kalacak. Hayır diyorum içimden illa biri ölecekse bu ben değilim. Gereksiz mimiklerim sebebiyle beni deli sanacağını tahmin ediyorum ama öyle olmuyor: ''Rahatsız ettiysem kalkabilirim, başka yer bulamadım da'' Hayır der gibi kafamı sallıyorum ama ağzımdan sözcük çıkmıyor, unutkanım biliyorum da konuşmayı unutmuş olamam değil mi? Ne diyorduk biz bu durumlarda ''Ne rahatsızlığı, hoşgeldiniz'' Bu ne ya? Eve misafir geldi sanki, bazen konuşmayı da unutuyorum demek ki. Birşeyler ikram etme isteği uyanıyor, bu kadar misafirperver olduğumu bilmezdim ben. ''Siz ne içersiniz?'' Heh, şimdi de garson oldum, bir insan bu kadar kendinden uzaklaşamaz Zerrin, kişilik bölünmesi buna mı diyorlar? Adam iki cevabıma da gülerek yanıt verdi, ne içeceğine karar vermek için menüye bakıyor, ''Latte olur mu?'' Şefim sana bırakıyorum deseydi bari, ne bileyim ben ya bu kafeye de ikinci gelişim zaten. Ben az önce hayatın anlamı üzerine tefekkür ediyorken, latte köpüklü mü köpüksüz mü muhabbetine girmek istemiyorum, lütfen. Adam cevap bekler gibi bakıyor, ''Siz bilirsiniz'' diyorum. İsmini bile bilmiyorum ama beraber kahve içiyoruz, bu sırada annemler evde beni bekliyor, birazdan ararlar zaten, şunun lattesi gelene kadar mühlet veriyorum kendime.
Adam siparişi veriyor, en sevdiğim yeşil tonunda tshirtü dikkatimi çekiyor, altındaki pantolonu göremiyorum masadan dolayı, yaz günü belki de şorttur? İçimden gülüyorum, annem olsa kesin çok kızardı, ciddileşiyorum. Benim üzerimde de o gün renkli bir elbise var etek boyu dizaltı olduğu için annemin de sevdiği bir elbise, kolları minicik, yakası biraz açık ama dekolte değil. Güzel görünmeyi seviyorum ama bu güzelliğe fazla dişilik katmayı doğru bulmuyorum. Siparişini verdikten sonra dayanamayarak: ''Ben Zerrin'' diyorum, birisi masama gelse de tanışşak moduna ne ara girdim ben? ''Ben Murat, memnun oldum, masanızdan kovmadığınız için de teşekkür ederim.'' Devamlı bir gülümseme halinde, ben de gülen insanlara dayanamıyorum, istemsiz gülümsüyorum. Birisi görse flört ediyoruz zannedecek ya da flört ediyoruz ben de farkında değilim. Lattesi geliyor beyefendinin, benim kahvem de bitti zaten, ama kimse aramadı henüz nerde kaldın diye, kendime biraz daha süre tanıyorum, samimiyet ve güven veren bu adamla oturmak için. Arka masaların boş olduğunu görüyorum, benim dikkatlice arkasına baktığımı gören Murat da dönüyor: ''Ya boş yer varmış aslında ama oturduk bir kere'' diyor. Zamkla yapışmadı sonuçta, kalkıp gidebilir ama gitmesini de istemiyorum, çok mu yalnızım ben acaba?
''Yanlış anlamazsanız, burda mı oturuyorsunuz?'' ''Evet bu caddenin ilerisinde evimiz.'' Tanımadığın adama bir de ev adresini ver, bu nasıl bir rahatlık Zerrin? Murat kahvesini yudumluyor, bana bakıyor arada hissediyorum ama ben ilgilenmeyip etrafı inceliyorum. Bakalım daha neler soracak? ''Sizinle tanışmak isterdim'' diyor ''Tanıştık zaten'' deyip gülüyorum. ''Öyle değil, tanımak isterdim, yani ben burada oturmuyorum fakat sizin için hergün gelebilirim'' Bu biraz hızlı oldu, utandım, kızarmış da olabilirim. Erkeklerin ilgisine alışkınım ama bu çok farklı ve beklenmedik bir karşılaşmaydı. Akşam olmuş bile, hava soğuyor, ben kalkmak istiyorum artık ama bir cevap bekliyor sanki karşımdaki adam. ''Kafe benim değil sonuçta, istediğiniz zaman gelin'' deyip gülüyorum, niyetim bozmak değildi aslında ama yüzü düşüyor Murat'ın. ''Ben böyle bir insan değilim aslında, sadece çok huzurlu hissettim yanınızda.'' ''Hergün uğradığım biryer değildi o sebeple öyle söyledim.'' devamı gelmiyor cümlemin. Murat sıkıntımın farkına varıyor, tekrar gülümseyip, numarasını peçeteye yazıyor, ''Uygun olduğunda aramak istersen çok sevinirim'' diyor. İstek parça falan yazılıyordu peçeteye ama telefon da olabilir tabi diye düşünüyorum. Bütün kafeleri dolaşıp telefon numarası bırakan bir sapık olabilir mi bu adam, dikkatle bakıyorum. Olabilir ama peçeteyi de saklama ihtiyacı hissediyorum. Bir daha göremezsem düşünceleri beliriyor kafamda, sohbet bile etmedik neyin romantikliği bu ya?
Hesabı istiyor, ben kahvemin parasını vermek isterken, elimi ittiriyor, sert bir bakış atıyor. Ya ben bu maçoluğu seviyorum galiba, yeşilçam filmlerindeki erkekler de böyle değil mi? Özgür olma değil, ait olma hissiyatımın daha ağır bastığı anlardan biri. Bir erkek tarafından korunmak, kollanmak ne kadar cezbedici ama modern dünyada bir eziklik olarak algılanıyor. Banane modern dünyadan, ben hala yeşilçamda yaşıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yağmurlu Bir Akşam
RomanceÖmrüm boyunca aradığım insanı bulmak bu kadar kolay olabilir miydi? İkimiz de kaderimize yetişebilmek için koşarken, hızımızı kesen önyargılarımızı silebilecek miydik? Birini yenmekten mi yoksa onunla bir olmaktan mı geçiyordu yolumuz? Bütün bu soru...