Sabah dün gecenin yorgunluğuyla zar zor uyanırken bir de Seul Mi'nin triplerini çekmeye çalışmıştım. Evden zor bela kurtuldum derken de Soo Jung cadısının radarlarına takılmıştım.
İkimiz de sabahın erken saatlerinde arabaya yerleşmiştik. Seul Mi ve ben çalıştığımız için Soo Jung'u anaokuluna vermiştik. Hafta sonları hariç her sabah onu okuluna ben bırakırdım. Nedeni servis bulamadığımızdan falan değildi. Bu daha çok Soo Jung'un başının altından çıkmıştı.
"Beni sen bırak!" Diye tutturduğu o gün mantıklı bir cevap bekleyerek nedenini sormuştum. Aldığım cevap ise beklemediğim türden bir şeydi. "Orada ki çocuklara yakışıklı babam var diye hava atacağım."
Pekala, bu yaşta böyle şeyler söylemesi garipti. Ayrıca sabahtan beri arabada bana attığı laflar daha da garipti. Bir çocukla değilde, büyük biriyle konuşuyormuş gibi bir his veriyordu. Sanki büyümüşte küçülmüş gibiydi.
"Seni bekledim ben." Diye söylendi, aynadan arka tarafı kontrol edip mimiklerine baktım. Dudakları büzülmüştü. Elimde olmadan gülümsedim ve yeniden yola odaklandım. "Gülme!"
Arabada sesi yankılandığında alt dudağımı dişlerimin arasına aldım, gülmemi durdurmam gerekiyordu.
"Dün bana iyi geceler demedin." Ses tonu gittikçe çatallaşırken kafası cam tarafına dònmüştü bile. O da kendince bana trip atıyordu işte. "Seni anneme arattırdım. Onu da açmadın."
Konuşurken bazı harfleri tam söyleyememesi bana fazla sevimli geliyordu. Bu yüzden sòylediklerinden çok söyleyiş biçiminde takılı kalıyordum. "Özür dilerim prenses, dün gece baban çok çalıştı. Bu yüzden duymamıştım."
"Hep o patronun yüzünden ben biliyorum." Bakışlarım saniyelik ona kaydığında başını sinirle aşağı yukarı salladığını fark etmiştim. "Seni affedebilirim belki."
"Belki?" Diye konuştum sorarcasına.
"Yani süt alırsan eğer daha çok affedebilirim." Ağzını şapırdattı. "Şey.. Çilekli istiyorum."
Derin bir nefes verdim ve onu başımla onayladım. Bu çıkarcı tavırlarını kimden almıştı bilemiyordum. Fazla uyanık bir çocuktu. Beni ve Seul Mi'yi ne zaman kullanacağını iyi biliyordu.
Zaten ne zaman onunla market alış verişine gitsek benden gizli bir çok şeyi yürütüyordu. Ve ne yazık ki ben onları kasadan geçince fark edebiliyordum. Genelde de hep izin vermeyeceğim abur cuburlardan alıyordu. Her ne kadar sinirlenip birbirimizle kavga etsekte cırlayan ve kazanan taraf hep o oluyordu. Bana da poşetleri taşımak kalıyordu.
Arabayı uygun bulduğum bir yerde durdurdum ve arkada hala benimle konuşmamakta ısrar eden Soo Jung'a doğru konuştum. "Marketten istediğin sütü alalım bakalım."
Kıkırdadığında gözlerimi kısarak ona baktım. Bakışlarımı fark eder etmez minik elleriyle dudaklarını kapatarak gülümsemesini benden gizlemeye çalışmıştı. Onun bu haline sırıtıp arabadan indim ve onun tarafına yönelip kapısını açtım. Daha sonra eğilip emniyet kemerini açtıktan sonra onu kucağıma aldım ve arabanın kapısını kapattım.
Onu kucağımdan indirip elini elimle kavradım ve birlikte markete girdik. Market tehlike bölgesiydi bu yüzden onu uyarmayı denedim. "Benden izinsiz bir şey almak yok."
"Ama-" İtiraz edecek gibi olduğunda kaşlarımı çatarak ona baktım. Sinirlendiğimde benden korkardı ve bu durumdan da hiç hoşlanmazdı. Bu yüzden beni "İyi." Diye memnuniyetsiz bir ifadeyle onaylayıp sadece çilekli süt almıştı.
Ona başka istediği bir şey var mı diye sormak istesemde elimi bırakıp tripli tripli kasaya doğru yürümüştü. Bir şeyler yürütemediği için yine küsmüştü. Barışacağını bildiğimden sesimi çıkarmayıp çilekli sütün parasını ödeyerek marketten çıkmış, yeniden arabaya yerleşmiştik.
Kısa bir yolculuğun ardından okuluna vardığımız da hala somurtan kızımın tombul yanaklarından öperek onu öğretmene teslim etmiş, lanet ede ede arabayı şirkete sürmüştüm.
Şirkete geldiğimde ise ilk işim lavabo olmuştu. Evden apar topar çıktığımdan dolayı ne denli dağınık olduğumu biliyordum. Fakat lavaboda karşılaştığım kişi yüzünden odamda düzeltmediğime pişman olmuştum.
Park Jimin, henüz lavaboya giren bana dik dik bakmaya başlamıştı bile. Gözleri vücudumda ki her ayrıntıyı süzerken yavaşça dolgun dudakları aralanmıştı. "Burası okul mu Taehyung?"
Sorduğu soru karşısında kaşlarım çatıldı, fakat konuşmak gibi bir girişime girmemiştim.
Benden cevap alamayan patronum ise bir kaç adımda dibimde bitmişti. Şimdi nefesinin sıcaklığını hissedeceğim kadar yakınımdaydı. "Bu kılık kıyafet ne?"
Derin bir nefes almak istedim ama yapmadım. Yüzü hemen dibimde dururken bu zor olurdu. Ama Park Jimin'in benden uzaklaşmaya pek niyeti yok gibiydi. Parmakları usulca kravatımın ucunu buldu, yutkundum.
"Kravatını bağlayamamışsın." Dedi yavaşça. Daha sonra eli hemen kravatımın altında ki bedenime temas etti. Yavaşça elini siyah gömleğime sürterek yukarı çıkardı. Bir yerden sonra tenime değmişti sıcak parmakları. "Gömleğinin düğmelerini iliklememişsin."
Uzaklaşmasını bekledim bir süre konuşmak için. Ama ne yazık ki inat etmiş gibiydi. Ne elini çekmişti, ne de geriye çekilmişti. Sadece kısık gözlerime bakarak bir şeyler dememi beklemişti.
"Üzgünüm efendim." Uzatmayarak dişlerimi sıkarak konuşmuştum. "Evden aceleyle çıktım."
Onunla dün gece aynı saate kadar şirkette durmamıza rağmen işe hem benden önce gelmesi hem de düzenli olması şaşırmama neden olmuştu.
Gözleri gözlerime odaklıyken bir anda bir şey olmuşçasına alt dudağını dişlemiş, ortaya çapkınmış havası katan bir imaj çizmişti. "Seni kovmak istiyorum."
Buranın en iyi çalışanlarından biri olmama rağmen bunu demesi garibime gitmişti. Üstelik dört yıldır bu şirkette çalışıyordum.
"Fazla sorumsuzsun." Bir şey dememek için ellerimi yumruk yaptım. Onun elleri ise rahat durmayarak gömleğimin bir düğmesini kavramıştı. "Fakat işinde iyisin."
Sorumsuzluk yaptığımı düşünmüyordum. Şuan fazlasıyla saçmalıyordu.
"Merak ediyorum.." Diye fısıldadı. Nefesi dudaklarıma çarpmıştı. "Sevgiline karşı da böyle misin?"
Anlamıştım, niyetini. Bu yüzden dudaklarım yavaşça kıvrılmıştı. Sadece patronumun gay veya biseksüel olup olmadığını anlayamamıştım. Hetero olmadığı ve beni gözüne kestirdiği belliydi.
"Evliyim." Dedim suratına yerleşen şaşkınlık ifadesini keyifle izlerken. "Beş yıllık evlilik hayatımda da sorumsuzluk yaptığımı düşünmüyorum."
Gömleğimin düğmesini tutan eli yavaşça benden uzaklaştığında inanamazca sordu. "Evli misin?"
Bu hareketi ilgi odağının ben olduğumu anlamama kanıt olmuştu. En başında cinsel yönelimimi sorması ve bana sürekli iş vermesi de bundan kaynaklı olmalıydı. Sevmediği belliydi. Tek derdi bedenim olmalıydı. Aksi takdir de yaklaşımı daha farklı olurdu.
"Evet efendim." Sırıttım, niyetini anlamak ve onu bozmak güzeldi. "Size karşılık veremeyeceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
aporia あ vmin
Fanfiction"Şirketin geleceği için sormak mecburiyetindeyim." Minik adımlarla odasını turlarken ellerini dar kesim kumaş pantolonunun ceplerine sokmuştu. "Cinsel yöneliminiz nedir?" 060817