Birinci Bölüm

4.3K 145 42
                                    

Lavantanın mor çiçeği kurusa bile kokusuyla çağırmaya devam eder. Fazla su vermemelisin. O unutulmayı sever," diyor babaannem. Boyum kadar lavantaların arasında salına salına yürüyüşünü izliyorum. Üzerinde dört mevsim boyunca en ufak ürpertide giydiği el örgüsü yeleği var. Küllü sarı saçlarını ensesinde topuz yapmış.

Babaannem uzakta bir nokta haline gelince ayakkabılarımı fırlatıp dallarında toz pembe çiçekler açmış badem ağaçlarına doğru koşuyorum. Çıplak ayaklarımın altında uzanan yumuşacık çimen, tarif edemeyeceğim kadar yeşil. Ağaçların arasından bana göz kırpan güneş, az ötedeki iki katlı evin üzerinde parlıyor. Hani ilkokulda resim dersinde pastel boyalarla bir ev çizeriz ya tepesinden gökkuşağı geçen, bahçesinde küçük bir süs havuzu ve köpeği olan. İşte aynen öyle bir ev burası.

Arkamda koşan köpekle birlikte evin kendiliğinden açılan kapısından içeri hız kesmeden girip soldaki mutfağa dalıyorum. Tahta tezgâhın üzerinde fırından yeni çıkmış bir tepsi sımsıcak babaanne poğaçası beni bekliyor. Yanında da bir sürahi limonata. Limonatayı bardağın yarısına kadar doldurup alelacele içiyor, elimdeki poğaçadan bir ısırık kendim alıyor, bir parça da köpeğe uzatıyorum. Mutfaktan çıkıp salona uzanan uzun koridorda çocukluğun verdiği neşeyle sekerken köpek bana oyun yapıyor. Aile yadigârı, maun, ayaklı çalar saatin ahenkli müziğiyle dolan salona giriyorum. Açık camla havalanan tül perdelerin arasından sızan güneş, salondaki zarif ahşap koltukta kitap okuyan babamın yüzüne vuruyor. Var gücümle ona doğru koşup yanındaki minderin üzerine bırakıyorum kendimi. Başıma bir öpücük kondururken insana huzur veren o ses tonuyla kulağıma fısıldıyor.

"Kumru, haydi uyan artık kızım."

***

"Günaydın!Günaydın!Günaydın!"

Kirpiklerim birbirine zamk gibi kenetlendiğinden komodinimin üzerinde can çekişen alarmı el yordamıyla susturuyorum. Üzerimde acayip bir ağırlık var. Gözlerimi zar zor açarak yerimden doğruluyorum. Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıtırken dönüp çalar saate bakıyorum. 07:30 yazıyor ekranda.

Bu saate kadar can çekişerek neredeyse on kere çalan alarmı duymamışım, iyi mi? Normal şartlarda her sabah 05:30 itibariyle zıpkın gibi kalkarım. Üç yumurta beyazıyla hazırladığım omlet, bir dilim ananas ve dört adet bademden oluşan kahvaltımı edip güneşi selamlamak üzere tam 06:00'da spor salonunda olurum. Yoga sonrasında duşumu orada alıp makyajımı yaparım. Kalem eteğimle topuklularımı giydikten sonra saat 09:00'ı gösterdiğinde beyaz yakalılar dünyasına adımımı atarım.

Otuz üç yaşındayım ve iş hayatımın ilk gününden beri güne böyle başlıyorum. Tamam, o zamanlar yumurtanın sarısını da yiyordum, ananas olmadığından elmayla idare ediyordum, yoga bu kadar popüler değildi ama badem hep vardı. Çünkü babaannem Datça'daki evinin bahçesinden her yıl badem gönderir bana.

Babaannem. Az evvel rüyama giren. Bademi hâlâ geliyor ama kendisiyle en son sekiz yıl önce, rüyamdaki çiftliğinde vakit geçirdim. Datça'da. Peki sekiz yıldır neden görüşmedik? Babaannemi annemle bana bağlayan ortak noktayı kaybettik çünkü: babamı. Babam sağlıklı, biz mutluyken ve her şeyin sonsuza kadar böyle süreceğini düşünürken ansızın gelen bir kalp krizi babamı bizden çekip aldı.

Çok belli etmesem de babamın ölümüyle öylesine derin bir sarsıntı yaşadım ki onu hatırlatan babaanneme dört elle sarılmak yerine kendimi geri çekmeyi tercih ettim. Biliyorum ki normali ve sağlıklısı bu değildi. Fakat bir şeyin doğrusunu bilmemize rağmen tutulup hiçbir şey yapamadığımız zamanlar olabiliyor. Sekiz yıldır babaannemle bayramdan bayrama telefonda konuşuyoruz ama Datça'ya bir daha gitmedi ayaklarım.

Çevrimdışı Aşk Ön OkumaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin