3.Bölüm Bulanık

77 8 6
                                    

Bilindik koridorlarda Dumbledore ' un odasına ilerliyordum. Sabah kahvaltıdan önce bir öğrenci göndermiş ve beni çağırmıştı. Bende onun yanına gitmeyi planlıyordum zaten. Seçim gününden bu yana gitmeyi istiyordum. Ona şapkayla ilgili sorular soracaktım. Slytherin e yakışacağımı söyleyen bu eski şapka muggle olduğumu biliyor muydu? Belki de ufak bir karışıklık yapmıştı. Muggle doğumlu birini Slytherin e koymak düşüncesi.... güldürüyordu insanı.
Söylediklerini hatırlamaya çalışarak koridorları geçiyordum. Önceki koridordan yanlış dönmediysem bir sol daha yaptıktan sonra heykele ulaşacaktım. Merlinin sakalı ! ne uzun koridorlar bunlar böyle?

     Uzun bir süredir yürüyordum ve hala heykeli görememiştim. Yoksa gri sakallı adamın portresinden sağa mı geçecektim? İçimden kendime lanetler savurarak yürümeye devam ederken beni neden bu saatte çağırdığını da merak ediyordum. Acaba Malfoy la mı ilgiliydi? Trende olanları yeni öğrenmiş olabilirdi ama onunla ilgili olsa bile beni gündüz uygun bir zamanda da çağırabilirdi. Belki de beni azarlayacaktı ki bunu çok sık yapardı. Özellikle bana öğretmeye çalıştığı kalkan büyüsüyle bir muggle yaraladığımda iyi bir azar yemiştim. Bunun sebebi büyüyle bir muggle yaralamam değil bunu kasten yapmış olmamdı. Kevin Stanford... o çocuktan nefret ederdim. Eskiden pencere kenarında otururken , onun ve çetesinin küçük çocuklardan nasıl haraç kestiklerini izlerdim. Bu durum ailelerine ne kadar bildirilse de onlar pek umursamazdı.  Kısaca pis zorbanın tekiydi. Onu hiç sevmezdim. Dumbledore da bunu pek ala biliyordu. Hafızasını sildikten sonra çok uzun süren bir konuşma dinlemek zorunda kalmıştım.

   Uzun bir yürüyüşten sonra bana daha önceden tarif ettiği heykeli görmemle oraya yöneldim. Sonunda diye söylenirken adımlarımı hızlandırdım. Kahvaltıyı kaçırmak istemiyordum. Hele ki bu kadar açken...Oldukça çirkin olan bu mermer heykel sanki ona hakaret edilmişcesine küstahca bakınıyordu etrafa. Bana şöyle bir göz gezdirdikten sonra hiçbir şey yok gibi öylece dikilmeye devam etti. Ciddi bir sesle ''Uçan kelerler'' dedim. Heykel hala kıpırdamadan duruken bir an için belki de yanlış heykel olduğunu düşündüm. Yoksa parola mı değişmişti? Eğer öyleyse bu hiç komik değildi. Heykel hala bana dik dik bakarken birkaç saniye sonra geçmem için yolu açtığında rahatladım. Aşağıya doğru uzanan karanlık ve tozlu merdivenlerden yavaşça ilerlerken duvarlardaki portreler bana kızıyordu. "Bu saatte ne yapıyorsun evlat git ve yat! " diye kızan kadın portresinden özür dilemek zorunda kaldım. Ama ne yazık ki şimdi tüm portreler uyanmış bana bağırıyorlardı. O kadar sinirliydiler ki bir an portreden fırlayıp üzerime atlayacaklar sandım. Koşar adımlarla merdivenlerin sonuna doğru ilerledim. Aynı zamanda da saati kontrol ediyordum. Portreler haklıydı. Sabahın bu saatinde uyanmayı bende istemezdim. Çıktığımda kimse uyanmamıştı ve Lily bu saatlerde uyanıyor olmalıydı. Benim için endişelenmeden önce geri dönmem gerekiyordu. Sonunda merdivenlerin sonundaki kapıya ulaştığımda derin bir nefes aldım ve kapıyı yavaşça tıkladım. Gel sesini bekledim ancak bir süre içeriden hiç ses gelmedi. Duymadığını düşünerek bu defa daha sert tıkladım. Ama yine bir ses gelmemişti. Belki de yoktur? diye söylenen iç sesimin tek düşündüğü kahvaltıdaki sosislerdi. Kapıyı tekrar tıkladığımda yine ses gelmemişti. Bu beni daha fazla rahatsız ederken kapıyı açma isteği duydum. Belki de içeride değildi. İçeriye girsem bir şey olmazdı herhalde. Sonuçta beni o çağırmıştı. Kapının kulpunu yavaşça çevirip içeriye başımı uzattım. Hızla odaya bir göz attım ama Dumbledore burada değildi. Ufak bir oflamayla vücudumun geri kalanını da içeriye sokarken eski halının üstünde ilerledim. Gerçekten de eşyalar antika gibiydi. Yüzyıllardır okul müdür ve müdüreleri bu eşyaları mı kullanmışlardı yani? Parşömen dolu masaya doğru ilerledim. Zarf Ve mektupların fazlalığına bakılırsa Dumbledore oldukça meşguldü. Masanın az ilerisindeki , tavan boyuna kadar değen kitaplığı fark etmemle gülümsedim. Ciltlenmiş ve oldukça eski görünümlü kitaplar hala uyuyor gibiydi. Dumbledore bu kitaplıkla gurur duyardı. İçindeki kitapları bir araya getirmek uzun yıllarını almıştı. Raflardaki ciltli kitaplara bakarken hemen bitişiğindeki uzun merdiveni gördüm. Dumbledore 'un kitaplarını hep okumak istemişimdir. Gerçi birkaçını biliyordum. Evimize geldiğinde yanında kitaplığından getirdiği ufak hediyeler oluyordu. Tabi okuduktan sonra ona geri veriyordum. Şu ana kadar en sevdiğim Karanlık Sanatlara Karşı Savunma 12. cilt olanıydı. İlk 11 i de güzeldi ama 12. de daha güzel büyüler vardı. Örneğin sayı bakımından karşı taraf sizden üstünse ve asaları size doğruysa sebemtum büyüsü işe yarayabilirdi. Bu büyüyle karşınızdaki insanlardan biri sizin emrinize girer. Ne derseniz onu yapar ve etkisi birkaç saat sürerdi. Kısaca birkaç saatlik kölelikti. Tabi Dumbledore bunu okula gelmeden önce kullanmamı yasakladı. Tıpkı yasakladığı yüzlerce büyü gibi.
Merdiveni kitaplığa dayarken dikkatlice tırmanmaya başladım. 8. Raftaki kitabı gözüme kestirmiştim. Kitaba uzanırken aklıma utanç verici o an geldi. Tüm hücrelerime kadar kızarırken kütüphanedeki düşüşüm ve Black 'in beni kurtarışını hatırladım. Yüzündeki o kendini beğenmiş ifade ve dudaklarındaki alaycı gülümseme. Başımı sallayarak o anı aklımdan def ettim. Ve uzun süre hatırlamamak için anılarımın en ücra köşesine itekledim. Kitap sihirli hayvanlarla ilgiliydi. Yapraklarının eskiliğine bakılınca en az 1000 yaşında falan olmalıydı bu kitap. Sihirli hayvanlar deyince akla gelen tek boynuzlar ve onun gibi tatlı hayvanlar bu kitapta yer almıyordu. Aslında bu kitap güzellikten uzak hayvanları konu alıyordu. Bölüm 1 : Keskin Nabu bu türün tüm bedeni uzun ve keskin dikenlerle kaplıydı. Derileri simsiyah ve buz mavisiydi. Gözleri ise tamamen beyazdı. Aslında çok...ürkütücü görünüyordu. Resmin altındaki açıklamaya göz gezdirdim.  Nabular , Anikalara en bağlı yaratıklardır. Derisi çok kalın , dikenli ve büyüye dirençli bu yaratıkları yakalamak çok zordur. Nesilleri yüzyıllar önce karanlık boyuta gönderilerek tükenen bu yaratıklardan artık dünyada bulunmamaktadır. Gözlerim tekrar resme bakınca yeniden ürperdim. Gerçekten korkutucu bir yaratıktı. Nesillerinin tükenmesine neredeyse sevinecektim. Ama bir yerde kafam karışmıştı. Anika ne demek oluyordu? Belki de başka bir türdü. Uzandığım kitabı merakla karıştırırken tanıdık ve hoş bir ses duydum. Kendimi merdivenin başında mayışmış gibi hissederken sesin sahibini bulmam uzun sürmedi. Anka kuşu ve benim ilk arkadaşım olan Fawkes 'ı tünediği kitaplığın yanında gördüm. Annem ve babam yazar oldukları için sık sık taşınıyorduk. Bu yüzden hiç arkadaşım yoktu. Dumbledore bunun farkında olduğu için Fawkes 'ın bir süre benimle kalmasına izin vermişti. Beni görmek onu çok sevindirmişti. Tıpkı benim sevindiğim gibi. Ateş kırmızısı kanatlarını açarak havalandı ve merdivenin en üstüne tünedi. Ellerim yavaşça tüylerinde gezinirken hafifçe mırıldanıyordu. O kadar yumuşaktı ki. Ben onu okşarken o şarkısını mırıldanmaya devam etti. Küçükken geceleri uyumak zorlanırdım hatta uyuyamazdım. Güneş doğuncaya kadar bekler ve pencerenin yanında uyuya kalırdım. Fawkes geldiğinde işler değişmişti tabi. O ilk gece yine bu şarkıyı söylemişti ve ben daha neler olduğunu anlamadan uyumuştum. Kanatlarını okşamaya devam ederken "Dumbledore nerede biliyor musun?" diye mırıldandım. O ise gagasıyla saçlarımla oynamaya daha doğrusu çekiştirmeye devam etti. Elimdeki kitabı geri koymaya çalışırken gülerek "Hey kes şunu" dedim. O ise beni duymamış gibi buna devam etti. "Tamam..." dedim ona dönerek "...o halde bende tüylerini çekiştireceğim" diye gülerek bir hamle yaptım. Hızla havalanarak ona ulaşmamı engelledi. Gözlerindeki zafer pırıltısını görebiliyordum. Ne oldu uçamıyor musun? der gibiydi. "Bu haksızlık " diye homurdandım. O ise cıvıltılı bir sesle öterek benimle dalga geçmeye devam etti. "Rahatsız mı ediyorum?" diyen sesle irkildim. Neredeyse yine düşecektim ki Fawkes dengemi sağladı. Minnetle ona bakarken "Hem beni çağırıyorsun hemde bekletiyorsun" dedim isyanla. Merdivenlerden inerken elimdeki kitabı yerine koymuştum. Ayaklarım yere bastığında ona döndüm. Gözlüklerinin üzerinden imalı bir şekilde bana bakıyordu. Başımı sallayarak Noluyor demeye çalıştım. Bakışları biraz daha üzerime dikilirken ne olduğunu anlamam birkaç saniye sürdü. O artık benim profesörümdü ondan da öte bu okulun müdürüydü. Onunla bu şekilde konuşmamalıydım. Kızararak "Yani şey... Beni çağırmışsınız Profesör" dedim. Memnun bir ifadeyle beni süzerken "Sizi çağırdığımı hatırlamıyorum Miss Sparrow" dedi kesin bir dille. Yeni uyandığı belliydi. Gözleri hala uyku dolu bakıyordu. Bekle... Beni çağırmamış mıydı?  "Ama... yani beni çağırdığınız söylenmişti. " dedim kendimi savunmaya çekerek. Elindeki mektuplara bakarak masasına geçerken "Sofia seni bu saatte neden çağırayım? Gündüzler ne diye duruyor değil mi? " demekle yetindi. Sofia benim ikinci adımdı. Genelde insanlar bana Sofia diye hitap ederdi. Ama Raven daha güzel geliyordu kulağa. Lily de ikinci adımı öğrendiğinden bu yana Raven demeyi bırakmış Sofia diye hitap ediyordu. Diğerleri de ona uyuyordu. Tam ağzımı açıp konuşacakken birden parçalar yavaş yavaş yerine oturdu. Beni çağıran o kız.... biraz tedirgindi ve...Böyle bir şeye cesaret etmiş olamazdı. Hızla geldiğim yola geri koştum. Dumbledore arkamdan bir şeyler söylüyor ben ise karşılaşacağım manzarayı düşünüyordum. Mermer heykel bana zıt olarak yavaşça açılırken Griffindor kulesine doğru koşmaya başladım. Birkaç kişiye çarparak özürler sıralarken bekleyecek vakit yoktu. Eğer Dumbledore beni çağırmamışsa büyük ihtimalle... hayır bu olamazdı. Şişman Hanım uykulu bir edayla ''Yine mi sen? Ah her neyse parola? '' dedi. Beni başından savmak ve güzellik uykusuna devam etmek istediği belliydi. ''Zırva'' dedim nefes nefese. Tablo geçmem için yolu açarken kızlar yatakhanesine doğru ilerledim. "Günaydın Sofia!" diye seslenen Angela nın yanından cevap vermeden geçtim. Alınmış olacak ki "Yavaş ol günaydın dedim sadece " diye isyan ederek arkamdan bağırdı. Onu duymazlıktan gelerek koşmaya devam ettim. Sonunda odanın kahverengi kapısını görünce derin bir nefes aldım. Kapı kolunu hızla çevirerek göreceğim manzaraya kendimi hazırladım. Ne kadar kötü olabilir ki? diye kendimi avutmaya çalıştım. Kapı ufak bir gıcırtıyla açıldı.
Manzara tam da beklediğim gibiydi. Hatta belki de daha korkunçtu. İçimden ufak bir çığlık atarak hızla yatağıma ilerledim. Hogwarts armalı okul çantalarımın hepsi sonuna kadar açılmış , içindeki kitaplar , kıyafetler hepsi etrafta parçalanmıştı. Yatağımın çarşafları yakılmış ve yeşil bir boyayla duvara Bataklığın Bulanık yazılmıştı. Elimi saçıma daldırarak çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Slytherin'in sarı gümüş rengi her yerdeydi. Yatağıma , duvarlara kısaca benim eşyalarımın bulunduğu her yere ''Bulanık'' yazılmıştı. Odanın geri kalanı oldukça temizdi tabi. Onların eşyaları Griffindor rengini gürültüyle temsil ediyordu benimkilerse... Lily ve Lucy hala uyuyordu. Bunu yapmaya nasıl cesaret edebilirler ki? Griffindor dan biri bize ihanet etmiş , Malfoy ve çetesiyle iş birliği yapmıştı. Bunu kim yapabilirdi ki? Parçalara ayrılmış eşyalarımın içinden geçerek çekmeceme ilerledim. Kitapların altındaki asamı çıkararak mahvolmuş yatağıma döndüm. Duvardaki yeşil ve gümüş rengindeki büyülere odaklanarak ''Obsimte Clena'' dedim. Boyalar yavaş yavaş kaybolurken kitap ve kıyafetlerime yöneldim. Hepsi de parçalanmış perişan haldeydi. ''Limba reparo'' kısık sesle söylediğim büyüler her şeyi düzeltirken Lily ve Lucy 'i uyandırmamaya dikkat ettim. Eğer kalkıp da bu manzarayı görürlerse mesele çok uzayacaktı. James in bu olanlara ne söyleyeceğini duyar gibiydim. Bunu yapmaya cesaret etmişlerse yataklarına atılacak Tezek bombalarından haberleri yok demektir kafamda yankılanan sözler beni güldürürken elime bulaşan Slytherin renklerine lanet ettim. "Bunu ağır ödeyeceksin Malfoy..." diye homurdanırken elimi bu iğrenç renklerden temizledim. Bu pisliği temizlemem uzun sürmemişti. Ama içimde yarattığı kızgınlık geçmeyecekti. Saçlarımı geriye iterek son bulanık yazısınıda yok ettim. Her şey yeniden eskisi gibi görünürken giyinmek için eşyaları topladım. Lily ve Lucy 'nin hala uyuyor olması beni şaşırtıyordu. Şu ana kadar çoktan kahvaltı yapmış olmaları gerekirdi. Biraz daha uyurlarsa kahvaltıyı kaçıracaktık. Formalarımı giyerken az önceki parçalanmış gömleğimin  halini düşündüm. Sinirle giyinirken saçlarımı dağınık bir topuz yaptım. Lily ve Lucy hala uyuyordu. Şaka yapıyor olmalıydılar. Onları uyandırmak için ilerlerken yatağımın yanındaki yeşilli grili bir bez parçası gördüm. Almak için eğilirken bunun bez parçası değil,  Slytherin amblemi olduğunu anladım. Kaşlarımı çatarak amblemi yerden alırken ellerim istemsizce üstünde gezindi. Dikiş izleri ve kabarık yılan figürü tüyler ürperticiydi. Yılanın küçük siyah gözleri sanki benimle bakışıyor gibiydi. Kafamda seçme günündeki Şapkanın sözleri yankılandı. ''Zor çok zor...çok çok zor...içindeki savaşı görebiliyorum...zekanda fena değil eveett...Slytherinde harika olacaksın.....Karanlık sanatlarda yükselirken Slytherin in sana yardım edeceğine hiç şüphe yok... tüylerim diken diken olurken amblemi Hogwarts bavulumun içine fırlattım. Bu konuyu Dumbledore ile konuşmamıştım daha. Ayrıca odasına girdiğimde Şapka orada değildi. Onu nereye koymuşlardı? Beni neden Slytherine koymak istesin ki? Sonuçta bir safkan değildim. Tarihte böyle bir durum yaşanmış olabilir miydi? Belki de muggle doğumlu olup da karanlık sanatlara yatkın olan kişilerde Slytherine daha önce seçilmiş olabilirdi. Bunun imkansız olduğunu düşündüm. Salazar Slytherin kendi bölümüne sadece safkan büyücülerin alınmasını söylemişti şapkaya. Belki de şapka yıllar sonra pek de iyi düşunememeye ve yanlış sonuçlara çıkmaya başlamıştı. Evet kesinlikle öyle olmalı. Bunu için Dumbledore ' u rahatsız etmemeliyiz diye onayladım kendimi. ''Hey uyanmışsın '' diyen sesle karışık düşüncelerden uzaklaştım. Arkamı döndüğümde Lily yatakta uzanmış kısık ve uyku dolu gözlerle bana bakıyordu. ''Şey...evet bugün biraz erken kalktım da. Ama siz fazla uyudunuz. '' Amblemin Hogwarts çantasının en ücra köşelerine sıkıştırdığımdan emin olduktan sonra . Lily'e dönerek ''Hadi hazırlan da kahvaltıya inelim çok acıktım '' dedim gülerek. Lily yorganı başına kadar çekip ''5 dakika daha..'' diye mırıldandı. Yorganı tutarak çekiştirirken 3 dakika boyunca onunla uğraştım. Lily sonunda pes ederek ''Tamam tamam kalkıyorum'' dedi ve üstünü değiştirmek için dolabına yöneldi.

''Hadi çıkalım artık çok acıktım ben'' diye isyan eden Lucy e hak verdim. Lily çantasını omuzlayarak Lucyle kapıya doğru ilerledi. İkisi bir olmuş bana bakarken ''Siz inin yetişirim.'' dedim. O amblemi ortadan kaldırmalıydım. Lily ya da Lucy görürse nasıl açıklardım? ''Tamam ama hızlı ol '' dedi Lily ve kapıdan çıktılar. Onlar çıkar çıkmaz çantadan hızla amblemi çıkardım. Yeşil ve gümüş rengindeki Slytherin amblemine asamı yönelttim. ''Firefir'' diye mırıldandığımda asadan ufak bir ateş çıktı. Yılan amblemi yavaş yavaş yok olurken büyük bir rahatlıkla çantamı aldım. Ve yemek için isyan eden midem sonunda sustu.

Kapıdan içeriye girdiğimde her bina kendi masasındaydı yine. Herkes kahvaltı yaparak gülüşüyordu. Hufflepuf taki Mary Gilbert yine kendine has espirilerinden yapıyor olacaktı ki masadaki herkes gülmekten bir şey yiyemiyorlardı. Sırıtarak Griffindor masasına ilerlerken gözlerim Küçük siyah gözlerle buluştu. Severus yine elinde bir kitapla kahvaltı ediyordu. Başını hafifçe öne eğerek selam verdi. Gülümseyerek elimdeki kitabı ona gösterdim. Karanlık Sanatlara karşı Savunma kitabıydı. Ama biraz daha ileri seviyelerdeydi. Severus ' tan incelemek için almıştım. Ufak bir gülümsemeyle yeniden elindeki kitaba dönerken bende bizimkilerin yanına ilerledim. O sırada Malfoy ve çetesinin bana sırıtarak baktıklarını gördüm. Adının Bellatrix olduğunu öğrendiğim siyah kıvırcık saçlı kız küçümser ve alaylı bir bakışla sırıtmaya devam ediyordu. Onlara bakmayı kesip Peter ' ın yanına oturduğumda Lily hariç hepsi bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Lily ise...canı sıkkın gibiydi. ''Az önce Sümsükusa mı gülümsedin sen ?'' dedi James ciddi bir sesle. ''Kim?'' dedim şaşkınca. Ama sonra Severus a o şekilde hitap ettiklerini hatırladım. ''Ona şöyle hitap etmeyi kes artık '' diye mırıldandı Lily. Bu yüzden canı sıkkın olmalıydı. James ve diğerleri Severustan nefret ediyorlardı. Ve Lily de arkadaşına o şekilde hitap edilmesinden hoşlanmıyordu. James Lily e dönerek ''Tabi sende onun arkadaşlığını seviyorsun. Hayır anlamıyorum o sümsükus ta bu kadar ne var. Önce sen şimdi de Sofia. Büyü yapıyor olmalı.'' dedi başını sallayarak. Yeniden önüne döndü. Masa da ağır bir gerginlik varken Remus ve Sirius hala ortada yoktu. Konuyu değiştirmeye çalışarak ''Remus ve Sirius nerde?'' diye sordum. İşe yaramıştı. Konu anında dağılmış ve Peter yemeyi bırakmıştı. Jamesle göz göze geldiklerinde ''Revirdeler onlar...bugün biraz hastalar.'' dedi James gözlerini omletten ayırmadan. Peter rahatlamış bir tavırla yeniden önüne dönerken Lilye baktım. Bir şeyler dönüyordu. O da anlamıştı. ''Çok sık hasta oluyorsunuz özellikle de Remus '' dedi Lily. James gözlüğünü indirerek camını temizledi. O sırada kaşındaki yarayı fark ettim. Büyük değildi ama dikkatli bakınca belli oluyordu. ''Evet sanırım bünyesi kuvvetli değil çok sık hasta oluyor. O olunca da ister istemez bize de bulaşıyor '' dedi konuyu kapattığını belli eden bir sesle. Lily ile bakışlarımız kesiştiğinde buna onunda inanmadığını anladım. Kaşlarım çatılırken James in yara izini eliyle kapatmaya çalıştığını fark ettim. Başka bir şey olduğu belliydi. Ama sorun neden bize söylemedikleriydi.

Siria 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin