Arkadaşlar merhaba. Öncelikle yepyeni bir kitapla karşınızdayım. Umarım hikayemi seversiniz. Hikaye sonunda yıldız 🌟 butonuna basmayı ve yorum yapmayı unutmayın :)Rüyamın en güzel yerinde araya giren bu çalar saati icat edeni bir yakalarsam pek hayırlı şeyler olmayacak. Yine bir cuma günü ve yine sabah vardiyası.
Yaklaşık bir yıldır alışamadığım tek şey sabah vardiyaları.
İnsanoğlu nasıl pazartesinden nefret ediyorsa bende sabah vardiyalarından nefret ediyordu. Güzel yanları da vardı tabi mesela akşamlar erken çıkıyordum. Çok şükür ki garibim Seda gibi Allahın her günü sabah kalkmak zorunda değilim. Haftanın iki günü sabah kalkmak bana yetip artıyor bile.
Tekrardan çalmaya başlayan alarmı kapatıp üzerimde ki şikeyi tekmeleyip yastığımla vedalaşarak ki bu en zoruydu. Canım yatağımdan ayrıldım. Kuş yuvasına dönen saçlarımı şöyle bir kaşıyıp gerinerek paytak paytak adımlarla banyonun yolunu tuttum.
Günlük rutinimi halledip saçlarımı daha insani bir şekle sokarak banyodan çıkıp giyinmek için odama geri döndüm. Her insan evladı gibi giysi dolabımın kapağını açarak “Acaba bugün ne giysem” temalı ulvi bakışımı attım. Hadi ama hepimiz aynı şeyi yapıyoruz her sabah değil mi?
Beş dakikalık bakışmanın ardından yine en rahat ve klasik kombini yapıp siyah bir koy pantolon üzerine beyaz bir tişört ile düşüncelerime noktayı koydum. Rahatıma düşkünümdür ben, sevmem öyle elbise etek tarzı kıyafetleri.
Hem son bahara giriş yapmışken olası bir rüzgar kazasına maruz kalmamak için kombinim gayet uygundu. Pijamalarımı çıkartıp üzerimi giydikten sonra akşam bir köşeye fırlattığım sırt çantamı alıp kombinin üzerinde ki telefonum ve kulaklığım ile evden çıkmaya hazırdım. Tabi kedili çoraplarımı unutmamak lazım.
Sedaya göre sürekli olarak bu çorapları giymek bende takıntı haline gelmişti. Bu tabir birazcık zengin tikelerin konuşma şeklini andırsa da kedili çoraplar çok ponçik ti benim için. Her neyse ponçik çoraplarımdan konuşmayı başka bir güne erteleyip portmantodan beyaz renk-ki artık griye dönmüş- ayakkabılarımı giyip kapının üzerinde ki anahtarımı da alarak bu saatte işe gitmeme sebep olan patronumun kulaklarını çınlatıp derin bir homurtu eşliğinde evden çıktım.
Kapıyı kapatıp iki adım atmıştım ki kilitlemediğim aklıma gelince ve Sedanın bu konu hakkında ki canice düşünleri gözümün önüne gelince tırsarak kapıyı kilitleyip apartmandan çıktım.
Kafeye geldiğimde hummalı bir temizlik vardı. Malum bugün cuma ve bugünden itibaren hafta sonu oldukça yoğun olacaktı. Hemen çantamı personel odasında bulunan dolabımda bırakıp kafede giydiğimiz kırmızı tişörtü üzerime geçirdim. Yaka kartımı da takınca giyinme işim bitmişti. Açık bıraktığım saçlarımı her daim bileğime bulunan mavi lastik toka işe tepeden toplayıp at kuyruğu yaptım.
Odadan çıkarak kafenin bar bölümüne geldiğimde benden sonra çalışan kızın gece çıkarken barı bok gibi bıraktığını görünce cinlerim tepeme çıkmıştı. Yahu el insaf. Ben sana burayı çiçek gibi bırakıyorum değil mi? Sen niye bana sora gelince çiçeğin içine sıçıp bokunu bırakıyorsun.
Oflaya homurdana kendi bölümümün temizliğini yaparken diğer arkadaşlar artık rutine bağlanan küfürleri mi dinliyor bazen de kıkırdıyordu. Ters bir şekilde baktığımda ise işlerine geri dönüyorlardı. Ama bugün bir terslik vardı sanki. Koskoca kafede sadece 2 garson ve bir Barista vardı. Harika koskoca günü 3 kişi nasıl idare edecektik acaba. Ah çok güzel cidden. Hatta baldan yenmez.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Beyaz
HumorBu zamana kadar okuduğunuz bütün kitapları unutun. Pars ve Aksen'in hikayesi başlıyor.! Aşka inanmayan, inatçımı inatçı bir beyaz.. Yanlızlığı seven, güçlü ve hırçın bir mavi... Ya bu iki zıt karakteri aynı kitap içine koysaydık ne olur du? Fazla...