PADİŞAHIM PADİŞAHIM
Kapkara Türk bayraklarıyla siyah çarşaflı kadınlar, çocuklar bir sel gibi Sultan Ahmet meydanına doğru ilerliyordu.Gazeteye gitmek için kolejden çıkan Nihal bu insan seline kapılmış, onlarla birlikte meydana doğru ilerliyordu.
Bu selden kendini kurtarmaya çalışan Nihal, Divan yolunda bir kenara durdu. Birkaç dakika geçmemişti ki mahşeri kalabalık kendinden geçti.
“Padişahım! Padişahım!” diye haykırıp gözyaşı döküyorlardı.
Bir süre şaşkınca etrafı seyreden Nihal ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.Padişahın selamlıktaki halini andıran üniformalı bir adam otomobilinden inip hızlı adımlarla Beyazıt Meydanına yürüyordu. Heyecandan sapsarı kesilmişti. Ardından haykıran kalabalığa dönüp bir kere bile bakmıyordu.
Zavallıcıklar Şevket Turgut Paşa’yı Vahdettin sanmışlardı. Tahtı sarayı bırakıp kendilerine katılmaya geldiğini sanıyorlardı. Şimdi onunla birlikte bir tılsım olacak ve bütün vatan kurtulacaktı.
Fatihlerin, Yavuzların evladı ne istese yapmaya hazırlardı. Kapkara bir seli andıran bu kalabalık şimdi Vahdettin’in peşinden ilerliyordu. Harbiye nezaretinin önünde durdular. Bir şey söylemesini, emir vermesini bekliyorlardı.
Dakikalar geçtikçe coşku artıyor, öl dese ölecek olan bu kalabalık türlü hayaller ve umutlarla bekleyişine devam ediyordu. Bu sırada kapıda genç bir yaver göründü. Herkes nefesini tutmuştu. Mahşeri kalabalık donmuş gibiydi, yaprak bile kımıldamıyordu sanki.
“Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa sizleri sükunetle dağılmaya davet ediyor!”
İşte bu sözle milletin yüreği bir daha yandı. Öl dese ölürlerdi ama gidin evinize oturun diyorlardı. Gözyaşları içinde dağıldılar. Şimdi yapacak hiçbir şey kalmamıştı.
Nihal sessizce dağılan kapkara insan selinin karşısında gözyaşlarını tutamadı. Birkaç gün önce gazetede okuduğu satırlar aklına düştü.
“İzmir’i kaybettik! Halkı avutmaya lüzum yok. Yarın İstanbul’u da kaybedince bağırıp çağıracak mıyız? Buna ne hakkımız var!”
Evet, bağırmaya ağlamaya hakları yoktu. Şimdi bir şey yapmazken sessizce gidip oturmayı seçerken yarın sızlanmanın ne önemi vardı.
Nihal içi kor dolu halde gazeteye doğru yürüdü. Sessizce çalışma odasına girdi. Sandalyeye yığılır gibi oturup kaldı. Bugünkü yazısını kaleme alması gerekiyordu. Lakin aklı durmuş, dili düğümlenmiş gibiydi.
Mücadele uğruna Anadolu’da bilinmez maceralara koşan Zeynep’i hatırladı. Kolejde kardeş gibi büyümüştüler. Sonradan bu kardeşlik bozulmuş, birbirlerine veda bile etmeden ayrılmışlardı.
Biri zevk ve sefa aleminin gözalıcı yalan dünyasına dalmış diğeri kim bilir nerede, ne zorluklar içinde mücadele etmeye çalışmıştı.Uzun zaman geçmişti tek bir haber alamadan. Nihal bir güzel Zeynep’i bir de kendindeki büyük değişimleri düşünüyordu.
Köşkteki o kabus gecesi ağır adımlarla birkaç adamın peşinden geldiği bu eski bina gözüne evi gibi benimsediği kolejden daha şirin gözüküyordu.
Her odası bir ofis olarak çalışan mutfağından kahve kokusu eksik olmayan bu yere ilk geldiğindeki halini düşündü.
Canı gibi sevdiği arkadaşlarının katledişini seyretmiş, ağlamaktan gözleri şişmiş, hiç tanımadığı insanların peşinden bu eski binaya korkarak girmişti.
İçeri girdiklerinde her masada bir iki kişinin harıl harıl çalıştığını görünce hayret etmişti. Gecenin sabaha dönmeye yüz tuttuğu bu vakitlerde gazete karıştıran, okuyan, tartışan ve bir şeyler yazmaya çalışan insanlar...
Ara yerde koşturan küçük, çelimsiz bir oğlancık. “Kahveler benden, işler sizden!!!” diye bağırıp gülümseyerek çalışanlara kahve servis ediyordu.Hatıraların arasında dolaşan zihninde çocuğun arkasında beliriveren ve hızlı adımlarla kendilerine doğru gelmekte olan bir genç adam belirdi.
Yanında geldiği adamlar kendisi hakkında bir şeyler demişlerdi. Sonradan adının Fehmi olduğunu öğreneceği genç adam tepeden tırnağa kendisini süzmüş ve “hıhh!” demişti.
Aşağılamak mı, küçük görmek mi, ne zannetmiştin demek mi; günlerce düşüneceği bir “hıhh!”
Sonra bir böceği inceler gibi bakan o tuhaf bakışlarını üzerinden çekip yanındaki adamlara hışımla döndü.“Kolejli kızın maceralarından çok daha önemli meselelerimiz var! Derhal ofisime geçin!”
Nihal zihninde “kolejli kızın maceraları” ibaresinin birkaç kez yankılandığını hissetti. Bu muydu? Bu kadar mıydı? Arkadaşları katledilmişti. Ağacın dalları arasında sinmişken evden yükselen çığlıklar ve haydutların kahkahaları, kan, idrar ve meni kokuları bütün benliğini bir kabus gibi sarmıştı.
Karşısındaki kibirli genç adamın macera deyip geçtiği bu şey hayatının kabusuydu. Şimdi uyanmak istercesine gözlerini kırpıştırıyordu. Diğer adamlar koşar adımlarla ofise giderken genç adam kolundan tutup onu yukarı kata sürüklercesine çıkardı.
Cebinden koca bir anahtar yığını çıkardı. anahtarları biraz inceleyip ince uzun olanlardan biriyle önünde durdukları kapının kilidini açtı. İçeri girdi.
Nihal şok olmuş halde duruyor ofislerin bir üst katında daire olarak kullanılan bu evin kapıdan görünen kısmına bakıyordu. Adam emreder bir ses tonunda:
“Gir içeri!” dedi.
Nihal gözünü bile kırpmadan, sadece dudakları şaşkınlıktan hafif aralanmış halde donmuş gibi duruyordu.Fehmi elinden tutup şaşkın kızı hızla içeri çekti. Yatak odasına doğru götürdü.
Küçük tek kişilik bir karyola, bir giysi dolabı ve yanında küçük bir dolaptan ibaret eşyayla döşenmiş bu odada yarı karanlıkta dolapları hızla açıp kapatan Fehmi en sonunda aradığını bulmuş gibi biraz sevinçle “Hah işte burada!” dedi.Elinde örgü bir battaniye ile sırtını döndü. Hızlı hızlı sallayarak battaniyeyi açtı. Nihal’in omuzlarından tüm bedenine kuşatacak şekilde bebek kundağı yapar gibi battaniyeye sardı. Kucaklayıp yatağın üzerine yatırdı. Yavaşça bir teki ayağında kalmış olan ayakkabısını çıkarıp yere koydu.
Nihal ayakkabısının birini kaybettiğini o sırada fark etti. Nerde yitirdiğini hatırlamaya çalıştı. Şu an onun için düşünmek, konuşmak imkansız gibiydi.
Fehmi göz göze gelecek şekilde karyolanın yanına çömeldi.“Bak güzelim! Savaş zamanındayız. İstanbul yani başkentimiz bile işgal altında! Hemen hergün köyler yakılıyor, kadınlarımıza kızlarımıza tecavüz ediliyor. Erkeklerimiz, bebeklerimiz kurşunlanıyor. Tamam kötü bir gece yaşadın! Ama bu geceyi herkes hergün yaşıyor. Senin o bilmem ne kolejine benzemez buralar.
Şimdi sen konuşacak halde değilsin. Benim de zaten vaktim yok. Burada sana kimseden zarar gelmez. Yat, uyu, duş al, yemek ye. Ne yaparsan yap amma sakın ortalıkta bu kılıkta gezineyim deme!”
Birbiri ardına nefessiz söylediği sözlerin ardından cevap beklemeden odadan çıkan Fehmi’nin kapıyı kapatışını duydu Nihal.
Fehmi ise çarparak kapattığı dış kapının önünde duran ayakkabıya hüzünle baktı. İçeri çekerken ayakkabısının tekini düşürmüştü demek! İçinde tarifi imkansız bir duygu hissetti. Keşke daha kibar davransaydım diye iç çekerek aşağıya indi.
Ofiste kendine ait masada oturmuş o gece Fehmi’den nasıl korktuğunu hatırlayınca Nihal’in yüzüne bir tebessüm yerleşti.
Boş bir sayfa alıp yazmaya başladı. Şimdi bu eski ama faydalı binada Zeynep’in yıllarca mektup yazdığı adrese bir mektup da kendisi yazacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKARYA KIYILARINDA AŞK
Historical Fiction1921'li yıllar... Kurtuluş savaşının en çetin zamanları... çeteler, ordu, saray... bütün bu karmaşanın ortasında yeşeren imkansız bir aşkın öyküsü... Aklında ve yüreğinde takılı çengellerle nefes almaya çalışan kişilerden biri de Zeynep'ti. Yüre...