İslam coğrafyasında bilimsel etkinliklerin gelişmesini ve ilerlemesini sağlayan üç önemli kurumdan söz edebiliriz. Bunlar, Bilgelik Evi, Gözlemevleri ve Hastanelerdir.
Bilgelik Evinin kurumsal olarak, Abbasi halifelerinden el-Memun tarafından Cundişapur Akademisi örnek alınarak kurulduğu söylenmektedir. Cundişapur, halife Ömer döneminde Müslümanlar tarafından ele geçirilmiş ve bundan sonra özellikle Yunan tıbbının, Yunancadan Arapçaya aktarılmasında etkili olmuştur. Bağdat'ta kurulmuş olan bilgelik evinin en önemli görevlerinden biri hatta en önemlisi de, dönemin ünlü astronomlarını, matematikçilerini ve hekimlerini bir araya getirerek bilimin çeşitli alanlarındaki belli başlı eserleri muhtelif dillerden Arapçaya çevirmektir.
İlk gözlemevleri ise Orta çağ İslam dünyasında ortaya çıkmıştır. Astronomi alanında İslam Dünyasının Bilime katkısı su götürmez bir gerçektir. İslam dünyasında pek çok gözlemevi mevcuttu ve bunların büyük bir kısmı hükümdarlar tarafından kurulmuştur. Gözlemevlerinin kuruluşlarındaki en önemli gereksinim ise, duyarlı gözlemlerin yapılabilmesi için aletlerin boyutlarının büyütülmesiydi. Büyük boyutlu bu aletler ile yapılan gözlemler sonucunda elde edilen gözlem verileri, Zic olarak adlandırılan tablolarda toplanarak, ibadet vakitlerinin belirlenmesi ve takvimlerin düzenlenmesi gibi günlük gereksinimleri ilgilendiren işlemler, bu tablolar aracılığıyla yapılmıştır. Ortaçağ İslam dünyasındaki ilk gözlemevleri, Abbasi halifesi Memun tarafından kurulmuştu ve bunlardan ilki Bağdat'taki Şemmasiye Gözlemevi ve İkincisi Şam'daki Kasiyun Gözlemevi'ydi.
İslam Medeniyetinin Bilime kazandırdıkları Edebiyat, Astronomi gibi önemli alanlarla sınırlı değildir. Anadolu'da İslamiyetin yayılmasından önceki dönemde, Hastane amacıyla açılan ve nosocomonium denilen kurumlar bulunmaktadır. Bunlar cüzam başta olmak üzere çeşitli bulaşıcı hastalıkların tedavisinde tahsis edilmişti. Ancak tedaviden çok bir tecrit evi gibi kullanılmaktaydı.
İslam'ın yayılmasıyla birlikte ilk kurumsal hastane Emeviler döneminde Şam'da kurulmuştur. Bu hastanede daha çok Hint tıbbının etkili olduğu düşünülmektedir. Burada başhekim olarak görev yapmakta olan İbn Deheni el Hindi, Hint tıbbının klasik eserlerinden Susruta'yı Arapçaya çevirmiştir.
Bir diğer hastane ise Tolunoğllarından Ahmet İbn Tolun tarafından Kahire'de kurulmuştur. Bu hastanede tedavi ücretsizdir ve hastalar, hastaneye girmeden önce giysilerini çıkarırlardı, böylece bazı istenmeyen mikropların dışarından taşınması ve bulaşması engellenmiş olunuyordu.
Bu hastanenin bir başka özelliği ise, masrafların karşılanması için bir vakfın kurulmuş olmasıdır. İslam Dünyasında Vakıf anlayışının en önemli getirilerinden biri de sağlık alanında olmuştur.Bu vakfa bağlı binalardan alınan gelirlerle hastanenin verimli bir şekilde hizmet vermesi hedeflenmiştir.
İslam dünyasındaki hastaneler ve sağlık kurumları, Hastalıklar için farklı koğuşların oluşturulması, temizliğin önem verilerek sağlanması, tedavi hizmetinin özellikle toplumun bütün kesimlerine yaygınlaştırılması ve vakıflar aracılığıyla desteklenen bu kurumları, şüphesiz ki Avrupa'daki benzerlerinden daha üstün kılmıştır.
Bu dönemde gerçekleşen gelişmelerden en önemlisi de geleneksel Ebced Rakamlarının yerine Hintlilerden öğrenilmiş olan Hint Rakamlarının kullanılmaya başlanmasıdır. Hint Rakamları 8. yy da İslam Dünyasına girdi ve hesaplama işlemini kolaylaştırdığı için matematik alanında da büyük atılım gerçekleşmesine vesile olmuştur.
Matematik bilimi, İslam dünyası matematikçilerinin sayesinde bağımsız bir disiplin kimliği kazanmış ve özellikle Harizmi, Ebu Kamil, Kereci ve Ömer Hayyam gibi matematikçilerin yazmış olduğu yapıtlar, Batı'yı büyük ölçüde etkilemiştir. Keza Avrupa, İslam Dünyası Matematiği ile tanışmadan önce Roma rakamlı bir sistem kullandığı için "sıfır" rakamını tanımıyorlardı. Bundan dolayı Matematik Rasyonel bir zemin üzerine kurulu değildi.
CABIR İBN HAYYAN (721-815), CAHIZ (777/869), EL-HARİZMİ (780-840), İBN FİRNAS (-888), KINDI (800-873), SABIT BIN KURRA (821-901), EBUBEKİR RAZI (841-926), ABDÜLHAMID İBN TÜRK(847), BATTANI (858-929), FERGANİ (860), FARABİ (870-950), ABDURRAHMAN ES-SÛFI (903-986), İBN HAVKAL (943), İBN YUNUS (?-1009), EBÛ'L-KASIM ZEHRÂVİ (930-1013), EBU'L VEFA BUZCANİ (940 – 988), İBN MISKEVEYH (940-1030), İBN HEYSEM (965-1040), AHMED EL-BIRUNI (BEYRUNİ) (973-1048), İBN-I SINA (980-1037), ÖMER HAYYAM (1048-1131), ABDURRAHMAN EL-HAZİNİ (1100-1160), İDRISÎ (1100-1166), YAHYA EL-MAĞRIBI (-1180), İBN TUFEYL (1106-1186), İBN RÜŞD (1126-1198), CEZERİ (1150 – 1220), EL HARİZMİ (? – 1221), EL-KAZVINI (1203-1283), NASİRÜDDİN TUSİ (1201 – 1274), İBN NEFIS (1210 – 1288) gibi isimler Orta Çağ İslam Dünyasına önemli katkılarda bulunarak, geriye hazine değerinde eserler bırakmış ve Medeniyetin yükselmesinde, "Altın Çağı" temellerinin atılmasında öncülük etmişlerdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEZHEP AYRIMININ İSLAM VE BATI DÜNYASINDAKİ ROLÜ - I: DOĞU
Historical FictionBilindiği gibi Orta Çağ'da İslam Dünyası olarak adlandırılan coğrafya ve burada vuku bulmuş Medeniyetler tarih sahnesinde ''altın'' çağlarını yaşarken, Batı Dünyası ''karanlık'' olarak adlandırdıkları ve bir daha geri dönmek istemedikleri bir dönemd...