1

13 1 0
                                    

Edam, elindeki dosyalarla odasına doğru koştu. Kapısını sertçe kapatıp üzerine kilitledi. Anahtarı bir uca fırlattıktan sonra sandalyesine oturdu ve kendini masaya çekti. Dosyayı masaya nazikçe koyduktan sonra iki elini dosyanın üzerine kapatıp derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalışıyordu ama her nefes alışında daha çok heyecanlanıyordu. Uzun bir inlemeden sonra kendini topladı ve dosyayı açtı. Gözlerini hızla kelimelerin üzerinden geçiriyordu. Aradığı şeyse projeye kabul edilip edilmediğiydi. Eğer kabul edilirse "Yeni Dünya" adlı projede mühendis olarak bulunabilecekti. Yaşanabilir gezegenleri diğerlerinden ayırmayı sağlayan, Earth's Eyes adlı teleskopun yazılım sorunlarını düzeltmişti. Earth's Eyes sürekli sapmalar yaşıyordu ve bu yüzden Edam'ın yaptığı iş CETO (Civilian Extraterrestrial Organization) 'nun işine çok yarayacaktı. Edam, Gözlem Bürosundan yakın dostu olan O'Brien sayesinde bu yazılımı çoktan Earth's Eyes üzerinde deneyebilmişti. O'Brien'nın dediğine göre elde edilen sonuçlar, ulaşılmış en doğru sonuçlardı. Kısacası Edam sayesinde yaşanabilir gezegen bulma ihtimalleri %16 artmıştı. Bu yüzden "Yeni Dünya" projesine kabul edileceğinden emindi.
​Elindekini okumaya başladığında olduğu yerde dona kaldı. Reddedilmişti. "Ama nasıl olur?" diye geçirdi içinden. Tüm yılını bu proje için adamıştı. Çalışması mükemmel sayılmazdı ama önemliydi ve de ülkenin gözde mühendislerindendi. Başka kimi alabilirlerdi ki? Boğazı düğümlendi. Tüm emeklerine karşın bu ret ona küfür gibi gelmişti. Çığlık atıp, ne kadar ortalığı dağıtmak istese de yapamazdı. Yine içine atacaktı. Dosyayı sertçe kapattı. Buruşacağı endişesi taşımadan sıkıca kavradı dosyayı. Sert adımlarla kapıya doğru yöneldi. Kapıyı ittirmek için elini uzattı ama kapıyı az önce kilitlediğini unutarak yüzünü kapıya çarptı. Canı acımıştı. Olduğu yerde inledi. Sakince davranması gerekiyordu. Sakin olmalıydı çünkü bu dünyanın düzeni böyleydi. Ne eksik ne fazla. Tam olarak buydu. Ne gerçekten iyiler kazanabiliyordu bu hayat denen at yarışını, ne de çok çalışanlar. Hep daha duygusuz, daha bencil olanlar ayaktaydı. Onların altında ezilenlerin tek eğlencesi ise saçma sapan filmlerdeki asla gerçeği yansıtmayan aşk, aile, ülke gibi konulardı. Bunları izleyerek şahit oldukları hayatlara öykünürlerdi. İyi hoş, Edam bunları izlemiyordu çünkü zekiydi. Ama onun zekasının aksine dünyada çok büyük aptal bir kitle vardı. Bu kitle kanser gibi durmadan nemalanıyor ve insanlık dediğimiz, bizi diğer hayvanlardan ayıran o çizgiyi yavaşça yok ediyorlardı. Halk olarak da adlandırılan bu kitle eğlendiğini, mutlu olduğunu, başarılı olduğunu ve en kötüsü de sevildiğini sandığı bir hayatta, o doğmadan karar verilmiş senaryoları yaşıyorlardı. Bazılarıysa o boş hayatlarında bir heyecan olsun diye midir bilinmez, dizilerden veya filmlerden gördükleri entrikaları, paranoyakça düşünceleri kendi hayatlarına sokuyor, herkesten şüphe ediyor ve en sonunda zaten ağlanacak hallerine birde gereksiz üzüntülerini ekliyorlardı. Halkın gözleri her zaman boş bakardı. Anlamamalarına karşın bilim ve teknoloji dünyasının buluşları onları öyle etkilenirlerdi ki, bazılarının o kadar önemli veya etkili olmamalarına rağmen onlara dahi hayretler içinde bakarlardı. İşte Edam bu bakışlardan tiksinir hatta nefret ederdi. Sanki solumak, sindirmek ve uyumaktan başka hiçbir şey yapmayan et yığınlarından farkları yoktu.  Edam'ın çalışmak istediği "Yeni Dünya" adlı proje de aslında bu et yığınlarından kurtulmak için farklı bir yaşanabilir bir gezegen bulmaktı. Üst sınıf insanlar gidebilecek diğerleri ise bu gri dünyada kalarak ölümü bekleyecekti. Ancak CETO çalışanlarını en çok heyecanlandıran senaryo dünya dışı varlık bulabilme ihtimalleriydi. Bu durumun her zaman bir tehdit olma potansiyeli vardı ancak bir tehdit gördüklerinde itin önüne etini atar gibi dünyadaki nefes alan aptal sürüsünden birilerini atacaklardı. Kimsenin umurunda değildi halk. Zaten zeki ve güçlü olanlar o aptalların içinden sıyrılıp yanlarına gelebiliyorlardı. Neden onlar için üzülsün ki? Üzülmesi gereken kişi kendisiydi. Daldığı bu düşüncelerden çıkarak tekrar reddedildiği gerçeğine döndü. Bu kesinlikle Richard'ın işiydi diye düşündü Edam.
*
​Angelia, uzun boylu, kumral ve oldukça zeki bir doktora öğrencisiydi. Onu diğer kadınlardan ayıran en belirgin özelliği doğallığıydı. Onun tabiri ile medyanın oyuncağı olmuş bir kadın asla değildi. Oldukça sade ve gösterişten uzak şeyler giyer ve boş vakitlerinde magazin gibi aptalca şeylerle ilgilenmek yerine kitap okurdu.  Üniversitede fizik bölümünü birincilikle bitirmiş şimdi de Profesör Richard Tyson'nın yanında asistanlık yapıyordu. Diğer insanlar Angelia'yı soğuk bir inek olarak görüyorlardı. Angelia'ya göre bu doğruydu. Gerçekten öyleydi. Kendisine bir faydası olmayacağını düşündüğü insanların -Angelia ile konuşuyor olsalar bile- yüzlerine bile bakmazdı. Şimdi ise kariyerinin dönüm noktasındaydı. Dünyanın en prestijli araştırma kuruluşundaydı. Ayrıca ünlü bir fizikçinin asistanlığını yapıyordu. Ancak Tyson, Angelia'ya çok laubali geliyordu. O konumdaki bir adamda olması gereken ciddiliğe sahip değildi. Angelia gereksiz samimiyetten hiç hoşlanmazdı. Hele bir erkekten gelebilecek bir samimiyet onun tüylerini ürpertmeye yeterdi. Ama kariyeri, o yılışık adama bağlıydı. Bu yüzden dişini sıkıp hoşgörü gösteriyordu. Tyson'nın ondan istediği raporları almak için Gözlem Değerlendirme Bürosuna girdi. Tyson, odanın içinde bir masa da kırmızı noktalı bir belge bulacağını ve içine bakmadan kendisine getirmesi gerektiğini söylemişti. Ayrıca gizli ve önemli olduğu için dikkat etmesini de tırnak içine almıştı. Bu kadar gizli ve önemliyse neden Angelia'dan dosyayı kendisine getirmesini istediğini anlayamamıştı. Tyson'nın huyu olmuştu bu; her zaman Angelia'ya ayak işlerini yaptırırdı. Angelia gözleri ile adeta radar gibi masaları tarıyordu. Gözü siyah kapaklı, üzerinde nispeten büyük, kırmızı noktası olan bir dosyanın üzerinde durdu. Angelia alakası olmayan şeylere burnunu sokmazdı. Bu, ona göre başına bela almanın ilk adımıydı. Bu yüzden böyle şeyleri hiç merak etmezdi. Aslında bu özelliği zamanla köreldi de denilebilirdi. Umarsızca dosyayı yerinden aldı.
*
​Edam yumuşakça Tyson'nın kapısını yumrukluyordu. Yumuşakçaydı çünkü CETO' dan kovulmak istemiyordu. Ancak bu ses, duyan kişinin, karşı tarafın öfkesini anlayabileceği kadar da sertti. İçeri gel komutunu almadan içeri daldı. Bir paçavraymış gibi sıkıca tuttuğu dosyayı havaya kaldırdı. Sağ kaşını da dosya ile birlikte kaldırarak "Senin bunda payın ne?" sorusunu ağzını dahi açmadan, oldukça açık şekilde sormuştu. Tyson şaşkınlık ve kibirle Edam'ın yüzüne bakıyordu. Edam şüphesinde haklıydı. Tyson oldu olası Edam'dan hoşlanmazdı. Edam, Tyson'nın nasıl bir kişiliği olduğunu biliyordu. Tyson, yanına asistan alacağında seçeceği asistanların özgeçmişine değil de fotoğraflarına bakan fırsatçı bir adiydi. Edam ise böyle adamlara tiksinerek bakardı. Ayrıca Tyson'ı, onun tüm foyalarını kızlara anlatmakla tehdit ederdi. Tabi ki Tyson da yerin dibine girme korkusuyla Edam'ın oyuncağı haline gelir, kızları kullanıp attıktan sonrada eski yüzsüz haline dönerdi. Edam bir insan bu kadar ucuzlaşamaz, bu kadar arzularının kölesi olamaz diye düşünüp dururdu.
​Tyson bıyık altı bir gülümseme ile "Hayırdır Edam, sorun nedir? Benim odama böyle saygısızca girdiğine göre oldukça önemli olmalı." dedi. Edam'ın siniri ikiye katlanmıştı. Kaybedecek hiçbir şeyi olmasa Tyson'a kafayı geçirecekti. Edam, Tyson'a yüzünü buruşturarak bakıyordu. Düşünmeden saydırmaya başladı. "Senin kadar adi bir insan görmedim ben. Senin tutkun gerçekten bilim mi yoksa burada kendinden on yaş küçük masum kızlara sarkmak mı ha? Söylesene! Sen nasıl o koltuktasın anlamıyorum. Projeye katılacakları seçerken nasıl kendi kişisel sorunlarını ön plana koyabilirsin? Ama doğru. Asistanlarını seçerken üzerinde durduğu tek kriter her şeyden habersiz kızların kalçaları olan bir şeref yoksunundan ne bekleyebilirim ki ben." Son söylediği cümlede sesi o kadar yükselmişti ki fark ettiği anda acaba biri duymuş mudur endişesi bürümüştü içini. Sinirden kıpkırmızıya dönen yüzüne birde utanç kırmızısını eklemişti teni. Tyson karşısında kükreyen Edam'ı ilk defa bu halde görüyordu. Bu ona korku vermeye yetmişti bile.
*
​Angelia duydukları karşısında şok olmuştu. Tyson'nın onu üniversitede yakaladığı üstün başarı sayesinde seçtiğine inandığı için içinde nefret ve gurur kırıklığı hissetti. Onun tek tutkusu fizikti. Babası sıradan bir lisede fizik öğretmeniydi. Ancak idealist olan babası Angelia'yı çok küçük yaşta fizikle tanıştırmıştı. Angelia yaşıtları ile oynamak yerine babasının lisedeki dersler için kullandığı deney düzenekleri ile oynardı. Bu sayede daha o yaşlarda fiziğin temel kurallarını yaptığı gözlemlerle anlamıştı. Babasını lise 3. sınıfta kaybeden Angelia küçük kardeşi Edward'ın kalan tek bağıydı. Annelerinin uzun süre önce ailesini terk etmesinin yanına babalarının ölümü eklenince iyice yalnız kalan kardeşlerin artık birbirinden başka tutunacak dalı yoktu. Angelia tüm bu yaşadıklarına rağmen tutkusundan bir kere dahi vazgeçmeyerek üniversitede fizik okudu ve bölüm birincisi olarak mezun oldu. Şimdi kendisiyle oldukça gurur duymasını sağlayan bir yerde asistanlık yapıyordu. Ancak duyduklarına bakılacak olursa, o her zaman küçük gördüğü, moda tutkunu aptal kızların düştüğü konumla eş değer yerdeydi. Her zaman zekasının ön planda olması ile övünürdü. Ancak şimdi kendini aşağılanmış, basit bir kız olarak görüyordu. Angelia aralık olan kapıyı sertçe açarak Tyson'a gözleri ile ateş saçmaya başladı. Angelia kükreme sırasının kendisinde olduğunu anlamıştı. Ancak suskunluğunu bozmadı. Zaten gözleri ile her şeyi yeteri kadar anlatmıştı. Tyson, Angelia'nın suratının hiç bu kadar çirkin ve korkunç hale gelebileceğini düşünemezdi. Onunla kurduğu onca tiksinç hayalden kendisi de iğrenmeye başlamıştı.
​Angelia'nın gururu bu iğrenç adamın karşında daha fazla durmaya el vermedi. Edam'ı ittirerek odanın dışına doğru koşmaya başladı. Yolda birkaç insana çarpmasına karşın hiç yavaşlamadan aksine daha çok hızlanarak koşuyordu. Pusulasını kaybetmiş bir denizci gibiydi. Hayatındaki dalgalarla oradan oraya savruluyordu. Kimden kaçıyordu? Leviathan1'dan mı? Leviathan'dan kaçamazdın. Bu dünya Leviathan'nın pislikleri ile dolu. Koşarak bahçeye vardığında Angelia derin bir nefes aldı. Tüm havayı içine çekti. İşte o bir türlü tarif edemediği bahar kokusunu şimdi tarif edebiliyordu. "Lağım gibi kokuyor." diye geçirdi içinden, "Leviathan'nın lağımı gibi.". Yeni Dünya' ya ihtiyacı vardı. Onu herkesten çok istiyordu. Bu lağım gibi kokan dünyadan artık çok sıkılmıştı.
​Hala elinde Tyson'nın istediği kırmızı noktalı dosyayı tuttuğunu fark etti. O aşağılık herifin çok önemli sakın bakma dediği şey içindeydi. Angelia daha önce içinde ne yazıyor diye umursamadığı bu dosyayı şimdi açmak için ufakta olsa bir heyecan duyuyordu. Dosyayı açtı ve hızla göz gezdirmeye başladı.

Gözlem Bürosu Raporu
Earth's Eyes Teleskobunun yeni yazılım düzeltmeleri sayesinde yaşanabilir bir gezegen...
Canlılık ihtimali %68....
...
Yeni yazılım düzeltmeleri Edam Huxley tarafından yapılmıştır...
Gözlem Bürosu
Baş Danışmanı                                                           
O'Brien

Angelia şok olmuştu. Tyson'nın Edam'ı neden projeye almadığını, neden bu dosyayı sır gibi saklamaya çalıştığını şimdi anlamıştı. Yeni bir gezegen keşfedilmiş üstüne üstlük yaşam ihtimali %68'di. Tyson ise tüm bunları saklayarak bunu kendi başarısı olarak CETO Yönetim Kurulu'na sunacak ve gerisi peri masalı gibi gelecekti. Tyson'nın ona yaptıklarına karşı bu dosyayı kesinlikle Edam'a göstermeliydi.
*
​Akşam olduğunda Edam, Freeman'nın mekanına gitti. Babası vefat ettiğinden beri Freeman onun manevi babası olmuştu. Freeman, babasının gençlik arkadaşıydı. Beraber aynı bölümü okurken tanışmışlar ve bir daha asla ayrılmamışlardı. Ta ki Edam'nın babası trafik kazasında ölene kadar. Edam bu olaydan sonra çocuk aklı ile mühendis olmak istemiş, kendisine böyle trafik kazaları olmaması için çalışacağına söz vermişti. Edam hiçbir zaman çalışmadı. Ancak mühendis olmuştu. Hayatta başka ideası yoktu zaten. Mühendis olmayacaktı da ne olacaktı. Edam küçüklüğünden beri her zaman içinde bir boşluk hissi ile yaşadı. Sanki devamlı bir depresyonu, çalkantılı bir ruh hali vardı. Ancak Edam her zaman olması gerektiği yerde olmadığını hissederdi. Bu duygusu yoğunlaştığı zamanlar gökyüzüne bakar ve evreni, zamanı, tanrıyı ve kendisini düşünürdü. Orda bir yerde bir yaşam olduğuna inandırmıştı kendini. Olması gerekiyordu. Olmasa bile başlatırlardı. Yeter ki uygun bir gezegen bulunsun. Uzaya olan bu ilgisini bir tutku olarak tarif etmezdi Edam. Onun anlamlandıramadığı bir histi bu. Daha ismi konmamış bir his. Bu dünya ona o kadar boktan geliyordu ki, artık dayanamayacaktı. Tüm bunları düşünürken hızla içkisini dikiyordu. "Hey çocuğum yavaş ol, tıkanacaksın. Derdin nedir? Bu kadar hiddetli içtiğine göre derdin büyük olmalı." dedi Freeman. "Anlamlandıramıyorum. Eskiden maviliği ile övündüğümüz Dünya'ya şimdi gri diyoruz. Kaynaklarımız tükenmek üzere. Halk fakirlikle boğuşuyor. Ama hala dur durak bilmeyen bir tüketim çılgınlığının içindeyiz. İnsanlardan iğreniyorum. Eğer cennet diye bir yer gerçekten varsa oraya senin benim gibiler girmeli. Üzücü ki ben tüm aptalların yalnızca proletaryada var olduğunu düşünürdüm ancak içimizde, entelijansiyada da aptallar varmış." diye isyan etti Edam, Tyson'ı kastederek.  "Hegel'e göre insanların tüm aktivitelerinin kaynağı çıkar, ihtiyaç ve tutkudur. Var olan bu tüketim sistemini ise ihtiyaçlar sistemi olarak adlandırır. Tabi ki tüm bu ihtiyaçların karşılanması devletin sorumluluğundadır. Eğer devlet olmazsa bu bencil istekler anarşiye yol açar." bir an duraksadı Freeman. "Babanla üniversitede felsefe okurken çok tartışırdık bu konuları. Şimdi seninle bu konuları konuşmak beni çok duygulandırdı. Edam şimdi gerçekten büyüdüğünü hissediyorum." Edam da büyüdüğünü hissediyordu. Ama hep küçük kalmak isterdi. Bu gerçek bir an için onu hüzne boğdu. Bir insana büyüdüğünü söylemek, saflığını kaybettiğini söylemek ile aynı anlama gelirdi onun için. "Peki tamam. Devlet bizi doyuruyor. Ancak devlet dediğimiz olguda insan değil midir? Devlet gibi bir otorite olmadığı zaman bizler, yönetilen taraf anarşiye yol açıyorsak üzerinde otorite olmayan bir devlette içinde bir anarşiye yol açmaz mı?" diye sordu Edam merakla. "Doğru dedin Edam. Marx da benzer eleştiri ile gelir Hegel'e. Meclisin içinde bireyler temsil edilmez. Mecliste yalnızca burjuva sınıfı vardır ve onların çıkarlarına göre tüm tüketim metaları yönetilir. Ancak, asıl üretici güç proletaryadır ve mecliste hiçbir şekilde temsil edilmezler. Marx şöyle der, ' İnsan bir üretim ve tüketim makinesidir; insan yaşamı bir sermayedir.' Yani devlet dediğimiz olgu yozlaşmaya çok müsaittir." dedi Freeman bir yandan bardakları bir bez ile ovalarken. Edam sesli düşünerek "Tek çözüm yeni bir dünya. Artık tüm hatalarımızı öğrendik. Aptal olanları bu gezegende bırakıp biz enteller o gezegende mutlak düzeni kurmalıyız." dedi. "Hiçbir düzen mutlak değildir Edam, olamazda. İnsan ve ihtiyaçları değişir. Sistemde değişir. Hiçbir şey sabit kalmaz. Hayat bir akıştır der Herakleitos. Yeni kurduğun dünyada 100 belki 1000 yıl sonra tekrar grileşmeyeceğini nerden bilebilirsin? Asıl sorun insanların çıkarcı olması değildir. Asıl sorun insanların duygu ve düşüncelerinin toplum içinde bastırılması ile kişiyi yalnızca kendisini sevecek şekilde programlanmaya zorlayan koşullardır. Marx'ın ifadesi ile bu duruma yabancılaşma denir." Edam umursamazca; "Öyle ya da böyle. Yeni Dünya şart." diye sözünü kesti ve bir bardak daha dikti. O sırada pantolonunun cebinde bir şeyin titrediğini fark etti. "Buluşmamız gerek."

*
Edam az önce okuduğu şeylere inanamıyordu. Şaşkınlıkla kağıdı kendine yakınlaştırıp uzaklaştırıyordu, doğru görüp görmediğine emin olmak için. Dönüp Angelia' ya baktı. "Bunu nerden buldun?" diye sordu merakla. "Tyson bunu saklayacaktı. Bana ayak işleri yaptırıyordu. Son olaylar araya girince verme şansım olmadı tabi. İyi ki olmamış. Her şey daha iyi olacak artık." dedi Angelia. Emin bir ses tonuyla konuşuyordu. Ama hala her erkeğe olduğu gibi kas katı değildi. Yüzünde korkunç bir ifade vardı. Hala masum gibi gözükse de gözlerinden intikam duygusu akıyordu. Edam gerçekten ürpermişti. Hayatında ilk defa bu kadar güçlü bir kadın görüyordu karşısında. Edam, Angelia'nın gözlerinin içine baktığında kendine daha çok güvenmeye başladı. Edam kafasını gökyüzüne çevirdi. Bir yıldızın ona göz kırptığını gördü. "Geleceğim." dedi büyülenmiş bir şekilde. "Kimle konuşuyorsun?" dedi Angelia. "Efendim?"   "Kimle konuşuyorsun?" diye tekrarladı. "Sanırım ait olduğum yerle." dedi Edam iç çekerek. Hiç görmediği, bilmediği bir yere özlem duyuyordu. Adeta uzaklara duyuyordu bu özlemi. Bunları düşünürken hala gökyüzüne bakıyordu. Angelia onun gözlerinden buradan ne kadar uzaklaşmak istediğini anlamıştı. Ona dönerek "Fernweh?" ...

YN. Fernweh: Türkçe'ye tam çevrilemeyen, yaklaşık anlamı "uzaklara gitme isteği" olan, Almanca sözcük.
13

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 02, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

FernwehHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin