ne olduysa 15 Ocak 1974 günü oldu. Aklına nasıl düştüğü bilinmez, Dennis Rader, Otero ailesinin Kuzey Edgemoor sokağı 803 numaradaki evlerinin arka kapısında durmaktaydı.
“Hayaller içindeydim” diye anlatacaktı günü geldiğinde. “O evi neden seçtiğimi hiç hatırlamıyorum. Telefon kablolarını kestikten sonra içeri girdiğimde biraz şaşırmıştım doğrusu. Çünkü ne köpeğin, ne de Bay Otero’nun evde olacağını tahmin etmiştim.” Yalan söylüyordu. O evi neden seçtiğini gayet iyi bilmekteydi çünkü. Günlerdir Otero ailesinin Meksika kökenlilere özgü kara saçlı, kara gözlü, geniş kalçalı genç annesiyle küçük kızını izliyor ve hayaller kuruyordu. “Peki daha sonra olacakları neden yaptığını hatırlıyor musun ?” diye soracaktı yargıç. Kısa ve net bir cevaptı aldığı. “Cinsel zevkim için.” İşte bu, doğruydu.
O soğuk, sisli ve karanlık kış günü, Dennis Rader, cebindeki tabancasını hiç ateşlemedi. Onu sadece korkutmak ve evdekileri bağlayabilmek için kullandı.
15 yaşındaki Charlie Otero, sokak kapısına anahtarı sokup çevirdiğinde, ilk dikkatini çeken içerisinin sessizliği oldu. “Hey millet, neredesiniz?” diye seslendi salona doğru yürürken. Köpek bile havlamıyordu. İçinde garip bir his vardı, salona girmekten vaz geçti, annesiyle babasının yatak odasına bakmaya karar verdi. İlk gördüğü, yatağın ayak ucunda, yerde yüzükoyun yatmakta olan, el ve ayak bilekleri bağlı babası oldu. 38 yaşındaki Joseph Otero’nun başına bir poşet geçirilmişti.
Yatağın üzerinde yatan annesiydi. Babasından tek farkı, boynundaki ipti. Gördüğü manzaranın korkunçluğu karşısında bir kaç dakika donup kalan çocuk, nihayet yardım istemek üzere sokağa fırladı. Aslında kimsenin yardım etmesi mümkün değildi. O gün, o saatte evde Otero’lardan kim varsa, çoktan ölmüştü ve çocuğun henüz bundan haberi yoktu. Koşarak yetişen komşular, telefon hatlarının kesik olduğunu farkettiler.
Olay yerine gelen polis, evin dokuz yaşındaki küçük oğlunun yatak odasına girdiğinde, yerde yüzükoyun yatmakta olan, el ve ayak bilekleri bağlı cesedi ile karşılaştı. Başına geçirilmiş poşeti gördüler. Bir değil, tam üç poşet. Asıl tüyler ürperten sahne, bodrumdaydı. Onbir yaşındaki küçük Josephine Otero, ayağında çorapları ve üzerindeki T–shirt’ü ile yarı çıplak vaziyette, bir boruya bağlanmış, boynunda ip öylece durmaktaydı.