" Sabah oldu mu Selim ağabey, gün uyandı mı gecenin o zifiri karanlığından? Yoksa yinemi kara bulutlar esir almış gökyüzünü, desene bugünde barışmak istemiyor güneş bizim ile. Selim ağabey ses versene? Uyuyor musun hâlâ?
Ses gelmiyordu ranzanın üst katından, defalarca seslendi yattığı yerden, hatta yumruk bile attı merdivenin demirine fakat ne bir ses ne bir hırıltı geliyordu. Kalkıp bakmak istedi ama cesaret edemedi, yine bir dostunun ölmesine ve çaresizce bir kuş olup kanatlanıp uçmasını görmeye dayanamazdı. Küçücük yüreği bir acıyı daha kaldırır mıydı bilinmez lakin her şeye rağmen bütün gücünü toplayıp yanaklarından süzülen göz yaşlarını sildi, burnundan dostu için akan sıvıyı çekip hapsetti içeriye ve sımsıkı sarıldığı yorganını kaldırdı üstünden, sanki cevabını bildiği bir soru vardı önünde, cevaplarda sitem gizli matem yüklüydü her zaman ki gibi. Aynı sahneyi iki kez daha yaşamıştı, topraktan var olan bedenlerin tekrar ve tekrar toprakla karılışını izlemişti, hemde en ön sıradan, şimdi ise yatakta öylece oturuyordu gözlerini bir noktaya dikip önce gerçekle yüzleşmek istiyordu. Odanın içini kaplayan soğuğa aldırmadan sadece üstünde yatan yada yatmış olan er kişi için bir hazırlık yapıyordu. Bütün cesaretini toplayıp doğruldu ayağa, arkası dönüktü, dönmek için izin aldı gözlerinden ve izin gelir gelmez kafasını çevirdi.
Kelimeler boğazında düğümlenmişti avazı çıktığı kadar bağırarak yardım isteyecekti fakat yardım isteyecek kimsenin olmayışı yüreğini lime lime ediyordu. Ağabeyinin yanaklarına deydi ellerini, buz kesmiş tenine dokunmak öldüğünü ispatlamış gibiydi. Gözlerinin altında ki morlukları fark edememişti ilk başta, ağladığın da kısılan gözleri buğulu bir cam gibi görmesine neden oluyordu. Gözleri yeniden canlanıyordu ağlamak için ve ruhu her zaman ki gibi yeniden bir kalenin düşüşü gibi yerle yaksan oluyordu. İki göz bir odanın içinde iki kişiyken şimdi tek kişi kalmanın değil ağabeyinin ölüsüne üzülüyordu, anne ve babasının ölümlerine tanıklık eden iki kişiden biri daha, bu sefil hayatı daha fazla göğüs verememişti. Yalvarıyordu şimdi sözleri, gözleri ruhu bu hayattaki tek varlığının kalkması için yalvarıyordu fakat yine hayat onun kurduğu hayallerden daha acıydı. Ve inanmıyordu hala
" Ağabey kalk hadi sabah oldu, şaka yapma bak ben acıktım, hastamısın yoksa ilaç getireyim, ağabeyim kalk ne olur, ağabey? Fakat ağabeyi bir sonraki hayatında yaşmak için onu bırakıp gitmişti gerçi oda istemezdi lakin yaratıcının kararı buydu ve o karar en büyük emirdi, sözlerin en yücesi en büyüğü idi. Şimdi tek göz odanın içinde sessizliği hıçkırıkları bozuyordu meşe ağacından yapılmış tahta parkelerin arasındaki boşluklara bakıp ne yapacağının kararını vermeye çalışıyordu. Simsiyah saçları vardı, kaşı tıpkı saçları gibi siyah ve kalındı, gözleri yine siyaha çalıyor beyaz tenini zeytin gözlerinden çıkan yaş damlaları dolduruyordu. Biraz önce aklı başında değildi fakat şimdi tahta zemine bakarken biraz sakinleşmişti, yanağından yere düşmeyi bekleyen yaşları sildi dizlerinin üzerinden kalktı ve abisinin bedenini toprakla kavuşturmak için hazırlık yaptı. Bir yolunu bulup onu ranzanın üst katından indirmesi gerekiyordu, aynı zamanda ağır olan bedenini de incitmek istemiyordu. Önce ağabeyinin üstündeki bir hayli kalın olan yorganı kaldırdı havanın soğuk olması teninin çürümesine izin vermeyecekti bunu biliyordu çünkü annesinin de ölümünde de mezar kazana dek çok zaman geçmişti fakat ceset bozulmadan kokmadan kalabilmişti. Hatırına acı anların içinden çıkan tecrübeleri geliyordu. Şu hayattaki tek varlığını da kaybetmek her adım atışında anne ve babasının mezarlarının yanına gidip ağabeyi içinde toprağı deşelemek ona zül olmuştu. Uyumuyordu, dinlemiyordu, küçük ellerini saran kazma ve kürek sapı hiç boş kalmıyor sürekli toprak ile cebelleşiyordu. Düşünceleri hep düşünceli idi yine sabah olacak yine güneş doğacak ve bir sevdiğini daha sonsuzluğa uğurlayacaktı, tabi bu veda diğerlerinden daha farklı aynı zamanda şiddeti yüksek bir üzüntü ile olacaktı. Uyumadı, kursağından tek lokma geçmedi sadece kazdı, iki günün ardından ağabeyinin bedeninin sığacak derinliği sağladı. Artık hayal kurmuyordu, sadece kapının eşiğinde oturup canından çok sevdiği, bu sefil hayattaki tek varlığını da kendi elleriyle mezara koymanın vermiş olduğu bunaltıdan kurtulmak çabalıyor fakat defalarca gözlerinden sildiği yaşların yeniden akmasına engel olamıyordu. Hava buz kesmişti, çatıdan sarkan buz parçaları ara sıra çıkan güneşte bile erimek için çabalıyordu. Sanki ağaçlar her an ağlayacak gibi garip bir hal almış, her gün öten ve hiç susmayan kuşlar iki günde kaybolup gitmişlerdi. Doğa sessizdi, az sonra bir çocuğun hayallerinin tekrar tekrar yıkılışını izleyecek gibi bekliyordu. O ise oturduğu yerden derin bir nefes alıp kalktı ve ağabeyinin yattığı yatağa yöneldi, bir kez daha baktı dokundu, yattığı yorganı döşeği ile birlikte kaldırıp ranzanın yanına serdi altına yakacağı odunları koyup yarıya kadar yükseltti ve sıra ağabeyinin bedenini incitmeden düşürmeye geldi.
Uzun uğraşların sonunda kazdığı mezarın yanına kadar getirdiğinde su gibi terlemişti. Dualar etti, gökyüzüne seslendi, bundan sonraki hayatı için yardım diledi, gözyaşları içinde ağabeyinin bedenini indirdi, odun parçalarını sıkıca koyup çıktı mezarın içinden ve yine gözyaşları içinde toprakları buluşturdu sonsuzluğa...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
28.Yüzyıl ( Uyanış )
Science FictionTeknoloji yoktu, insanlar açlık ve kölelik ile yaşamak zorundaydı, kendilerini bu çukurdan kurtaracak olanın kral soyundan gelen birinin olacağını hayal bile edemezken kader yine bir yüzyılın kahramanını tarihin karanlık dolu sayfalarına yazacak ve...