Bölüm 2

62 3 0
                                    

    Şimdi yapayalnız bir hayatın ilk gününü yaşamaya başladı. Kapının eşiğinde oturup hava kararana kadar gözünün önünde duran mezarlara bakıyor, defalarca ve defalarca ağlamamak için derince nefes alıp veriyordu. Soğuk sanki teğet geçiyordu onu, hava buz kesiyor fakat o hissetmiyor gibi davranıyordu. Tek göz odanın içinde yapayalnız kalmak korkutuyordu onu, çocuk bedeninin içini dolduran ruhu bile uçsuz bucaksız ormanda bir başına kalmaktan dolayı endişe duyuyor, ürküyordu. Adını bilmediği bir diyarda açmıştı dünyaya gözlerini, yine bir kış günü saatin bile olmadığı bir vakitte doğmuştu, sanki bir daha  güzel günlere hasret kalacakmış gibi sevinen annesi, onu kucağına aldığında hiç gülmediği kadar gülmüş ve ellerinin arasında tuttuğu güzeller güzeli bebeğin bir erkek çocuk olduğunun şaşkınlığını ölene kadar yaşamıştı. Çok güzel bir çocuktu kara kaşlı kara gözlü beyaz tenli, saçları bile kömürden daha karaydı, kirpikleri şairlerin sevgililerine yazdığı  şiirlerde geçen oklardan daha uzundu vücudunda kıl namına bir şey yoktu. Fakat yüzündeki güzellik hayatının güzelliği ile orantılı değildi. Simdi babasının yaptığı kulübeye girip kapıyı sıkıca kapattı, ışık yoktu, suyu dereden getiriyorlardı, yiyecek sadece ormanda yetişen meyvelerdi ara sıra ağabeyinin avladığı geyik eti şereflendiriyordu midesini fakat artık ona o eti getirecek pişirecek kimse yoktu. Bir kez daha doldu gözleri, üşüdüğünü fark etti, köşede yığılmış olan odunları alıp sobayı yaktı, şimdi pencereden içeriye yansıyan ay ışığını perde ile kapatıp yanan odunların ateşine dikkat kesti gözlerini. Ne yapacaktı? Nasıl uyuyacaktı yalnız başına ? Önünde aşması gereken upuzun bir gece vardı. Kaderden bahseden babası geldi aklına,  her  gece  uyurken anlattığı bir hikâye vardı. Sobanın önünden kalktı ve kapının açıldığında arkasında kalan yatağına uzandı sessizdi her yer ara sıra dışarıdan gelen kurt ulumaları ile irkiliyor üstündeki yorgana sıkıca sarılıyordu. Babasının sesi canlandı kulaklarında, yine yanında belirdi hayali, baş ucunda hikayeye başladı ve kapattı gözlerini.
      " Günün birinde soylu bir ailenin prensi bir kız sevmiş ama ne sevme, onu düşünmeden uyuyamıyor, yemiyor içmiyor gülmüyormuş. Kızı görmek için saraydan gizlice kaçıp köye gidiyor fakat karşısına geçip ben seni seviyorum diyemiyormuş. Çünkü bir prens ancak ve ancak kendi gibi soylu bir ailenin kızı ile evlenebilirmiş, bu yüzden gerisin geriye gelip odaya kapanıyor günlerce ağlıyormuş. Belki söylese kız hemen boynuna atlayacak ve gülmeyen yüzü yeniden gülecekmiş fakat o buna cesaret edemiyor kral babasının öfkesinden korkuyormuş. Günler geçmiş aylar geçmiş tam bir koca yıl bitecek iken prens babasının karşısına dikilmiş. Demiş kralım böyle böyle ben köylü bir kıza aşık oldum, kral köpürmüş küplere binmiş, " olmaz olamaz demiş sen köylü paçavra, nefesi açlık kokan birini nasıl bizim soyumuza layık görürsün, sen ki koskoca prens başka kız mı yok prenseslerin kökü mü kurudu? " Prens tek kelam etmeden kralın huzurunu terk edip odasına dönmüş ve başlamış düşünmeye. Sabah olduğunda gözüne uyku girmeyen genç prens karar vermiş, sevdiği kıza gidip aşkını itiraf etmek için günün ilk ışıklarıyla birlikte düşmüş yollara. Köye vardığında çoktan gün başlamış ve köylüler krala olan vergilerini ödemek için çoktan çalışmaya koyulmuş. Aramış taramış kızı pazar yerinde gördüğünde atını  yanına sürüp önünde durup inmiş, köylü şaşırmış tabi bu hâle, dikkat kesilip olacakları izlemeye koyulmuş. Lafa girmiş genç prens demiş ben sana sevdalandım, kız kaldırmış kirpiklerini demiş bende sana sevdalandım prens şaşırmış ilk başta, sen beni hiç görmedin ki nasıl sevdalanırsın bana? kız gülümsemiş sen beni nerde gördüysen bende seni orda gördüm sefere giderken geçmez misin buralardan? prenste tebessüm etmiş devam etmiş kız işte bende seni, beni gördüğün o gün gördüm kor düştü kalbime fakat tuz bastım yarama sen bir prens ben bir köle, sen dağlar ben ben tepede bir kum tanesi şimdi sen ne dersin  geçip karşıma, git sarayına hevestir senin ki bugün var yarın yok. Prens beklemediği tepki karşında dili tutulmuş lal olmuş. Demiş heves değildir bu, kalbim çıkıyor sen aklıma düştüğünde, uyku girmiyor gözlerime lokma değmiyor dişlerime, madem seversin sende beni atla atıma gidelim buralardan prenslik düşsün üstümden bugün. Hiç tereddüt etmeden düşmüşler yola. Saray ise ayaklanmış her deliğe, her taşın altından prens aranıyor fakat bir haber alınamıyormuş, ulaklar köylere haber salmış ahvali anlatmış gören duyan varsa saraya gelip haber etmeleri istenmiş. Bir günün ardından sarayın kapısı çalmış köylü olanı biteni olduğu gibi anlatmış. Kral yine deliye dönmüş, bağırmış çağırmış ülkenin tek mirasçısı bir köylü kızıyla kaçmasına dayanamayan kral ertesi günün sabahında salmış askerlerini köylere, yakmışlar yıkmışlar taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmamış binlerce insanı katletmişler."
         Yine hikayenin sonunu dinleyemeden yenik düştü uykuya ve dalıp gitti. Sobanın içinde yanan odunların çıkarttığı o ses ile birlikte gece bitmişti. Güneş doğmak için izin aldı gecenin aydınlığından ve izin geldiğinde dağların arasından görünmeye başladı...

28.Yüzyıl ( Uyanış ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin