Değişmişti dünya. Teknoloji gidebildiği son noktaya ulaşmış fakat insanoğlunun aç gözlülük ve hırsı yüzünden hızlı yükselişini yine hızlı bir çöküntü ile tamamlamış, kısmen de olsa yok olmuştu. Yirmi sekizinci yüzyıla girilmek üzereydi ama yeni yıl ve yeni bir yüzyıl hiç bu kadar neşesiz kutlanılmayacaktı. Bir zamanlar tarihinin en görkemli dönemlerini geçiren insanoğlu şimdi bir parça ekmeğe muhtaç durumdaydı. Savaşlarla harap edilen dünyanın yine harap düşmüş insanları ondördüncü asır insanları gibi yaşamak zorunda kalmış yada bırakılmıştı. Geçmişte yaşanan o muhteşem yüzyıllar artık sadece tarih kitaplarında ders olarak okutulan bir mazinin parçalarıydı. Artık şehirlerde yoktu, devletlerin vilayetleri, köyleri, kasabaları, turistlik gezilerin yapıldıği tarih kokan yapıtlar yoktu. İnsanlar artık hayal bile kuramıyor sadece yarın yiyecekleri ekmek için çalışmak zorunda olduklarını biliyordu. Dünya altı büyük koloniden başka hiçbir toprağını insanlık için uygun görmüyordu ve onları bu büyük beton duvarların ardında yaşamaya mahkum ediyordu. Koloniler askerî kuvvetler ile korunuyor ve bir isyan durumunda hazır olmak için yerleşkelerini uzun duvarların hemen önünde kurmuştu. Zaten insanların ne isyan edecek bedenleri ne o bedenlere güç verecek ruhları vardı. Burjuva sınıfı yeniden baş göstermişti ve fakirlikten kurtulmak mümkün değildi, zengin soylular ise günlerini rahatlık içinde çalışmadan geçirirken köle statüsünde olanlar sabahın erken saatlerinde kalkıp soylular askerler ve din adamları için çalışmak zorundaydı. Vaktin bir önemi yoktu. Mesleklerin işini iyi yapıp kademe yükselmek gibi bir amaç yoktu, okul üniversite eğitim adı altında hiçbir faaliyete izin verilmiyor sadece çalışmak ve üretmek amaçlanıyordu. Koloniler soylu ailelerin oy birliği ile seçtiği bir aile tarafından yönetilir ve din adamlarının aralarında oluşturdukları bir heyet tarafından denetleniyor aynı zamanda yönetim hakkında fikir beyan da ediyorlardı. Kısacası tarih yeniden tekerrür etmişti. Her koloninin bir bayrağı ve ordusu bulunduğu gibi o koloniye has kanunlar ve hükümleri de vardı. İnsanlık birkaç sefil zihniyetin kölesi olarak yaşamaya devam etmekten başka bir çare düşünmüyor sadece ailelerinin korunaklı bir yerde yaşadığı için kendilerini şanslı hissediyordu.
O ise kaçtığının yada kaçması gerektiğinin farkında bile olmadan sabahı etmişti. Gece gündüze ulaşmak için çabalamış ve çabasının karşılığını almıştı. Oda günlerce uykusuz kalan gözlerini kesintisiz bir uykuyla rahatlatmanın hissi ile uyandı. Gözlerini açar açmaz esnedi ve ardından odanın içini kaplayan soğuğu hissetti. Kalkıp sönen sobayı yeniden yaktı. Karnı acıkmıştı. Fakat yiyecek bir şey yoktu, ağabeyinin ölmeden önceki akşam masanın üzerine çıkarttığı kurutulmuş ette bitmişti. Mevsim kışdı. Ağaçlarda meyve yoktu, yerde yetişen ot bile yoktu. Üstüne yamanmış kazağını giyip dışarıya çıktı. Etrafına bakıp göz gezdirdi, Çünkü her sabah ağabeyi aynısını yapardı. Önce kafasını kapıdan çıkartıp etrafına bakınır elinde ki mızrağı ile etrafı kolaçan ettikten sonra dışarıya çıkardı. Oysa nedenini sormak hiç aklına gelmemişti. Elindeki mızrağı bel hizasında ileride tutarak yavaş yavaş çıktı kulübeden. Tuzakların kurulu olduğu yerleri belirten haritada kazağının iç cebindeydi ve o haritanın güzergahı takip etmeye başladı. Saatlerce gezdi, gezdikçe yürümeye takati kalmadı fakat onu ayakta tutan başka bir güç vardı ve düşmesine izin vermiyordu. Birden durdu ve yanındaki ağacın arkasına geçti, hemen önünden bir ses korkutuyordu onu. Kalbi küçük bedeninin içinden fırlayıp beyaz kâr kütlesinin üzerine düşecek gibiydi. Derin bir nefes aldı ve kafasını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Yerde debelenen bir dağ keçisini gördü. Yine temkinli şekilde yanına yaklaşıp tuzağa düşen hayvanını canını mızrak darbesiyle çıkartı. Bunu yaparken hiç düşünmemiş elleri bile titrememişti. Sanki bu işi yapan bir avcı gibiydi. Hayvanı tuzaktan kurtarıp kulübeye kadar sürüklerken vücudu hayatı boyunca atmadığı kadar ter atmıştı. Şimdi ağabeyinden gördüklerini uyguluyordu, önce hayvanını derisini yüzdü ve hemen ardından iç organlarını çıkarttı. Bu şeyleri yaparken bile bir usta gibi hareket ediyordu. Hemen sonra hayvanın kemiklerini parçaladı ve içeriye taşıdı. Yeniden dışarıya gidip hayvanın iç organlarını ve yenmeyecek uzullarını yırtıcılar gelmesin diye dereye kadar çekti. Ve ardından sobanın üzerinde pişen etin kokusuyla önce burnunu ardından midesini şereflendirecti. Odunların çıkarttığı çatırdama sesi ile birlikte beklemeye koyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
28.Yüzyıl ( Uyanış )
Science FictionTeknoloji yoktu, insanlar açlık ve kölelik ile yaşamak zorundaydı, kendilerini bu çukurdan kurtaracak olanın kral soyundan gelen birinin olacağını hayal bile edemezken kader yine bir yüzyılın kahramanını tarihin karanlık dolu sayfalarına yazacak ve...