Selam okurcanlarım! Yeni ve daha gerçekçi bir projeye başladım. Yardımınızla altından kalkacağımı düşünüyorum. Olaylarda gerçeklik payı var fakat olduğu gibi hayatımı aktarmadım tabii ki. İsimler sahte ve bazı karakterler aslında yok. Her neyse büyük ihtimal okumadınız o yüzden fazla uzatmadan geçeyim.
Keyifli okumalar!
♧♧♧
Bazen en büyük düşmanınız geçmişiniz olur. En tehlikelisi, en azgını ve size karşı en çok zafer kazananı... Kaçmaya çalışırsınız; ancak bu, çözüm olmamakla birlikte sizi daha çok yıpratır. Yorulursunuz.
Tek başınıza olduğunuzu hissettiğiniz o an -hani şu 'neden yaşıyorum ki?' dediğiniz ilk an- büyümüşsünüz demektir. Ve bu, dönüşü olmayan bir noktadır. An itibariyle dünya, size gerçek yüzünü bütün acımasızlığıyla gösterecektir.
İşte anlatcağım kişi belki de bu konuda -farketmeden- beni en çok büyüten kişidir. Dünyanın ne denli acımasız olduğunu anlamamı sağlayan, beni olgunlaştıran kişi.
Bu olgunlaşma süreci, genelde birine çok bağlanınca ve onu kendinden daha önemli görmeye başlayınca gerçekleşir. Siz onun için tüm hayatınızı bir kenara itersiniz, o ise kendinden uzaklaştırmak amacıyla kayıtsızca elini savurduğu bir sinekten daha fazla değer vermez size. Bunu anladıktan sonra herkese şüpheyle yaklaşırsınız. Kimseye güvenmez, toplumda 'ruh' gibi dolaşırsınız.
Sizi yargılayanlar da ayrı bir derttir. Bilmezler kalbinizin ne denli darmadağın olduğunu... Sadece dünya ile müttefik olduğunu gösterecek şekilde sizi düşünmeden yargılar, zaten binlerce parça olan kalbinizi daha da parçalar, kırar, ezerler...
Dayanamayıp ağlarsınız bazen de değil mi? Ve bunun için en ufak bahane yeterlidir. Bir şeyler yaşarsınız, güçlü görünmek için ağlamayıp içinize atarsınız. Anılarınız size saldırır; ağlamaz, içinize atarsınız. İnsanların fıtratında vardır bu. Güçsüz görünmekten hoşlanmayıp, güçlü imajı vermek için maskeleriyle dolaşırlar. İçlerine atarlar. İşte, işte biziz bunlar.
Siz hiç kalbiniz acırken zorla gülümsemediniz mi?
Eğer zorla gülümsemediyseniz ne mutlu! Hala çocuksunuz. O güzel, toz pembe hayatınızın tadını çıkarın ve kimseye çok bağlanmayın. Aksi taktirde, dünyaya tahmmülünüz kalmaz ve emin olun bunu istemezsiniz.
Benim de tüm bunları anlayışım, bir tesadüf eseri tanıştığım o kusursuz insanı tanıyınca ve ona bağlanınca başladı.
Bu söyleyeceklerime inanmayacaksınız belki ama yine de umudunuzu kaybetmeyin. Çünkü her mutsuzluk, yeni bir mutluluğu inşa eder. Ben bunu bizzat yaşayan biri olarak rahatlıkla doğru olduğunu söyleyebilirim.
Ya tesadüflere ne demeli dostlarım? Tesadüfler gerçekten o kadar anlamsız, önemsiz, rastgele şeyler mi? Sizi bilmem ama bence kesinlikle değil. Bir tesadüf; hayatınızı baştan aşağıya değiştirebilir, ayağınızı yerden kesebilir, başınızı döndürebilir, size boğulacak kadar kuvvetli ağlama krizleri geçirtebilir.
Peki hayatımızı bu denli etkileyen şeyleri önemsememiz doğru mu sizce? Değil, olmamalı. Gün gelir, hayatınızın anlamı mucizevi bir tesadüf olur. Yani bu tesadüflere dikkat edin derim.
Evet şu ana kadar yazdıklarımı o mucize olmasaydı yazamazdım. O mucize, Murat. Az dağıtmamıştır beni. Ama en azından beni topladı ve eskisinden daha sağlam inşa etti.
♧♧♧
Koşuşturuyordum, yine. Bu sefer de bizim için özel yapılmış kağıtlardan almam gerekiyordu. Nihayet koştuğumu farkedince duraksadım ve bunun benim için tehlikeli olduğu kanısına vardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçimizdeki Harabeler
Random"Siyah." "Siyah?" "Evet. Sonsuz karanlığın gizemli rengi." Biraz durup düşünme ihtiyacı hissettim. Karanlık, siyah mıydı her zaman? İsminde bile "kara" varken... Karanlığımın rengini değiştirmem mümkün müydü? Mümkünse, ne derecede mümkündü? Birinin...