Sabah oldu sonunda. Sahile gidip bir bira içmeyi düşündüm ama üşeniyorum da. O zaman yazı-tura... Tura çıkıyor, yani gidiyorum sahile.
Yol uzun ve sıkıcı... Oraya vardığımda ise manzara paha biçilemez. İçmeye başlıyorum yavaştan. Denizi izlemek hep mutlu eder beni. Belki de bu hayatta iyi yapabildiğim tek şey yüzme olduğu içindir... Kocaman bir yudum alıyorum biradan. Yanına bir de sigara yakıyorum.
'' Eşlik edebilir miyim?'' diyen sesle irkiliyorum ve güneşimi kapatan silüete bakıyorum. Hemen hemen benim yaşlarımda bir adam. ''Tabii'' diyorum gayri ihtiyari. Oturuyor o da benim gibi bir poşet birayla.
'' Ben İsmet'' diyerek elini uzatıyor. Karşılık veriyorum: '' Erkan. Memnum oldum.''
Sonra pek konuşmuyoruz. Yan yana bira içerek birbirlerine adeta güven veren iki yabancı... Bana güven veriyor o adamın sadece orada oturması. Biri gelse bir tartışma olsa sanki benim yanımda duracak ve bana güç verecekmiş gibi. Bir can yoldaşına ne kadar ihtiyacım olduğunu o an anlıyorum ve yıllar sonra ilk kez zorunda olmadığım bir konuşmayı ben başlatıyorum. Sohbete başlıyoruz. Evlerimiz çok yakın çıkınca o şaşırıyor nasıl daha önce karşılaşmadık diye. Ama ben biliyorum ki ben birçok kişi tarafından zaten bilinmeyen bir adamım. Neden bu saatte içmeye geldiğini soruyorum. Sadece derin bir iç çekiyor. Daha da yakın hissediyorum onu kendime. Sabah erkenden içmeye gelen birinin düşünmek istemediği, susturamadığı çok anısı vardır...
Uzun süre sohbet ettik ve yeniden buluşma sözüyle ayrıldık. Bir daha ki sefere onun sürekli gittiği bir bara gideceğiz. Söylediğine göre müzikleri çok kaliteliymiş. Normalde kabul etmezdim ama gitsem de gitmesem de bana fark etmeyeceği için yazı-tura attım. Bu hoşuma gitti. Beni ilginç bulduğunu söyledi. Şaşırdım çünkü ilk kez biri beni farklı tanımladı. 'Umutsuz' değil de 'ilginç' dedi.
Eve vardığımda öğle olmuştu. Gidip hemen uyudum. Yıllar sonra bir arkadaşım olmuştu ve ben bunun için memnundum. Benimle konuşmak isteyen birini geri çevirmemiş, görmezden gelmemiştim. Bu bana huzur verdi, az da olsa...
Uyandığımda saat akşam dokuz olmuştu. Her zamanki gibi yine çok uyumuştum. Uyku kaçışların en güzeliydi. Kalkıp bir çay koydum ve balkona çıkıp bir sigara yaktım. Karanlık akşam saatleri... Şehrin en güzel saatleri... İsmet'le yarın gece aynı yerde buluşup bara gideceğiz. Umarım pişman olmam. Çünkü ne zaman birini hayatıma soksam, dost, eş, arkadaş fark etmez, her zaman pişman olup; 'Bunu bir daha yapmayacağım!', derken buluyorum kendimi. İşte insanlarla iletişim kurmak benim için bu kadar zor.
Televizyonu açıp haber kanallarında dolaştım. İlgimi çeken bir haber olmadığını görünce film izlemeye karar verdim. Daha önce izlemediğim bir film bulmak çok zor oldu. Yalnızlığın en güzel yanı da bu belki, okumadığım kitap veya izlemediğim film sayısı çok azdır. İkinci Dünya Savaşı'yla ilgili bir film izliyorum. Bir ara durdurup mısır patlatmak geliyor içimden ama üşendiğim için vazgeçiyorum. Film bitince belgesel izlemeye başlıyorum ve sabaha kadar böyle geçiyor.
Bugün Pazar ve akşam yeni arkadaşımla bara gideceğim. Çok içmemek konusunda söz veriyorum kendime çünkü çok içersem mutlaka bir bebek gibi ağlarım, biliyorum.
Sonunda zamanı geldi. Sahile doğru yürümeye başladım. Ayaklarım geri geri gitse de söz vermiştim ve artık bu kafesten çıkmak istiyordum. Evet, bunu istiyordum. İlk defa istediğimi hissediyordum.
Sahile vardığımda benden önce geldiğini görüyorum ve beklettiğim için özür dileyerek selam veriyorum. Gülümseyerek karşılık veriyor. Ufak bir sohbet ve yola çıkıyoruz. Yolda sürekli siyaset hakkında konuşuyor. Ben pek konuşmadığım için sitem ediyor bir de. Onu kırmamak için eşlik ediyorum biraz. Birkaç siyasiye yükleniyorum, kin kusuyorum falan. Sonra futbol, özellikle milli takım. İsmet benim önceki halime benziyor. Fanatik bir futbol hayranı, tarih sevdalısı ve siyaset meraklısı. Ama büyük bir farkla; ben hayattan zevk almayı bırakmadan önce kadınlarla da ilgilenirdim. Yani Esra'ya kadar hayatımı birleştirmek istediğim bir kadın olmamıştı ama severdim onlarla gezip eğlenmeyi. Fakat İsmet'in hayatı kadınlardan soyutlanmış gibi ve bundan gayet memnun gibi anlatıyor kendini.
''Yakışıklı bir adamsın. Neden kadınlardan bu kadar uzaksın?'' diye soruyorum ister istemez.
''Ben daha çok küçükken annem babamla beni terk etmiş. Ben hatırlamıyorum tabi. Ama babam beni öyle bir yetiştirdi ki, bana her zaman sevginin, aşkın gereksizliğini ve vereceği acıyı öğretti. Bilemiyorum belki öyle değildir ki öyle olmadığını da düşünüyorum ama ne yazık ki babam beni cinsel dürtülerden ve aşk kavramından tamamen soyutladı. İhtiyaç duymuyorum''
'' Ne yani hiç cinsel ilişkiye girmedin mi?'' diye soruyorum şaşkınlıkla.
''Evet,'' diyerek gözlerini yola sabitliyor.
''Peki. İster misin? Yani en azından denemek. Seni bildiğim bir yere götürebilirim,'' diyorum ve anında pişman oluyorum çünkü reddedeceğini biliyorum. Ama o beni şaşırtıyor ve kabul ediyor.
''Sonuçta her şeyi denemek gerekir değil mi.'' Diyerek bir kahkaha patlatıyor.
Bara vardığımızda saat henüz gece on bir. İçmeye yavaş yavaş başlıyoruz. Ama o sohbete çok meraklı.
''Hiç anlatmıyorsun,'' diyor. '' Dertli bir adamsın, içine kapanık... Ama inan bana paylaşmak, anlatmak iyidir.''
Önceleri pek bir şey anlatmıyorum ama sonra kendime verdiğim sözü unutarak kör kütük sarhoş oluyorum ve gecenin ilerleyen saatlerinde her şeyi ağlaya ağlaya bir bir anlatıyorum. Anlattıkça rahatlıyorum da. İşte o zaman anlıyorum konuşacak birine ne kadar ihtiyaç duyduğumu. Bunu anladıkça anlatıyor, anlattıkça rahatlıyorum. En son o kadar çok içiyorum ki kendimi unutuyorum. Her şey, her yer kararıyor.
Uyandığımda bir evin salonundayım. Başım çatlarcasına ağrıyor ve kendime gelmekte zorluk çekiyordum.
YOU ARE READING
YAZI - TURA
General Fiction''Artık bana ihtiyacın kalmadı. '' Tüm umudunu yitirdiğinde... Hayallerinin hep hayal olarak kalacağını anladığında... Artık büyüdüğünü sandığında... İşte o zaman büyük bir tehlike içindesindir, belki... Aslında tehlike sensindir.