Arkadaşlığımız boyunca çözmesi için dostum Shelock Holmes'a iletilen oncaproblemin arasında, benim tarafından ona sunulan yalnızca iki tane olay oldu -birincisi Bay Hatherley'in başparmağı ile ilgili olanı, öteki de Albay Warburton'undeliliğiyle ilgili olanıydı. Bunlardan ikincisi dikkatli ve özel yeteneklere sahip biraraştırmacı için daha ilginç olabilir, ama diğeri, başlangıcıyla öylesine garip,ayrıntılarıyla öylesine dramatikti ki özellikle bu vakanın kayda geçirilmesinindaha anlamlı olacağını düşünüyorum. Gerçi bu vakada, dostum, o inanılmazsonuçlara varmasını sağlayan kendine özgü yöntemlerini kullanmasına pek gerekduymadı. Hikâye, bildiğim kadarıyla, gazetelerde de bir çok defa yer almıştı amatıpkı öyle anlatımların tümünde olduğu gibi, yarım sütuna geçilen bir haberinetkisi çok az olur; hele olayların tek tek gözünüzün önünde gelişmesini, sırrınbasamak basamak çözümünü görmekle kıyaslayacak olursak. Yaşandığı zaman,içinde bulunduğumuz durum beni çok etkilemişti ve aradan iki yıl geçmesinerağmen bu etkinin azaldığını söyleyemem.Şimdi anlatacağım olay, '89 yazında, evliliğimde hemen sonra erçekleşti.Doktorluğa geri dönmüş, Baker Street'deki odamızdan ayrılmıştım. Ama sürekli,ziyaretlere devam ediyor ve bohem alışkanlıklarından vazgeçip en azından biziziyarete gelmesi için arada bir Holmes'i teşvik etmeye çalışıyordum. İşim sürekliartıyordu. Paddington istasyonuna çok yakın olduğum için, işçiler arasından dahastalar gelmeye başlamıştı. Istırap dolu, müzmin bir hastalığın pençesindenkurtardığım hastalarımdan biri, her fırsatta yeteneklerimi övüyor veetkileyebildiği her hastayı bana gönderip duruyordu. Bir sabah, saat yedidenhemen önce, Paddington'dan iki adamın gelmiş olduğunu ve bekleme odasındabeni beklediklerini söyleyen hizmetçimiz tarafından uyandırıldım. Tren yolukazalarının aciliyetini bildiğim için çabucak giyindim ve aşağıya koştum. Aşağıyainerken, eski arkadaşım bekçi, odadan çıkıp kapıyı arkasından sıkıca kapattı."Onu getirdim," diye fısıldadı omzunun üzerinden başparma-ğıyla kapıyı işaretederek, "ama merak etme, durumu iyi.""Peki, ne oldu?" diye sordum, çünkü odama tuhaf bir yaratığı kıstırmış gibidavranıyordu."Yeni bir hasta," diye fısıldadı. "En iyisi onu kendim getireyim dedim, böylecekaçmaya fırsatı olmazdı. Artık sağ salim burada. Neyse, şimdi gitmem lazımdoktor; biliyorsun benim de senin gibi bazı görevlerim var," dedi göz kırparak.Ardından hemen gitti... Teşekkür bile edememiştim.Görüşme odama girdim. Masada, sade giyimli bir beyefendi oturuyordu. Eline hertarafı kan lekeleri ile dolu bir mendil sarmıştı. Gençti - yirmi beşten fazlaolamazdı - ve güçlü, erkeksi yüz hatları vardı; ama inanılmaz solgundu vezorlukla kontrol altında tutabildiği bir korku içindeymiş gibi davranıyordu. "Sizi bu kadar erken rahatsız ettiğim için üzgünüm doktor bey," dedi, "ama geceçok önemli bir kaza geçirdim. Sabah treniyle geldim ve Paddington istasyonunda,bir doktoru nerede bulabileceğimi sorar sormaz iyilik sever biri beni buraya kadargetirme nezaketinde bulundu. Hizmetçinize bir kart vermiştim ama görüyorum kionu sehpanın üzerinde unutmuş."Kartı alıp inceledim. 'Bay Victor Hatherley, hidrolik mühendisi, 16 A, VictoriaCad. (3.cü Kat) ' Sabah ziyaretçimin ismi ve adresi böyleydi."Sizi beklettiğim için üzgünüm, sıkılmış olmalısınız" dedim sandalyeye oturarak."Anladığım kadarıyla bir gece yolculuğundan yeni gelmişsiniz, bu bile yeterincesıkıcı.""Hayır, gecem pek sıkıcı geçti sayılmaz," dedi ve gülmeye başladı. Arkasınayaslanmış, sarsılarak, yüksek sesle gülüyordu. Bütün tıbbi tecrübelerim bana bugülüşün kötüye işaret olduğunu hissettirdi."Sakin ol!" diye bağırdım. "Kendine gel!" Hemen bir bardak su verdim.Boşunaydı; gülme krizine tutulmuştu. Güçlü tabiatlı insanların büyük bir tehlikeatlattıktan sonra girebildikleri tarz bir nöbetti. Sonunda kendine geldi. Beti benziatmıştı ve yorgun görünüyordu."Kendimi aptal durumuna soktum," dedi."Hayır, hiç de değil. Haydi şunu için bakalım."İçine biraz brendi de kattığım suyu içtikten sonra kansız yanaklarına biraz renkgeldi."Oh, bakın bu iyi geldi!" dedi."Şimdi doktor, acaba başparmağımla, daha doğrusu başparmağımın olmasıgereken yerle ilgilenebilir misiniz?"Mendili açıp elini uzattı. Sinirlerim sağlam olmasına rağmen ben bile gördüğümmanzara karşısında ürperdim. Parmak, kökünden kesilmişti."Aman Tanrım!" diye bağırdım. "Korkunç bir yara bu. Çok fazla kanamış olmalı.""Evet, epey fazla; kesildiğinde bayıldım ve sanırım uzunca bir süre de baygınkalmışım. Kendime geldiğimde hâlâ kanıyordu. Bunun üzerine bileğimin etrafınamendilimin bir köşesini sıkıca sardım ve bir tahtayla destekledim.""Tek kelimeyle mükemmel! Operatör olmalıydınız.""Aslında hidrolik bir durum, bu da bildiğiniz gibi uzmanlık alanım."Yarayı inceledim ve teşhisi koydum: Bu çok ağır ve sivri bir şeyle yapılmış.""Satır gibi bir şeydi," dedi."Bir kazaydı herhalde?""Hayır, kesinlikle değil.""Nasıl? Bir saldırı mıydı yani?""Kesinlikle.""Beni korkutuyorsunuz."Yarayı temizledim ve sargı bezi ile kapattım. Arada sırada dudağını ısırdıysa daişlem boyunca hiç sesini çıkartmadan oturdu. Bitirdiğimde, "Şimdi nasılsınız?"diye sordum. "Harika! Brendiniz ve sargınız sayesinde yeniden doğmuş gibiyim. Çok halsizdüştüm ama gerçekten de yorucu bir geceydi.""Bir süre konuşmazsanız daha iyi olur. Belli ki sinirleriniz bozuk.""Yo, yo, artık değil. Hikâyemi zaten polise anlatmak zorunda kalacağım, amaaramızda kalsın, bu yaram olmasa bana inanacaklarını pek sanmıyorum, çünkübaşımdan geçenler olağanüstü şeyler. Üstelik anlattıklarımı destekleyebilmek içinpek kanıtım da yok. Bana inanacak olsalar bile onlara sunabileceğim ipuçları okadar az ki, adaletin yerini bulma olasılığı yok gibi.""Hah!" diye bağırdım. "Çözülmesini istediğiniz bir problem varsa, polisegitmeden önce arkadaşım Sherlock Holmes'e gitmenizi öneririm.""Ah! Onun ismini daha önceden duymuştum," dedi ziyaretçim. "Ve davaylailgilenecek olursa çok sevinirdim. Tabii ki polise de gitmem gerekecek ama öncearkadaşınıza gitsem iyi olur; oraya nasıl gideceğimi anlatır mısınız?""Daha iyisini de yaparım; sizi ona kendim götürürüm.""Size gerçekten minnettar olurum.""Bir araba çağırıp beraber gideriz. Zamanında gidersek birlikte kahvaltı daedebiliriz. Ne dersiniz?""Zaten hikâyemi anlatana kadar kendimi rahat hissedemem.""O zaman hizmetçime söyleyeyim bir araba çağırsın. Ben hemen dönerim."Yukarı koşup karıma durumu kısaca anlattım; beş dakika sonra Baker Sokağı'nadoğru yola koyulmuştuk bile. Sherlock Holmes'u, tam tahmin ettiğim gibi,sabahlığıyla oturma odasında oturmuş, Times'deki şahsi ilanlar sütununu okurkenbulduk. Bir gün önceden arta kalan, şöminesinin üzerinde dikkatlice kurutmuşolduğu tütün kırıntılarından oluşan kahvaltı öncesi piposunu tüttürüyordu. Bizi herzamanki sakin tavıyla karşıladı, üçümüze kahvaltı söyledi ve beraber mükemmelbir yemeğe oturduk. Kahvaltımız bittiğinde konuğumuzu koltuğa oturttu, başınınarkasına yumuşak bir yastık yerleştirdi ve hemen yanına bir bardak brandy ve sukoydu."Başınızdan geçen her neyse, bay Hatherley, sıradan bir şey olmadığınıgörebiliyorum," diye söze girdi. "Rica ederim uzanın ve kendinizi evinizdeymişgibi hissedin. Bize anlatabileceğiniz her şeyi anlatın; yorulduğunuzda durupgücünüzü toparlamak için birkaç yudum içmeyi ihmal etmeyin.""Teşekkür ederim, ama doktor yaramı sardığından beri kendimi çok daha iyihissediyorum ve sizin kahvaltınız da tedaviyi tamamladı sanırım. Değerli vaktinizimümkün olduğu kadar az harcamak için yaşadıklarımı anlatmaya hemenbaşlayacağım."Ben tam karşısına otururken, Holmes, meraklı ve uyanık kişiliğini gizleyen obitkin ve yorgun haliyle büyük koltuğuna oturdu ve beraberce konuğumuzunilginç hikâyesini dinlemeye başladık."Londra'da tek başına yaşayan yetim ve bekâr biriyim. Hidrolik mühendisiyim vetanınmış bir firma olan Venner & Matheson'-da yedi yıl çalıştım. İki yıl önce,artık görevimi tamamlamış ve de zavallı babamın ölümüyle oldukça yüklü bir miktar paraya da sahip olmuşken, kendi işimi kurmaya karar verdim ve Victoriacaddesinde bir yer tuttum."Sanırım kendi işini yapmaya karar veren herkes ilk deneyimlerin zor olduğunubilir. Benim için de tam olarak öyle oldu. İki yıl boyunca üç görüşme ve küçük birişten başka bir şey yapamadım. Mesleğimin bana sağladığı tam olarak bu kadardı.Her gün, sabah saat dokuzdan öğleden sonra saat dörde kadar küçük iş yerimdeoturup bekledim. Tabii sonunda umudum tükendi ve asla başaramayacağımainanmaya başladım."Neyse, dün tam ofisimi terk etmek üzereydim ki sekreterim odama girerek,dışarıda benimle iş için görüşmek isteyen bir beyefendinin beklediğini söyledi.Üzerinde 'Albay Lysander Stark' yazan bir de kart getirmişti. Hemen arkasındanalbayın kendisi de odaya girdi. Oldukça uzun boylu ama inanılmaz zayıf biradamdı. Hayatım boyunca onun kadar zayıf bir adam gördüğümü hatırlamıyorum.Çok sivri bir burnu ve çenesi vardı ve yanaklarının derisi, sivri yüz hatlarındandolayı gergin görünüyordu. Yine de sağlıklı görünüyordu çünkü gözleri parlak,adımları hızlı ve hareketleri enerji doluydu. Sade ama şık giyimliydi ve yaşı datahminime göre, kırka yakındı." 'Bay Hatherley?' dedi, alman aksanına benzer bir aksanla. 'Bana tavsiyeedildiniz, Bay Hatherley. Sırf, mesleğini profesyonelce yapan biri olarak değil;aynı zamanda ihtiyatlı ve sır saklaya-bilen biri olduğunuz için.'"Böyle bir iltifat karşısında her genç adamın hissedeceği gibi onur duydum vesaygıyla eğildim. 'Beni böylesine güzel tanıtanın kim olduğunu sorabilir miyim?'dedim." 'Belki de size bunu şu an için söylemesem daha iyi olur. Aynı kaynaktanöğrendiğime göre yetimsiniz, evli değilsiniz ve Londra'da tek başınızaoturuyorsunuz.'" 'Bütün bunlar doğru,' diye cevap verdim. 'Merakımı bağışlayın ama bununmesleki yeteneklerimle ilgisini anlayamadım. Yanlış anlamadıysam benimle işgörüşmeye geldiniz.'" 'Kesinlikle. Söylediğim her şeyin önemini zaten göreceksiniz. Sizin için bir işimvar ama tam bir gizlilik şart... anlıyorsunuz ya, tam gizlilik, ve bunu ailesiyleyaşayan bir adamdansa yalnız yaşayan birinden beklemek daha kabullenilir birşeydir.'" 'Sır tutacağıma dair söz verirsem,' dedim, 'bunu kesinlikle yapacağımı bilmeniziistiyorum.'"Konuştuğum süre içersinde bana sertçe baktı. Daha önce hiç bu kadar şüphedolu, sorgulayıcı bir bakış görmemiştim." 'Söz veriyor musunuz öyleyse?' dedi sonunda." 'Evet veriyorum.'" 'Öncesinde ve sonrasında tam ve kesin bir sessizlik için bile mi? İşle ilgili neyazılı, ne de sözlü tek bir yorumda bulunulmayacak?'" 'Size söz verdim.' " 'Çok iyi.' Birden ayağa fırladı ve yıldırım hızıyla odanın öbür tarafına koşupkapıyı açtı. Hol boştu. Geri döndü ve:" 'Bu da tamam. Bazı sekreterlerin patronlarının işleri konusunda ne kadar meraklıolduğunu bilirim. Artık rahat rahat konuşabiliriz,' dedi. Sandalyesini benimkininhemen yanına çekti ve tekrar bana o şüphe dolu bakışlarını yöneltti."Adamın tuhaf davranışları, içimde korkuya yakın bir iticilik duygusuuyandırmaya başlamıştı. Bir müşteriyi kaçırma korkusu bile içimdekihuzursuzluğumu saklamama yetmedi." 'Rica ederim artık geliş nedeninizi söyleyin beyefendi,' dedim; 'zamanımdeğerlidir.' Son cümlemi söylememiş olmayı nasıl isterdim bir bilseniz; amakelimeler ağzımdan fırlamıştı bile." 'Bir gecelik iş için bin yüz şiline ne dersiniz?'" 'Çok güzel.'" 'Bir gecelik iş diyorum ya, bir saat demek daha doğru olur. Sizden istediğim,bozulan hidrolik bir baskı makinesine bakmanız. Bozukluğun nerede olduğunusöylerseniz gerisini kendimiz de halledebiliriz. Ne dersiniz?'" 'Kolay bir iş gibi görünüyor. Üstelik kazancı da harika .'" 'Kesinlikle öyle. Bu gece son trenle gelmenizi istiyoruz.'" 'Nereye?'" 'Berkshire, Eyford'a. Oxfordshire sınırına yakın küçük bir yer. Paddington'dankalkan trene binerseniz on biri çeyrek geçe gibi orada olursunuz.'" 'Anlaştık.'" 'Ben sizi orada bir arabayla bekliyor olacağım.'" 'Demek bayağı bir yol gideceğiz, öyle mi?'" 'Evet, yerimiz kasabanın dışında. Eyeford İstasyonundan en azından yedi miluzakta.'" 'Öyleyse gece yarısından önce oraya varmamız pek mümkün görünmüyor.Büyük ihtimalle bir dönüş treni de bulamam. Bu durumda geceyi sizde geçirmekzorunda kalacağım.'" 'Evet, size kolaylıkla bir oda ayarlayabiliriz.'" 'Bu oldukça garip bir durum, daha uygun bir saatte gelsem olmaz mı?'" 'Geç gelmenizin en iyisi olacağı konusunda kararlıyız. Aslında işinin doruknoktasına ulaşmış meslektaşlarınıza ödenecek bir miktarı sizin gibi genç vetanınmamış bir beyefendiye vermemizin sebebi, bu duruma aldırmamanız için.Ama vazgeçmek istiyorsanız, henüz hiç bir şey için geç değil tabii.'"Teklif ettiği parayı ve benim için ne kadar faydalı olacağını düşündüm. 'Hayırvazgeçmiyorum,' dedim, 'isteklerinizi memnuniyetle yapacağım. Ama benden nebeklediğiniz konusunda biraz daha bilgilenmek isterim.'" 'Pek tabii. Sizden istemiş olduğumuz gizlilik yeminin merakınızı uyandırmışolması çok doğal. Her ayrıntıyı sunmadan sizden bir şey talep etmek istemem.Akşam üzeri kimseyi beklemiyorsunuz değil mi?'" 'Kesinlikle beklemiyorum!' " 'Öyleyse anlatayım. Killi toprağın ne kadar değerli olduğunu ve İngiltere'deyalnızca bir iki yerde bulunduğunu biliyorsunuzdur herhalde.'" 'Duymuşum.'" 'Bir süre önce Reading'e yakın bir yerde, küçük, çok küçük, bir yer aldım. Şanseseri arazimde killi toprak kaynağının olduğunu fark ettim. Ancak, yaptığıminceleme üzerine bu kaynağın oldukça küçük olduğunu ve sağında solundabulunan çok daha büyük iki kaynağı birleştirdiğini gördüm. Ne var ki bu ikikaynak, komşularımın topraklarındaydı. Bu iyi insanlar, neredeyse bir altınmadeni kadar değerli bu şeyin topraklarında bulunduğundan tamamen habersizdi.Doğal olarak, onlar gerçek değerini keşfetmeden topraklarını satın almak istedim,ama ne yazık ki bunun için yeterli param yoktu. Neyse, birkaç dostuma sırrımıanlattım ve onlar da kendi küçük kaynağımızı gizlice işleterek, komşularınarazisini satın alabilmek için gereken parayı kazanabileceğimizi söylediler. Şimdibir süreden beri bunu yapıyoruz ve işlerimizde bize yardımcı olsun diye hidrolikbir pres makinesi kurduk. Bu makine, daha önce de söylediğim gibi, bozuldu veşimdi sizin önerinize ihtiyaç duyuyoruz. Sırrımızı özenle koruyoruz. Küçükevimize hidrolik mühendislerinin girip çıktığı öğrenilirse büyük bir merak uyanır,hatta bir araştırma bile başlatılabilir. Anlıyorsunuz ya, böyle bir şey bütünplanlarımızı bozar. İşte bunun için, bu gece Eyforda gittiğinizi kimseyesöylemeyeceğinize dair söz verdirttim. Yeterince açıklayıcı oldu mu?'" 'Sizi gayet iyi anladım,' dedim. 'Anlayamadığım tek nokta, killi toprağı çıkarmakiçin hidrolik bir basma makinesine neden ihtiyaç duyduğunuz. Bildiğim kadarıylabir çukurdan çakıl taşı çıkarmak için nasıl kürek kullanılıyorsa, killi toprak için deaynı yöntem kullanılır.'" 'Ah!' dedi hiç umursamadan, 'biz kendi yöntemlerimizi kullanıyoruz. Toprağıküçük tuğlalar haline getiriyoruz, böylece ne olduklarını belli etmeden onlarıgötürebiliyoruz. Ama bu önemsiz bir ayrıntı. Size her şeyi anlattım Bay Hatherleyve size güvendiğimi gösterdim sanırım.' Ayağa kalktı. 'Öyleyse sizi saat on biriçeyrek geçe Eyford'da bekleyeceğim,' dedi." 'Orada olacağımdan şüpheniz olmasın beyefendi.'" 'Ve hiç kimseye tek kelime etmek yok.' Bana uzun, sorgulayıcı son bir bakış attıve elimi soğuk ve gevşek bir şekilde sıktıktan sonra aceleye odamdan çıktı."Neyse, her şeyi sakin kafayla tekrar düşündüğümde, bana gelen bu ani işe, sizinde anlayacağınız gibi oldukça şaşırdım. Bir yandan çok memnundum tabii, çünküteklif edilen para, normalde hizmetlerim karşılığında alacağım miktarın neredeyseon katıydı. Üstelik bu siparişin arkasını da getirebilirdi. Öte yandan, müşterininyüzü ve davranışları bende çok olumsuz bir izlenim yaratmıştı. Killi toprakla ilgiliaçıklaması da benim gece yarısı oraya gitmemi gerektirecek bir şey değilmiş gibigeliyordu, bir de birine bir şey anlatırım diye abartılı bir korkusu vardı. Neyse,bütün korkularımı bir yana attım, akşam yemeğimi erkenden yedim, Paddington'agittim ve yola koyuldum. "Reading'e vardığımda hem araba hem de istasyon değiştirmek zorunda kaldımama Eyford'a giden son trene yetiştim ve saat on biri biraz geçe, küçük,aydınlatılmamış istasyona ulaştım. Orada inen tek yolcu bendim ve platformunüzerinde, elinde lambası yarı uykulu bir kapı görevlisinden başkası yoktu. Neyse,küçük kapıdan dışarı çıktığımda, sabahki konuğumu sokağın karşısındaki gölgedebeklerken buldum. Tek bir kelime etmeden beni kolumdan yakaladığı gibi kapısıaçık duran bir arabanın içine soktu. İki taraftaki pencereleri kaldırdı, tahtayabirkaç defa vurdu ve hızla yola koyulduk.""Tek at?" diye araya girdi Holmes."Evet. Yalnızca bir.""Rengini görebildiniz mi?""Evet, arabaya bindiğimde yanlardaki ışığından gördüm. Kestane rengiydi."At yorgun muydu, yoksa dinlenmiş mi?""Oh, dinlenmiş ve taptaze.""Teşekkür ederim. Sözünüzü kesmek zorunda kaldığım için üzgünüm. Lütfen buson derece ilginç hikâyenizi anlatmaya devam edin.""Yola çıktıktan sonra en az bir saat boyunca gittik. Albay Lysander Stark banayalnızca yedi mil demişti ama gittiğimiz hızı ve süreyi düşündüğümde en az on ikimil olduğuna bahse varım. Bütün yol boyunca yanımda sessizce oturdu. Ara sıraona doğru göz ucuyla baktığımda, beni büyük bir dikkatle incelediğini fark ettim.Oraların yolları pek iyi değil galiba, çünkü korkunç bir şekilde sallanıpduruyorduk. Dışarı bakıp bulunduğumuz yerle ilgili bir şeyler gömek istediysemde pencereler buzlu camla kaplanmış olduğu için görebildiğim tek şey, yanındanarada bir geçtiğimiz ışıkların puslu parlaklığıydı. Arada bir yolculuğun monotonhavasını bozmak için birkaç kelime sarf ettiysem de albay tek heceli cevaplarlayetiniyordu ve sohbet daha başlamadan bitiyordu. Neyse, sonunda bozuk yol,yerini düzgün çakıl taşlı bir yola bıraktı ve araba durdu. Albay Lysander Starkhemen dışarı fırladı. Arkasından indiğimde beni çabucak, açık duran bir kapıdaniçeri itti. Arabadan inmiş ve hemen bir hole girmiştik, böylece evin önüne ait enufak bir şey dahi görememiştim. Kapıdan içeriye adım atar atmaz kapı arkamdanhızlı bir şekilde kapandı ve uzaklaşan arabanın belli belirsiz tekerlek tıngırtılarınıduydum."Evin içi zifiri karanlıktı ve albay, bir şeyler homurdanarak kibrit aramak için elyordamıyla dolanıp duruyordu. Birden holün öbür ucunda bir kapı açıldı ve,altından bir ışık huzmesi vurdu. Başının üzerine kaldırmış olduğu bir gaz lambasıtutan ve bize meraklı gözlerle bakan bir kadın göründü."Güzel olduğunu görebiliyordum ve üzerine vuran ışığın yardımıyla, üzerindepahalı bir elbise olduğunu da anladım. Bilmediğim bir dilde, kulağıma bir sorugibi gelen bir şeyler söyledi ve albay tek hecelik bir mırıltıyla cevap verdiğindekadın öyle bir şaşırdı ki neredeyse lambayı elinden düşürecekti. Albay LysanderStark, yanına gidip kulağına bir şey fısıldadı ve ardından onu geldiği odanın içinedoğru itip elinde lambayla tekrar bana döndü. " 'Bu odada birkaç dakika beklemenizi rica edeceğim," dedi, başka bir kapıyıaçarak.Ortasında, üzerinde bir sürü Almanca kitabın bulunduğu, yuvarlak bir masası olanküçük, sessiz ve sade döşenmiş bir odaydı. Albay Lysander Stark lambayı kapınınyanında duran bir komodinin üzerine bıraktı." 'Sizi fazla bekletmeyeceğim,' dedi ve karanlıkta kayboldu."Masanın üzerindeki kitaplara bir göz attım ve Almanca konusundakibilgisizliğime rağmen, ikisinin bilimsel kitaplar, diğerlerinin ise şiir kitaplarıolduğunu anlayabildim. Manzarayı merak edip dışarısını görebilmek içinpencereye gittim, ama görebildiğim tek şey sıkıca kapanmış, meşeden birkepenkti."Tam anlamıyla sessiz bir evdi. Holde bir yerde, yüksek sesle tik tak eden eski birsaatin sesini duyabiliyordum ama onun haricinde hiç ses yoktu. Huzursuz olmayabaşladım. Bu Almanlar da kimdi ve bu garip, gözden ırak yerde nedenyaşıyorlardı? Burası nere-siydi? Eyford'dan on millik uzaklıktaydım; tek bildiğimbuydu. Kuzeyde mi, güneyde mi, doğuda mı, batıda mı bu konuda hiçbir fikrimyoktu. Ama o konuya gelince, Reading ve büyük ihtimalle diğer büyük kasabalarda on millik bir çevre içinde kalıyordu, yani burası belki de sandığım kadar gizlibir yer değildi. Yine de sessizliği göz önüne aldığımda şehir dışında olduğumuzkesindi. Odanın içinde, bir aşağıya bir yukarıya dolanıyor, moralimi düzeltmekiçin kendi kendime sessizce bir şarkı mırıldanıyor ve bin şilini kesinliklehakkettiğimi düşünüyordum. Birdenbire, önceden sessizliği bozan hiçbir işaretolmaksızın, odanın kapısı yavaşça açıldı. Daha önce görmüş olduğum kadın,arkasında holün karanlığı, meraklı ve güzel yüzünde lambanın sarı ışığı yansımışhalde kapıda duruyordu. Korkudan yüzü bembeyazdı. Görüntüsü içimi ürpertti.Titreyen bir parmakla sessiz olmam için işaret etti. Ve arkasındaki alacakaranlığakorkak bakışlar fırlatarak bozuk bir İngilizce'yle birkaç kelime fısıldadı."Sizin yerinizde olsam giderdim," dedi sakin olmaya çabalayarak; "giderdim,burada kalmazdım. Burada yapabileceğiniz bir şey yok.""Ama hanımefendi," dedim, "henüz görevimi tamamlamadım. Makineyigörmeden gitmem mümkün değil.""Beklemeniz iyi olmaz," diye devam etti. "Kapıdan çıkabilirsiniz, kimse engelolmaz." Gülümseyip kafamı salladığımı görünce çekingenliğini üzerinden atıpellerini kavuşturmuş halde bir adım ileri atıldı. "Tanrı aşkına," diye fısıldadı, "çokgeç olmadan git buradan!"Ama ben doğuştan biraz inatçıyımdır ye yoluma bir engel çıktığında, bir işibitirmeye daha da heveslenirim. Alacağım parayı, yorucu yolculuğumu vegörünürde hiç de hoş geçmeyecek olan geceyi düşündüm; hepsine bir hiç uğrunamı katlanıyordum? Bana verilen görevi yerine getirmeden ve paramı almadanneden kaçacak-mışım. Bu kadını hiç tanımıyordum, belki de biraz rahatsızdı.Söyledikleri, beni itiraf edemeyeceğim kadar sarsmış olsa da cesurca kafamısallamaya devam edip olduğum yerde kalmaya kararlı olduğumu ifade ettim. Tam, isteğini tekrar edecekti ki yukarıda bir kapı kapandı ve merdivende ayaksesleri duyuldu. Kısacık bir an için, kulağını seslere verdi, ellerini çaresizlikiçinde kaldırdı ve tıpkı geldiği gibi sessiz bir şekilde kayboldu."Yeni gelenler Albay Lysander Stark ve bana Bay Ferguson olarak tanıtılan kısaboylu, şişman bir adamdı." 'Kendisi sekreterim ve idarecim olur,' dedi albay. 'Bu arada, bu kapıyıkapatmamış mıydım? Umarım cereyanda kalmadınız.""Hayır, tam tersine," dedim, "oda bana biraz havasız geldiği için kendim açtım.'"Bana şu şüpheli bakışlarından birini daha atıp, 'Öyleyse işimize başlasak daha iyiolacak sanırım,' dedi." 'Bay Ferguson ile beraber sizi makineye götüreceğiz.'" 'Şapkamı giysem iyi olacak öyleyse."" 'Yok yok! Makine evin içinde.'" 'Ne? Killi toprağı evin içinden mi çıkartıyorsunuz?'" 'Hayır, hayır, burada sadece presliyoruz. Neyse, bunları boş verelim, sizdenistediğimiz tek şey makineyi inceleyip bize bozukluğunun nerede olduğunusöylemeniz.""Albay, lambayla beraber en önde, ben ve şişman idareci arkasından, beraberceüst kata çıktık. Koridorları, pasajları, dar merdivenleri ve küçük alçak kapılarıylalabirent gibi bir evdi. Üst katta hiçbir yerde halı ya da mobilya yoktu, duvarkâğıtları dökülüyordu ve nem, duvarlarda sağlıksız yeşil şekiller oluşturmuştu.Her şeyi doğal karşılıyormuş gibi görünmeye çalıştıysam da kadının uyarılarınıunutmamıştım. Söylediklerini hafife almıştım ama gözüm yine de bu iki adamınüzerindeydi."Ferguson, sakin ve suratsız bir adama benziyordu. Söylediği birkaç kelimeden,en azından benim gibi İngiliz olduğunu anladım.Sonunda. Albay Lysander Stark, kilidini açtığı küçük bir kapının önünde durdu.Aynı anda üçümüzün sığamayacağı kadar küçük, kare biçiminde bir odayaaçılıyordu. Ferguson dışarıda beklerken Albay beni içeriye soktu."'Şu anda hidrolik presin içinde duruyoruz,' dedi. 'Ve birisi mekanizmayı şu andaçalıştıracak olsa, sanırım bu bizim için pek de hoş bir deneyim olmaz. Bu küçükodanın tavanı, aslında alçalan bir pistonun ucunu oluşturuyor ve alçaldığında,üzerinde durmakta olduğumuz bu metal tabana tonlarca güç uygulayarak preslemeişlemini tamamlıyor. Dışarıda gücü karşılayıp uzmanlık alanınıza girdiği içinanlayabileceğiniz şekilde onu ileten ve kat kat arttıran küçük hidrolik tanklar var.Makine hala çalışıyor ama, zaman zaman takılıyor ve nedense gücünden düşmüşdurumda. Makineyi inceleyip durumunu nasıl düzelteceğimizi anlatmanezaketinde bulunursanız seviniriz.""Lambayı elinden aldım ve makineyi dikkatlice gözden geçirdim. Muazzambüyüklükte, inanılmaz bir basınç uygulayabilecek kapasitede bir makineydi.Dışarı çıkıp, kontrol düğmelerinden birini çevirdiğimde çıkan sesten,silindirlerden birinde küçük bir sızıntı olduğunu hemen kavradım. Yaptığım incelemeler sonucunda pistonun kafasındaki lastik bandın bozulup işlevini yerinegetiremez hale gelmiş olduğunu gördüm. Güç kaybının sebebi besbelli ki buydu.Söylediklerimi dikkatlice dinleyip, bozuklukları nasıl gidereceklerine dairmantıklı sorular yönelten arkadaşlarıma bunları gösterdim. Gereken açıklamalarıyaptıktan sonra kendi merakımı gidermek için makinenin ana parçasınınbulunduğu odacığa girdim."Killi toprakla ilgili hikâyenin uydurma olduğunu anlamamak için kör olmakgerekirdi; bu denli güçlü bir mekanizmayı, öyle fuzuli bir işlem için kullanmakçok aptalca olurdu. Duvarlar tahtaydı ama, zemin büyük bir demir parçasındanoluşuyordu. Tabanı daha yakından incelediğimde, bütün zemini kaplayan ince birmetal toz olduğunu fark ettim. Durmuş ve ne olduğunu iyice anlamak için tozukarıştırıyordum ki arkamdan kendi kendine Almanca bir şeyler mırıldananAlbayın sesini duydum. Bembeyaz kesilmiş bir halde bana bakıyordu." 'Ne yapıyorsun orada?' diye sordu sertçe."Bana anlattığı saçma hikâyeye inandığım için kızmıştım." 'Hayranlıkla, killi toprağın kalitesini seyrediyordum ,' dedim." 'Sanırım ne için kullandığınızı bilsem, makinenizle ilgili bilmek istediğiniz herşeye daha kolay cevap verebilirdim.'"Kelimeler ağzımdan çıktıkları anda o kadar sert konuştuğuma pişman oldum.Albayın yüzü sertleşti ve gri gözlerinde uğursuz bir ışık belirdi." 'Pekâlâ,' dedi, 'makineyle ilgili her şeyi öğreneceksiniz.' Geriye doğru bir adımattı, küçük kapıyı hızla kapattı ve anahtarı çevirdi. Ona doğru koşup kolunaasıldım ama tekmelerimin, yumruklarımın karşısında hiç yılmadan duran sağlambir kapıydı. 'Hey!' diye bağırdım. 'Hey! Albay! Çıkarın beni buradan!'"Ve birden, sessizliğin ortasında, yüreğimi ağzıma getiren bir ses duydum.Kaldıraçların tıngırtısı ve sızdıran silindirin sesleriydi. Albay motoru çalıştırmıştı.Lamba, motoru incelemek için durduğumda koymuş olduğum yerde duruyordu.Yaydığı ışıkta, siyah tavanın yavaş yavaş, sarsılarak üzerime doğru geldiğinigördüm. Belki ilk bakışta o kadar tehlikeli görünmüyordu ama herkesten daha iyibiliyordum ki gücü, bir dakikadan az bir sürede beni şekilsiz bir püre halinegetirebilecek kadar fazlaydı. Çığlıklar atarak kapıya atıldım ve tırnaklarımla kilidiparçalamaya çalıştım. Albaya beni, bırakması için yalvarıyordum amakaldıraçların acımasız gürültüsü çığlıklarımı boğuyordu. Tavan, kafamın on - onbeş santim üzerine kadar inmişti; elimi kaldırdığımda sert, pürüzlü yüzeyinihissediyordum. Birden, ölümümün acısının, onu ne pozisyonda karşıladığıma göreoldukça değişeceği fikri aklımdan bir yıldırım gibi geçti. Yüz üstü yattığımtaktirde ağırlık omurgama binecekti; o korkunç anı düşünmek bile beni çılgınaçevirmeye yetiyordu. Belki diğer türlüsü daha kolay olurdu; ama düşününce,yerde yatıp, üzerime gelen siyah gölgeye bakacak kadar korkusuz olabilecekmiydim? Artık dik duramaz hale gelmiştim ki gözüm, içimdeki umut ışığınıcanlandıran bir şeye takıldı. "Daha önce de söylediğim gibi odanın tabanı ve tavam demirden, duvarlarıtahtadandı. Etrafıma son olarak hızlı bir bakış fırlattığımda, iki tahtanın arasındansızan ve oradaki küçük bir panel geriye doğru çekildikçe genişleyip duran, sarı,incecik bir ışık gördüm. Orada kurtulmamı sağlayacak bir kapı olduğuna bir türlüina-namıyordum. Bir saniye kadar sonra o geçişten sıyrılmış, yarı baygın haldediğer tarafta yatıyordum. Panel, arkamdan tekrar kapanmıştı ama lambanınşangırtısı ile hemen ardından metal yüzeylerinin birleşmesinden çıkan ses,ölümden nasıl kıl payı kurtulduğumu anlatıyordu."Bileğimin sertçe çekiştirilmesiyle kendime geldim. Dar bir koridorda taş zeminüzerinde yatıyordum ve yanımda, sağ eliyle bir mum tutarken, sol eliyle beniçekiştirip duran bir kadın vardı. Aptal gibi davranıp uyarısına kulak asmadığımdostumun ta kendisiydi." 'Gel! Gel!' diye bağırıyordu nefes nefese. 'Her an gelebilirler. Orada olmadığınıgörecekler. Çok az zamanımız var, hemen gelmelisin!'"Bu defa uyarısına karşı gelmedim. Titreyen bacaklarla ayağa kalktım ve peşindenkoridordan ve bir merdivenden aşağıya koştum. Tam başka bir koridoraulaşmıştık ki, koşan ayakların sesleriyle iki adamın bağırışlarını duyduk. Biribizim olduğumuz kattan diğerine cevap veriyor, öbürü de bir alt kattansesleniyordu. Yol göstericim olduğu yerde dondu ve çıldırmak üzereymiş gibietrafına bakındı. Ardından, penceresinden ayın parıldadığı bir yatak odasına açılanbir kapıyı açtı." 'Bu tek şansın,' dedi. 'Çok yüksek ama belki de atlayabilirsin.'"O konuşurken pasajın öbür ucunda bir ışık göründü ve bir elinde lamba, diğerelinde bir kasabın satırına benzeyen silahıyla Albay Lysander Stark bize doğrukoşmaya başladı. Odanın öbür ucuna koşup pencereyi açtım ve dışarı baktım. Ayışığında dinlenen bahçe ne kadar da huzurlu, sakin ve tatlı görünüyordu.Yükseklik on metreden fazla olamazdı. Eşiğe tırmandım ama beni tehdit edenkişiyle kurtarıcım arasında ne konuşulduğunu duymadan atlamak istemedim. Eğerona kötü davranacak olunsaydı, bütün tehlikeleri göze alıp ona yardıma koşmayakarar vermiştim. Bu düşünce aklımdan henüz geçmişti ki, Albay kapıda belirdi.Kadını yana iterek geçmeye çalıştı ama o, kollarını adamın etrafına dolayıpengellemeye çalıştı." 'Fritz! Fritz!' diye haykırdı. 'Geçen seferden sonra bana verdiğin sözü unutma.Bir daha olmayacak demiştin. Sessiz kalacak. Oh, kimseye anlatmayacak.'" 'Delirmiş olmalısın Elise!' diye bağırdı kadından kurtulmaya çalışarak.'Hepimizin sonunu hazırlayacaksın. O çok fazla şey biliyor. Bırak da geçeyimdiyorum sana.' Kadını bir yana iterek pencereye koştu ve kocaman silahıyla banasaldırdı. Ben kendimi boşluğa bırakmıştım ve sadece ellerimle, eşiğetutunuyordum. Tam o anda satırı indirdi. Hafif bir acı hissettim, tutuşum gevşedive aşağıdaki bahçeye düştüm."Çok fazla sarsılmıştım ama düşüşüm canımı hiç yakmamıştı. Hâlâ tehlikedeolduğumun farkındaydım, onun için ayağa kalktım ve tüm gücümle çalıların arasından koşmaya başladım. Koşarken, birdenbire şiddetli bir baş dönmesi vemide bulantısı hissettim. Acıyla zonklayan elime baktım ve ilk defa o zaman başparmağımın olmadığını ve yaramdan kan fışkırdığını gördüm. Mendilimi etrafınabağlamak için uğraştıysam da kulaklarım ansızın çınlamaya başladı ve hemenardından baygın bir halde gül ağaçlarının arasına düştüm."Baygın halde ne kadar yatmış olduğumu hiç bilemiyorum. Oldukça uzun bir süreolmalı çünkü giysilerim çiğle sırılsıklam ve ceket kolum yaralı elimden akankanla kıpkırmızı olmuştu. Acısı, gece yaşadığım tüm olayların her ayrıntısını birsaniyede geri getirdi. Kovalayanların hâlâ peşimde olabileceğini düşünerek hemenayağa fırladım. Ne var ki, etrafıma bakındığımda ne bir ev ne de bir bahçegörebiliyordum. Yaşadığım şaşkınlığı size anlatamam. Anayolun hemenyanındaki çitin dibinde yatıyordum. Az aşağıda, yakınına gidip baktığımda öncekigece buraya varırken inmiş olduğum istasyon olduğu ortaya çıkan uzun bir binavardı. Elimdeki iğrenç yara olmasa o saatler boyunca yaşamış olduğum her şeyinkötü bir rüya olduğunu düşünürdüm." 'Yarı baygın bir halde istasyona girip sabah trenini sordum. Bir saat içindeReading'e bir tane varmış. Gece gittiğimde görevli, adamın hâlâ orada olduğunufark ettim ve ona Albay Lysander Stark ismini duyup duymadığını sordum. İsimona yabancıydı. Önceki gece beni bekleyen arabayı fark etmiş miydi? Hayır, farketmemişti. Yakınlarda bir polis karakolu var mıydı? Üç mil ötede bir tane varmış."Zayıf ve hasta halimle benim için fazla uzaktı. Polise hikâyemi anlatma işinişehre dönene kadar ertelemeye karar verdim. Geldiğimde saat altıyı birazgeçiyordu, onun için önce yaramı sardırmaya gittim, ardından da doktor, burayakadar bana eşlik etme nezaketinde bulundu. Davayı ellerinize bırakıyorum ve netavsiye ederseniz yapacağıma dair söz veriyorum."Bu ilginç hikayeyi dinledikten sonra ikimiz de bir süre sessizce oturduk. SonundaSherlock Holmes, kitaplığına giderek içine gazetede bulduğu ilginç yazılarıyapıştırdığı kitabını çıkardı."Burada ilginizi çekecek bir ilan var," dedi. "Yaklaşık olarak bir yıl kadar öncetüm gazetelerde yer almıştı. Dinleyin:'Kayıp. Bay Jeremiah Hayling. Yirmi altı yaşında, Hidrolik mühendisi. Gece saatonda evini terk ettikten sonra bir daha haber alınamamıştır. Üzerinde siyah,' vs. ,vs. Ha! Belli ki Albay, makinesini daha önce de tamir ettirmiş."Aman Tanrım!" diye bağırdı hastam. "Bu, kızın söylediklerini de açıklıyor.""Çok haklısınız. Albayın, kimsenin küçük oyununu bozmasına izin vermeyecek,serin kanlı ve acımasız bir adam olduğu apaçık ortada. Neyse, şimdi saniyelerinbile önemi var. Kendinizi iyi hissediyorsanız önce Scotland Yard'a uğrayalımsonra da Eyford'a gitme hazırlıklarına başlayabiliriz."Yaklaşık üç saat sonra, hepimiz, Reading'den kalkıp küçük Berkshire kasabasınagiden trende beraberdik. Yani Sherlock Holmes, hidrolik mühendisi, ScotlandYard'tan müfettiş Bradstreet, bir sivil polis ve ben. Bradstreet, koltuğunun üzerine civarı kapsayan bir harita açmış ve Eyford'u merkez alarak pusulalarıyla bir halkaçizmekle meşguldü."İşte," dedi, "bu halka, kasabanın etrafındaki on millik alanı içine alıyor.Aradığımız yer halkanın çizgisine yakın bir yerlerde olmalı. Sanırım on mildemiştiniz, öyle değil mi bayım.""Bir saat süren sıkı bir yolculuktu.""Ve sizi baygın haldeyken onca yolu geri götürdüklerini düşünüyorsunuz, öylemi?""Öyle olmalı. Ayrıca kaldırılıp bir yerlere götürüldüğüme dair karışık bir şeyler dehatırlıyorum.""Benim anlayamadığım," dedim, "seni bahçede baygın halde bulduklarında nedenÖldürmedikleri. Belki de kadının Albaya yalvarmaları işe yaradı.""Bunun pek mümkün olacağını sanmam. Albayınki kadar duygusuz bir suratıdaha önce hiç görmemiştim.""Neyse, yakında her şeyi halledeceğiz zaten," dedi Bradstreet. "Ben çemberimiburaya çizdim. Keşke peşinde olduğumuz insanları tam olarak hangi noktadaaramamız gerektiğini bilseydik.""O noktayı aydınlatabileceğimi sanıyorum," dedi Holmes sessizce."Ah, gerçekten mi!" diye çıkıştı müfettiş. "Fikrinizi oluşturdunuz demek! Bakalımsize kim katılacak. Bana kalırsa güneyde derim çünkü oranın topraklan dahatenha.""Bence doğuda," dedi hastam."Ben de oyumu batı için kullanıyorum," dedi sivil polis. "Oralarda bir çok sessizküçük köy var.""Ve ben de kuzey diyorum," dedim. "Çünkü orada tepeler yok ve dostumuz,arabanın bir tepeye çıktığını hatırlamadığını söylüyor.""Haydi bakalım," diye atıldı müfettiş gülerek; "çok hoş, dört farkli fikir. Pusulayıaramızda bölüştük. Siz oyunuzu kime veriyorsunuz bu durumda?""Hepiniz yanılıyorsunuz.""Arna hepimizin yanılması mümkün değil.""Ama öyle," dedi Holmes. "Bence burası." Parmağını çemberin merkezine koydu."İşte, onları burada bulacağız.""Peki on millik yolculuk ne oldu?" diye sordu Hatherley şaşkınlık içinde."Beş ileri, beş geri. İşte bu kadar basit. Arabaya bindiğinizde atın dinlenmişolduğunu kendiniz söylediniz. On mil o kötü yollarda koşmuş olsaydı nasıldinlenmiş olabilirdi?""Gerçekten de çok mümkün gözüken bir hile," diye fikrini belirtti Bradstreetdüşünceli bir şekilde. "Ve bu suçluların işi konusunda da hiçbir şüphe yok tabii.""Kesinlikle. En ufak bir şüphe yok ki bu adamlar büyük çaplı kalpazanlar.Makineyi, gümüş yerine başka alaşımlar oluşturmak için kullanıyorlar.""Bir süredir kurnaz bir çetenin iş başında olduğunu biliyorduk," dedi müfettiş."Ülke içine en azından bin adet madeni para dağıtmışlar. Reading'e kadar izlerini sürebilmiştik ama izlerini büyük bir ustalıkla silmiş oldukları için maalesef dahaileri gidememiştik. Bu da işlerinin ehli olduklarım gösteriyor. Ama şimdi, elimizegeçen bu güzel fırsat sayesinde onları kıstırmayı başaracağımızı sanıyorum."Ama müfettiş yanılmıştı, çünkü bu suçluların kanunun ellerine düşmeye hiçniyetleri yoktu. Eyford istasyonuna girdiğimizde, bir ağaç öbeğinin arkasındanyükselen ve çevreyi uğursuzca kaplayan kocaman bir duman bulutu gözümüzeçarptı."Yangın mı çıkmış?" diye sordu Bradstreet tren bizi arkasında bırakarak yolunadevam ederken."Evet, bayım!" dedi istasyon müdürü."Ne zaman çıktı?""Gece çıkmış diye duydum bayım, ama giderek yayılıyor. Bütün ev alevler içindekaldı.""Kimin evi?""Dr. Becher'in."Mühendis dostumuz araya girerek: "Söyleyin lütfen, şu Dr Becher uzun, sivriburunlu zayıf bir Alman mıydı?"İstasyon müdürü neşeyle gülmeye başladı. "Hayır bayım, Dr. Becher bir İngilizdirve köyde ondan daha koca göbekli biri daha yoktur. Ama onunla kalan birbeyefendi var; anladığım kadarıyla bir hastası. O yabancıdır ve iyi pişmiş birbifteğin ona bir zararı olmaz doğrusu."İstasyon müdürü daha konuşmasını bitirmeden hepimiz yangının olduğu yönedoğru koşmaya başlamıştık. Yol küçük bir tepeye çıkıyordu ve önümüzde, herpenceresinden ve kapısından alevler fışkıran beyaz bir bina duruyordu.Bahçesinde üç itfaiye arabası alevlerle boğuşup duruyordu."İşte burası!" diye bağırdı Hatherley heyecanla. "Şurası çakıllı yol ve şunlar daiçinde yattığım gül ağaçları. İkinci kattaki şu pencereden atlamıştım işte.""En azından onlardan intikamınızı almışsınız. Hiç şüphe yok ki gaz lambanızpreste ezilirken tahta duvarları tutuşturmuş. O sırada bunu fark edemeyecek kadarheyecanla sizi kovalamakla meşguldüler. Herhalde çoktan kaçıp gitmişlerdir amasiz yine de eski dostlarınıza bir bakınsanız iyi olur."Ve Holmes'un tahmini doğru çıktı. Gitmişlerdi. O günden beri ne o güzelkadından, ne uğursuz Almandan, ne de suratsız İngiliz'den bir haber alınabilmiş.O sabah bir çiftçi, içinde bir sürü insanla birkaç büyük sandık olan ve hızlaReading'e doğru yol alan bir araba görmüş, ama bu, kaçaklarla ilgiliöğrenebileceğimiz son şey oldu. Holmes'un müthiş zekâsı bile nerede olduklarınadair bir ipucu bulunmasını sağlayamadı.İtfayeciler, içeride buldukları garip şeylere bir hayli şaşırmışlardı ve ikinci kattakipencere pervazında kopmuş bir insan" başparmağı bulmaları şaşkınlıklarını dahada arttırmıştı. Akşama doğru, çabaları nihayet sonuç verdi ve alevleri yendiler.Ama çatı çökmüştü ve bütün ev öyle bir harabeye dönmüştü ki yeni tanıdığımızdostumuza o kadar pahalıya patlayan makineden, yamulmuş birkaç silindir ve demir boruların haricinde hiçbir şey kalmamıştı. Bol miktarda nikel ve kalaybulunduysa da paralardan eser yoktu. Söz konusu şu büyük kutuların açıklamasıbelli ki burada yatıyordu.Hidrolik mühendisimizin şuurunu kaybettiği noktadan kendine geldiği noktayanasıl geldiği sorusu, bahçedeki yumuşak toprakta bulunan izler olmasa, sonsuzakadar cevap bulamayabilirdi. Biri çok küçük, diğeri de çok büyük ayaklı iki kişitarafından taşınmıştı. Büyük ihtimalle, daha az cesaretli ve saldırgan olan sessizİngiliz, kadınla beraber baygın adamı tehlikeden uzaklaştırmıştı."Evet," dedi mühendisimiz üzüntüyle bir kez daha Londra'ya dönmek üzereyerlerimizi alırken, "benim için çok hoş bir iş oldu doğrusu! Başparmağımıkaybettim, bin şilinimi kaybettim. Peki elime ne geçti?""Tecrübe," dedi Holmes gülerek. "Bu işe yarayabilir, biliyorsun. Hayatının sonunakadar hatırlaman için bunu kelimelere dökmen yeter."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sherlock Holmes: İlk Kitap
Actionİçinde 12 tane vaka vardır ve Martı Yayınları'dan alınmış(yazılmıştır).