Benekli Kordon

356 2 0
                                    

  Son sekiz yıldır dostum Sherlock Holmes 'un yöntemlerini izlediğim yetmiş kadarvakayı incelediğimde, bir çoğunun garip, bazılarının trajik hatta komik olduğunu,ama bir tanesinin bile sıradan olmadığını görüyorum. Holmes, işini para için değilde sanatına duyduğu sevgiyle yapıyordu. Bunun için, sıra dışı hatta olağanüstü'olmayan araştırnalara girmeyi reddetiği bile olurdu. Ama bütün bu vakalann arasında, ünlü Surrey ailesi ile ilgili olanından daha benzersiz birinihatırlayamıyorum.Söz konusu olaylar, Holmes'la tanışıklığımızın başında, Baker Sokağında ikibekâr olarak oda paylaştığımız ilk günlerinde gerçekleşti. Bu hikâyeyi daha öncede kaleme alabilirdim, ama bu konuda sessiz kalacağıma dair verilmiş bir sözümvardı. Ancak şimdi, bana yemini ettiren hanımefendinin zamansız ölümü üzerinesözümü artık bozabileceğime inanıyorum. Zaten Dr. Grimesby Roylott'un ölümüile ilgili çirkin dedikodular o kadar aldı yürüdü ki belki de gerçekleri gün ışığınaçıkartmak en iyisidir artık.'83 senesinin Nisan ayının başlarındaydık. Bir sabah uyandığımda SherlockHolmes'u giyinik bir halde yatağımın baş ucunda durur buldum. Prensip olarakgeç kalkan biri olduğu için, şöminenin üzerindeki saatin henüz yediyi çeyrekgeçtiğini gördüğümde, biraz şaşırarak hatta biraz sinirlenerek Holmes'a baktım,çünkü ben de alışkanlıklarıma sadık biriydim."Seni bu kadar erken kaldırmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm Watson,"dedi, "ama görünüşe göre, bu sabah herkesin kaderi bu. Sabahın, köründe BayanHudson'u uyandırmışlar; o da olanları bana iletti ve ben de sana iletiyorum.""Ne olmuş peki... yangın mı var?""Hayır; bir müşteri. Oldukça heyecanlı olduğu anlaşılan genç bir hanımefendibeni görmekte ısrar ediyor. Kendisi şu anda oturma odasında bekliyor. Şimdi,düşünecek olursak, sabahın bu saatinde genç hanımefendiler koca şehirde dolanıpuykulu insanları yataklarından kaldırıyorsa söyleyecek oldukça önemli bir şeylerivar demektir. İlginç bir vaka olduğu ortaya çıkarsa eminim sen de başındanitibaren izlemek isteyeceksin. Bunu düşünerek sana bu fırsatı vermem gerektiğinlekarar verdim.""Dostum, bunu asla kaçırmak istemem."Holmes'u iz üzerindeyken ve karşısına çıkan problemleri sezgileri kadar hızlı olanmantık zincirleriyle çözüme kavuşturmasını hayranlıkla izlemekten aldığım kadar,hiçbir şeyden zevk almazdım. Çabucak giyindim ve birkaç dakika içinde,dostumla birlikte oturma odasına indik. Yüzü kalın bir tülle örtülü, siyahlarabürünmüş bir kadın, odaya girdiğimizde pencerenin yanındaki yerinden kalktı."Günaydın hanımefendi," dedi Holmes neşeyle. "Adım Sherlock Holmes. Bu dadostum ve yardımcım Dr. Watson. Bana söylemek istediğiniz her şeyi oburadayken de rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Ha! Bayan Hudson'un şömineyiyakmayı ihmal etmediğini görmek ne güzel. Lütfen ateşin yanına sokulun; size birde sıcak kahve söyleyeyim, çünkü görüyorum ki titriyorsunuz.""Titrememin sebebi soğuk değil," dedi kadın, alçak bir sesle. Ama söyleneni yaptıve ateşin yanına oturdu."Öyleyse ne?""Korku. Bay Holmes. Sadece korku." Konuşurken tülünü açtı; perişan bir haldeolduğunu gördük. Bütün kanı çekilmiş, yüzü kireç gibi bembeyaz kalmıştı.Bakışları, kapana kısılmış vahşi bir hayvan gibi korku ve tedirginlik doluydu. Otuz yaşlarında göstermesine rağmen, saçları yer yer beyazlaşmış, yüzü iseyorgun ve yıpranmıştı. Sherlock Holmes, her şeyi kavrayan zeki gözleriyle kadınıçabucak süzdü."Korkmayın," dedi rahatlatıcı bir ses tonuyla. "Kısa sürede her şeyidüzelteceğimize hiç şüphem yok. Demek buraya sabah treniyle geldiniz.""Bu nasıl olur, beni tanıyorsunuz!""Hayır, sol eldiveninize sıkıştırmış olduğunuz gidiş-dönüş biletinin yarısındananladım. Yola erken çıkmış olmalısınız; üstelik istasyona varmadan, bozukyollarda faytonla uzun bir yolculuk yapmışsınız."Kadın şiddetle irkildi. Hayretle Holmes'a bakıyordu."Bunda garip bir şey yok, sevgili hanımefendi," dedi Holmes gülümseyerek."Ceketinizin sol kolu en az yedi yerinden çamura bulanmış. Lekeler henüz taze.Bu şekilde çamur sıçratan bir araç bir faytondan başkası olamaz. Üstelik lekelerinyeri sürücünün neresinde oturduğunuzu da gösteriyor.""Ne şekilde anladınız bilmiyorum ama tamamıyla doğru," dedi kadın. "Saataltıdan önce evden ayrıldım, yirmi geçe Leatherhead'-e ulaştım ve Waterloo'yagiden ilk trene binip doğruca buraya geldim. Beyefendi, bu acıya daha fazladayanamayacağım; devam ederse çıldırabilirim. Gidebileceğim hiç kimsem yok...hiç kimse... Beni seven biri hariç, ama o da, zavallı, ne yazık ki bana pek yardımcıolamaz. Sizden bahsedildiğini duymuştum Bay Holmes; zor bir durumdaykenyardım ettiğiniz Bayan Farintosh bana sizden söz etmişti. Adresinizi ondan aldım.Ah bayım, etrafımı saran karanlığı azıcık bile olsa aydınlatabilseniz... Banayardım edin lütfen. Şu anda size yardımınız karşılığında hiçbir şey verebilecekdurumda değilim, ama bir ay ya da altı hafta içinde evleneceğim ve kendi gelirimekavuşacağım. En azından o zaman sizi ödüllendirebileceğim."Holmes çalışma masasına giderek kilidini açtı ve küçük bir kitap çıkarttı."Farintosh." dedi. "Evet, hatırlıyorum; opalden bir taç ile ilgili bir vakaydı.Sanırım seninle tanışmadan önceydi Watson. Size şu kadarını söyleyebilirimhanımefendi, arkadaşınızın vakasına verdiğim önemi sizin vakanıza daverebilmek beni sevindirecek. Ödüle gelince, mesleğim başlı başına bir ödüldürzaten. Bulunmak zorunda kalacağım harcamaları, istediğiniz zamanödeyebilirsiniz. Şimdi, mesele hakkında bir fikir sahibi olabilmemiz için her şeyiaçıklıkla anlatmanızı rica ediyorum.""Ama önce şunu anlamalısınız ki, durumumun asıl korkunç yanı, endişeleriminçok belirsiz olmasında yatıyor," dedi ziyaretçimiz. "Şüphelerim, bir başkasınaönemsiz görünebilecek küçük ayrıntılardan kaynaklanıyor. Öyle ki, bu dünyadayardımı ve tavsiyesine başvurabildiğim tek kişi bile, anlattığım her şeyi, isterik,genç bir kadının hayalleri olarak görüyor. Bana böyle söylemiyor tabii, amasakinleştirici cevaplarından ve başka yerlere kayan gözlerinden bunuokuyabiliyorum. Ama duydum ki siz, bay Holmes, siz, insan yüreğinin en derin vegizli kalmış sırlarını bile görebilen bi-riymişsiniz. Belki siz, beni ezen bu dertlerlenasıl başa çıkabileceğimi öğretebilirsiniz." "Sizi dinliyorum hanımefendi.""Adım Helen St.oner. İngiltere'nin en eski Sakson hanedanından Roylott'ların sontemsilcisi olan üvey babamla beraber Surrey'in batısısnda yaşıyorum."Holmes başını onaylayıcı bir şekilde salladı. "Bu ismi duymuştum," dedi."Bu aile, bir zamanlar İngiltere'nin en zenginleri arasında yer alırken, geçenyüzyılda miraslarını çok akılsızca savuran dört kardeş yüzünden felaketleresürüklendi. İflasa giden en son darbeyi de bir kumarbaz vurdu. Birkaç dönümarazi ve ağır ipotek altındaki iki yüzyıllık bir evden başka hiçbir şeylerikalmamıştı. Son temsilcileri, fakir bir aristokrat olmanın verdiği utançla hayatını oevde tamamladı. Tek oğlu, yani üvey babam, bu yeni koşullara uyum sağlamasıgerektiğini anlayınca, bir akrabadan borç istedi. Bu parayla tıp eğitiminitamamlayıp Kalküta'ya gitti ve eğitimi ile güçlü karakteri sayesinde orada büyükbir sağlık merkezi kurdu. Ne yazık ki, evinde baş gösteren bazı hırsızlıkolaylarının sebep olduğu bir kızgınlık anında, yerli uşağını döverek öldürdü. Ciddibir cezadan kıl payı kurtulduysa da uzun yıllar hapiste kaldı ve İngiltere'ye huysuzve hayal kırıklığına uğramış bir adam olarak döndü."Dr. Roylott, Hindistan'da, general Stoner'in genç dulu olan Bayan Stoner, yaniannemle evlendi. Evlendiklerinde ikiz kardeşim Julia'yla ben daha ikiyaşındaydık. Annemizin oldukça yüklü bir miktar parası vardı - 1000 sterlindenfazla - ve bunun hepsini Dr. Roylott'un ellerine teslim etti."İngiltere'ye dönüşümüzden kısa bir süre sonra annem öldü. Sekiz yıl önce Creweyakınlarındaki bir tren kazasında kaybetti hayatını. Bunun üzerine Londra'daçalışmaktan vazgeçen Dr. Roylott, bizi Stoke Moran'daki eski eve getirdi.,Annemizin bırakmış olduğu para her isteğimize yetiyor, mutluluğumuza gölgedüşürecek hiçbir sorun yaşanmıyordu."Ama tam bu zamanlarda, üvey babamızda ani değişimler görülmeye başlandı.Arkadaş edinmek ve ilk başta aralarında bir Roy-lott'u görmekten büyük kıvançduyan komşularımızla görüşmek yerine evine kapandı. Ender olarak çıktığızamanlarda ise yoluna çıkan herkesle kavga ediyordu. Deliliğe varan sinirli birkarakter, ailedeki erkeklerin mirası olmuştur. Bana öyle geliyor ki üvey babamındurumunda bu, tropik ülkelerde geçirdiği uzun yıllardan dolayı daha da şiddetliolmuş. İkisi mahkemede biten utanç verici kavgaları yüzünden en sonudakasabanın korkulan kişisi haline geldi. İnanılmaz güçlü ve sinirine hakimolamayan bir adam olduğu için insanlar karşısına çıkmaktan korkuyor."Daha geçen hafta kasaba nalbantını bir korkuluğun üstünden nehre atınca, yenibir skandalin duyulmasını önlemek için yüklü bir miktar para vermek zorundakaldım. Göçmen çingenelerden başka kimseyle arkadaşlık kurmuyor. Çadırlarındakonaklayıp onlarla haftalar süren yolculuklara çıkabilmesine karşılık, buserserilerin birkaç dönümlük arazisinde kalmalarına izin verir. Hindistan'a özgüvahşi hayvanlara da ayrıca bir düşkünlüğü vardır. Şu anda, bir arkadaşınıngönderdiği ve topraklarında özgürce dolaşabilen, çevre halkına korku saçan birçitası ve bir babunu var. "Size anlattıklarımdan, zavallı kız kardeşimle ikimizin pek mutlu bir hayatımızolmadığını anlıyorsunuzdur. Bizimle kalmayı kabul edecek hizmetçibulamadığımız için, uzunca bir süre evdeki tüm işleri biz yaptık. Öldüğünde dahaotuz yaşında olmasına rağmen, kardeşimin saçları da tıpkı benimkiler gibibeyazlamaya başlamıştı bile.""Demek kız kardeşiniz öldü?""Evet, İki yıl önce ve buraya da zaten onun ölümüyle ilgili konuşmaya geldim.Kendi yaşımızda ve bizim sınıfımıza ait kişilerle bir araya gelme olasılığımızınpek az olduğunu anlamışsınızdır. Buna rağmen, Harrow yakınlarında oturanhalamıza, annemin bekâr kız kardeşi Bayan Honoria Westphail'e, arada bir, kısaziyaretlerde bulunma fırsatımız oluyordu. Julia, iki yıl önce Noel'de oraya gitti veorada tanıştığı bir binbaşıyla nişanlandı. Üvey babam, kardeşim döndüğündenişanı öğrendi ve bu evliliğe karşı çıkmadı; ama düğün için kararlaştırılmıştarihten birkaç hafta önce, tek dostumu benden alıp götüren o korkunç olay oldu."Bütün anlatılanları koltuğunda, gözleri kapalı ve başı yastığa gömülü bir şekildeoturmuş dinleyen Sherlock Holmes, şimdi gözlerini aralayıp ziyaretçimize baktı."Lütfen hiçbir ayrıntıyı atlamayın," dedi."Bu hiç de zor olmayacak çünkü o korkunç olayın hiçbir anı hafızamdan aslasilinmeyecek. Evimiz, daha önce de belirttiğim gibi çok eski ve ancak bir tarafıoturulabilecek durumda. Bu tarafın yatak odaları binanın zemininde bulunuyor;oturma odaları ise orta katında. Yatak odalarından ilki Dr. Roylott'un, ikincisikardeşimin, üçüncüsü de benim. Aralarında bir bağlantı yok ama, üçü de aynıkoridora açılıyor. Yeterince açık mı?""Kesinlikle.""Bu üç odanın pencereleri bahçeye bakıyor. Dr. Roylott, o korkunç gece, odasınaerken çekilmişti ama uyumadığını biliyorduk, çünkü kardeşim sert Hintpurolarının kokusunu hissedip rahatsız olmuş ve odasından çıkıp yaklaşan düğünhakkında konuşmak için bir süreliğine benim yanıma gelmişti. Saat on birde,kalkıp odasına dönecekken, bir an kapıda durdu ve dönüp bana baktı."" 'Helen' dedi. 'Söyler misin, gecenin bir vaktinde birinin ıslık çaldığını hiçduydun mu?'" 'Hayır,' dedim." 'Herhalde sen de uykunda ıslık çalıyor olamazsın, değil mi?'" 'Böyle bir şey mümkün değil; neden?'" 'Çünkü son birkaç gecedir, yaklaşık olarak sabahın üçünde, kısık sesli bir ıslıkduyuyorum. Uykum hafif olduğu için beni her seferinde uyandırıyor. Neredengeldiğini kestiremiyorum; belki yan odadan belki de bahçeden. Sana da birsorayım diye düşünmüştüm.'" 'Hayır, ben duymadım. Arazideki serseri çingeneler olmalı.'" 'Büyük olasılıkla öyledir. Ama bahçeden geliyorsa senin duymaman garipdoğrusu.'" 'Ah, ama benim uykum seninki kadar hafif değildir.' " 'Neyse, zaten önemli bir şey değil.'"Sonra gülümsedi, kapımı kapattı ve birkaç saniye sonra kendi odasının kapısınıkilitlediğini duydum.""İlginç," dedi Holmes. "Gece, kapılarınızı her zaman kilitler miydiniz?""Her zaman.""Peki neden?""Doktorun bir çita ve babun barındırdığını söylediğimi sanıyorum. Kapılarımızıkilitlemeden kendimizi güvende hissedemiyor-duk.""Çok yerinde bir karar. Lütfen hikâyenizi anlatmaya devam edin.""O gece uyuyamadım. Havada bir uğursuzluk seziyordum. Kardeşim ve ben,hatırlayacaksınız, ikiziz ve böylesine yakın olan iki ruhun bağlarının ne kadargüçlü olduğunu eminim bilirsiniz. Korkunç bir geceydi; dışarıda rüzgâruğulduyor, yağmur camlan sarsıyordu. Birden bire, bütün bu gürültününortasında, korkunç bir çığlık duydum. Kardeşimin sesi olduğunu biliyordum.Yatağımdan fırladım, omzuma bir şal aldım ve aceleyle koridora çıktım. Kapımıaçtığımda kısık sesli bir ıslık duyar gibi oldum. Tıpkı kardeşimin tarif ettiği gibibir ıslık. Ardından da sanki metalden bir şey düşmüş gibi başka bir ses duyuldu.Koridordan aşağıya koşarken kardeşimin kilidi açıldı ve kapısı yavaşça aralandı.Korkudan donakalmış bir halde, içeriden ne çıkacağını bilemeden, kapıyabakıyordum. Koridorun ışığında kapı ağzında kardeşimin belirdiğini gördüm.Yüzü korkudan bembeyaz kesilmiş, elleri yardım istercesine uzanmıştı ve tümvücudu bir sarhoşunki gibi bir o yan bir bu yana sallanıp duruyordu. Koşup onukollarıma aldım, ama tam o anda dizlerinin bağı çözüldü ve yere düştü. Korkunçbir acı içerisindeymiş-çesine kıvranıyor ve kasılıyordu. Önce beni tanıyamadığınıdüşündüm, ama üzerine eğildiğimde, asla unutamayacağım bir sesle 'AmanTanrım! Helen! Kordon! Benekli kordondu!' dedi. Söylemek istediği başka birşeyler daha vardı; doktorun odasını işaret ediyordu ama yeni bir krampkelimelerini boğdu. Üvey babamı çağırarak koridordan aşağıya koştum. Zaten oda bornozunu giymiş halde bana doğru koşuyordu. Yanına ulaştığında, kardeşimşuurunu kaybetmişti. Üveybabam, boğazından aşağıya konyak boşaltıp kasabadantıbbi yardım istediyse de bütün çabalar boşunaydı. Kardeşim, bilinci yerine hiçgelmeden gözlerimizin önünde yavaş yavaş öldü. Sevgili kız kardeşimin korkunçsonu işte böyle geldi.""Bir dakika!" diye atıldı Holmes. "Şu ıslık ve metalik sesleri duyduğunuza eminmisiniz? Duyduğunuza dair yemin edebilir misiniz?""Sorgulama sırasında kasabadaki polisin de sorduğu buydu. Duyduğumakesinlikle inanıyorum ama yine de fırtınanın gürültüsü ve eski evimizin çatırdamaseslerinin arasında başka bir sesle karıştırmış olabilirim.""Kardeşiniz giyinik miydi?""Hayır, üstünde yalnızca geceliği vardı. Sağ elinde yanmış bir kibrit çöpü, solelinde ise bir kibrit kutusu tutuyordu." "Tehlikeyi sezdiğinde ışık yakıp etrafına bakınmış demek. Bu önemli bir ayrıntı.Peki polis ne sonuca vardı.""Olayı büyük bir dikkatle araştırdılar çünkü Dr. Roylott'un hareketleri kasabadazaten uzun zamandır tedirginlik yaratıyordu. Ama ölümün sebebine dair tatminedici bir ipucu bulunamadı. İfadem, kapının içeriden kilitlenmiş olduğunu vepencerelerin, demir çubuklu eski kepenklerle her gece örtüldüğünü doğruladı.Duvarların her tarafı sağlamdı ve yapılan araştırmalarda tabanın da sağlam olduğuortaya çıktı. Bacamız geniştir ama girişi dört büyük çubukla kapatılmıştır. Bütünbunları göz önüne aldığımızda, kardeşimin bu felaketle başbaşa kaldığında yalnızolduğunu açık bir şekilde anlıyoruz. Ayrıca üzerinde şiddet kullanıldığına dair dehiçbir ize rastlanmadı.""Peki zehir?""Doktorlar bir takım tahliller yaptılar ama bir şey bulamadılar.""Peki siz bu talihsiz bayanı öldürenin ne olduğunu düşünüyorsunuz.""Bence kardeşim korkudan ve şoktan öldü. Ama onu bu denli korkutan şeyin neolduğunu kesinlikle bilemiyorum.""O sıralar çingeneler topraklarınızda mıydı?""Evet, her zaman birkaç tane vardır zaten.""Peki, benekli kordonla ilgili ifadesinden ne anlam çıkardınız?""Bazen bunun sadece sinirleri zayıflamış bir insanın mantıksız kelimeleriolduğunu düşünüyorum, bazense bir gurup insanı, belki de topraklarımızdayaşayan çingeneleri kastettiğini düşünüyorum. Bilemiyorum ama belki deçingenelerin bir çoğunun kafalarına sardığı benekli kumaşları kastederek böylesöyledi, kim bilir."Holmes'un bu açıklamayla tatmin olmadığı belliydi. "Henüz bir karara varabilmekiçin çok erken. Lütfen hikâyenizi anlatmaya devam edin.""O günden bu yana geçen iki yıl boyunca her zamankinden daha yalnızdım. Sonzamanlara kadar tabii. Bir ay kadar önce, yıllardır tanıdığım, sevdiğim birarkadaşım, beni evlilik teklifiyle onurlandırdı. Adı Armitage - Percy Armitage vekendisi Cranewater'h Bay Armitage'ın ikinci oğludur. Üvey babam, evliliğimizekarşı çıkmayınca düğünü ilkbahara doğru yapmayı kararlaştırdık."İki gün önce, binanın batı kanadında bir tamirata başlandığı için yatak odamınduvarını delmek zorunda kaldılar. Onun için şimdi kardeşimin hayatını kaybettiğiodaya taşındım ve onun yatağında yatıyorum. Dün gece, uyanık bir haldekardeşimin korkunç kaderini düşünerek uzanıyordum ki, birden kısık sesli bir ıslıkduydum. Dehşetimi hayal edebilirsiniz sanırım. Yataktan fırladığım gibi lambayıyaktım ama görünürde hiçbir şey yoktu. Tekrar yatama-yacak kadar sarsılmıştımonun için giyindim ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yardımınızı istemek içinburaya geldim.""Çok akıllıca hareket etmişsiniz," dedi dostum. "Ama bana gerçekten her şeyianlattınız mı acaba?""Evet, her şeyi." "Hayır Bayan Roylott, her şeyi değil. Üvey babanızı korumaya çalışıyorsunuz.""Nasıl, ne demek istiyorsunuz?"Holmes, cevap vermek için misafirimizin kucağında duran elini örten siyah ipekmendili kaldırdı. Beyaz bileğinin üzerinde bir elin beş parmağının izi çıkmıştı."Size kötü davranmış," dedi Holmes.Misafirimiz kıpkırmızı oldu ve bileğini tekrar örttü."Doktor sert bir adamdır," dedi. "Ve bazen belki de kendi gücünün farkındaolmuyor."Uzun bir sessizlik hakim oldu odaya. Holmes, çenesini ellerine dayamış çıtırdayanateşe bakıyordu."Oldukça karmaşık bir işe benziyor," dedi sonunda. "Nasıl hareket edeceğimizekarar vermeden önce bilmek istediğim daha binlerce ayrıntı olacak. Amakaybedecek zamanımız yok. Bugün Stoke Moran'a gelecek olsaydık üveybabanızın haberi olmadan odaları görmemiz mümkün olur muydu acaba?""Tesadüftür ki bugün önemli birkaç işini halletmek için şehre inecekti. Büyükihtimalle eve geç döner. Sizi rahatsız edecek hiçbir şey olmaz. Artık birhizmetçimiz var, ama kadın yaşlı ve aptal. Onu rahatlıkla yolumuzdan uzaktutabilirim.""Mükemmel. Watson, sen de geliyorsun, değil mi?""Kesinlikle.""Öyleyse ikimiz de geleceğiz. Ya siz ne yapmayı düşünüyorsunuz?""Hazır şehre inmişken yapmam gereken bir iki şey var. Ama sizi karşılayabilmekiçin saat on ikide kalkan trenle dönebilirim.""Öğleden sonra oraya varırız. Benim de ilgilenilmesi gereken bir iki işim var.Kahvaltıya katılmaz mıydınız?""Hayır, gitmem gerekiyor. Dertlerimi size anlattığım için kendimi şimdidenrahatlamış hissediyorum. Öğleden sonra gelmenizi dört gözle bekleyeceğim."Yüzünü siyah tülüyle kapattıktan sonra odadan sessizce çıktı."Konuyla ilgili ne düşünüyorsun Watson?" diye sordu Holmes koltuğunayaslanarak."Bence son derece karanlık ve karışık bir iş gibi görünüyor.""Yeterince karanlık ve yeterince karışık.""Fakat şu var, eğer hanımefendi yerin ve duvarların sağlam; kapının, pencereninve bacanın kapalı olduğu konusunda haklıysa, gerçekten de hiç şüphe yok kizavallı kız kardeşi bu garip sonuyla karşı karşıya geldiğinde yalnız olmuş olmalı.""Peki o zaman şu tuhaf ıslık ne oluyor; ya ölen kadının son sözlerine ne demeli?""Bilemiyorum.""Gece duyulan ıslıkları, yaşlı doktorla samimi olan bir grup çingeneyi, üveykızının evliliğini engellemek istediğine dair doktora karşı şüphelerimizi ve ölenkardeşin bir kordonla ilgili son sözlerini dikkate almalıyız. Ayrıca, Bayan HelenStoner'in duyduğu metalik ses de var; bu ses pekâlâ kepenkleri yerinde tutan demirin yerine oturmasıyla çıkmış olabilir. Neyse ben bu karmaşık meseleyiçözebileceğimize inanıyorum.""Peki bu durumda sence çingenelerin bu işte parmağı ne?""En ufak bir fikrim dahi yok.""Onlarla ilgili teoriye bazı itirazlarım var.""Benim de. Zaten bugün Stoke Moran'a gitmemizin nedeni de bu. Neleryapabileceğimizi görmek istiyorum... Ama tanrı aşkına, neler oluyor burada?"Dostumun bu kelimeleri sarf etmesinin nedeni, kapının ansızın, şiddetle ardınakadar açılması ve önümüzde iri yarı bir adamın belirmesiydi. Giyimi ne şık, ne dezevksizdi. Silindir şapkası, uzun frakı, çizmeleri ve elinde salladığı kısakamçısıyla aykırı bir görüntüsü vardı. Boyu o kadar uzundu ki, şapkası kapınıneşiğine deği-yordu. Gövdesi ise kapıyı enlemesine kaplayacak kadar genişti.Birbirine yakın, kan çanağına dönmüş gözleri ve ona vahşi, tehlikeli ve yaşlı birkuş havası kazandıran sivri, ince kemikli bir burnu olan, güneşte yanmış, kırışkırış kocaman suratı önce bana, sonra da dostuma çevrildi."Hanginiz Holmes'sunuz?" diye sordu."Benim, bayım; hizmetinizdeyim," dedi dostum sessizce."Ben Dr. Grimesby Roylott."Gerçekten mi?" dedi Holmes "Oturmaz mısınız?""Öyle bir şey yapacak değilim. Üvey kızım buradaydı, biliyorum. Onu takip ettim.Size ne söylediğini bilmek istiyorum?""Yılın bu zamanı için havalar biraz serin, öyle değil mi!" dedi Holmes."Size neler söyledi?" diye bağırdı yaşlı adam öfkeyle."Ama çiğdemler güzel olacağa benziyor," diye devam etti dostum, adamıumursamayarak."Hah! Benimle dalga geçiyorsunuz öyle mi?" dedi ziyaretçimiz, kamçısınısallayıp bir adım ileri atarak. "Seni tanıyorum sahtekâr. Adını daha önce deduymuştum. Sen 'her şeye burnunu sokan' Holmes'sun."Dostum gülümsedi." 'Meraklı' Holmes," diye devam etti adam.Dostumun gülümsemesi arttı." 'Scotland Yard'ın koca burun' Holmes."Holmes neşeyle kıkırdamaya başladı. "Sohbetiniz son derece eğlenceli " dedi."Çıktığınızda arkanızdan kapıyı kapatmayı unutmayın, dışarısı çok soğuk.""Söyleyeceklerimi söylemeden şuradan şuraya gitmem. İşime burnunu sokmayıaklından bile geçirme. Bayan Stoner'ın buraya geldiğini biliyorum. Onu takipettim. Hafife alınamayacak kadar tehlikeli bir adamım ben."Hızla odaya dalıp ocak maşasını aldı ve kocaman esmer elleriyle onu büktü."Benden uzak dursanız iyi olur," diye bir şeyler homurdanarak maşayı şömineniniçine fırlattı ve odadan çıktı."Oldukça sevimli bir adama benziyor," dedi Holmes gülerek. "Onun kadar kabadeğilim ama gitmeseydi benim gücümün de onunkinden aşağı kalır yanının olmadığını gösterebilirdim." Bunları söyledikten sonra demir maşayı aldı ve onutek bir hareketle eski haline getirdi."Resmi bir dedektif kurumuyla beni bağdaştırdığına inanabiliyor musun. Neyse,bu olay araştırmamıza hız katabilir ama umarım yeni arkadaşımız bu hayvantarafından takip edildiği için sonunda zararlı çıkmaz. Şimdi Watson, kahvaltımızıısmarlayalım sonra da konuyla ilgili bir ipucu elde edebileceğimi umduğumTabipler Bir-liği'ne bir uğrayayım."Sherlock Holmes, elinde yazılar ve şekillerle dolu mavi bir kâğıtla döndüğündesaat neredeyse birdi."Merhum annenin vasiyetini inceledim," dedi. "Önemini tam olarak anlayabilmekiçin, vasiyette yer alan malların bugünkü fiyatlarını hesaplamak zorunda kaldım.Kadın öldüğünde 1100 sterlin civarında olan vasiyetin toplam değeri, arsafiyatlarındaki düşmeden dolayı artık yalnızca 750 sterlin ediyor. Her bir kızevlendikleri takdirde 250 sterlin isteme hakkına sahip. Buradan şu sonucuçıkartıyoruz: ikisinin de evlenmesi ile adamın hayatı kâbusa dönüşecekti; hatta birtanesinin bile evlenmesi doktora ciddi zararlar verirdi. Sabahki çalışmalarımboşuna değilmiş. Adamın böyle bir şeye karşı olması için çok güçlü sebeplerininolduğunu ispatlamış olduk. Ve şimdi Watson, boşa zaman harcayamayız; özelliklede adam, işleriyle ilgilendiğimizi bildiğine göre. Yani hazırsan bir araba çağırtıpWaterloo'ya doğru yola çıkalım. Tabancanı yanına alırsan çok memnun olacağım.Demir maşaları düğümlemeyi başaran adamlar ancak bir tabancanın dilindenanlar. Sanırım bir o, bir de diş fırçasından başka bir şeye ihtiyacımız olmayacak."Waterloo'ya vardığımızda Leatherhead'e giden treni son anda yakaladık. Oradakiistasyondan bir fayton kiralayarak mükemmel bir manzaranın içinden dört beş milyol aldık. Güneşli, az bulutlu, harika bir gündü. Ağaçların ve yol kenarındakiçalıların ilk yeşil tomurcukları henüz patlamıştı ve hava, nemli toprağın mis gibikokusuyla dolup taşıyordu. Yaklaşan baharın güzelliği ile üzerinde olduğumuzuğursuz iş arasında garip bir çelişki vardı; en azından bana göre. Dostum, kollarınıkavuşturmuş, şapkasını gözüne kadar indirmiş bir halde önde oturuyordu. Çenesigöğsüne inmişti; derin düşüncelere dalmış olduğu belliydi. Ama birden bireyerinden sıçradı, omzuma dokundu ve önümüzdeki çayırları işaret ederek,"Şuraya bak!" dedi.Hafif eğimli bir arazide ağaçlarla çevrili bir yerdi. Dalların arasından, çok eski birevin gri renkli yüksek çatısı görünüyordu. "Stoke Moran mı burası?" dedi."Evet bayım, doktor Grimesby Roylott'un evinin ta kendisidir," dedi sürücü."Tamiratları sürüyor," dedi Holmes. "İşte oraya gidiyoruz."Şoför daha uzakta solda bulunan bir grup çatıyı işaret ederek, "Şurası da köy,"dedi. "Ama, o eve gitmek istiyorsanız bu çitlerin üzerinden geçerek yolunuzukısaltırsınız. Tarlaların üzerindeki patikaları geçerek de oraya ulaşabilirsiniz.Şurası işte, bayanın olduğu yer.""Ve hanımefendi de Bayan Stoner herhalde." dedi Holmes gözlerini kısarak."Evet, sanırım önerinize uysak daha iyi olacak." İndik, sürücüye parasını ödedik ve araba LeatherHead'e dönüş yoluna koyuldu."Adamın bizi mimar, ya da belli bir iş için gelmiş birileri olduğumuzainanmasının iyi olacağım düşündüm. Bu şekilde belki dedikodu yapmaz," dediHolmes, biz çitleri tırmanırken."İyi günler bayan Stoner. Gördüğünüz gibi sözümüzde durduk."Sabahki müşterimiz neşeyle bize doğru koştu. Ellerimizi sevecenlikle sıkarak,"Gelişinizi sabırsızlıkla bekledim," dedi. "Her şey yolunda gidiyor; DoktorRoylott şehre inmiş ve akşamdan önce gelmesi beklenmiyor.""Biz doktorla tanışma şerefine erişmiş bulunuyoruz," dedi Holmes ve olanlarıkısaca anlattı. Bayan Stoner dinledikçe beti benzi atıyordu."Aman Tanrım!" diye bağırdı sonunda. "Beni takip etmiş!""Öyle görünüyor.""O kadar sinsi ki ne zaman güvende olduğumu bilemiyorum. Döndüğünde kimbilir ne diyecek.""Kendisini koruması gerekecek çünkü peşinde, kendisinden daha kurnaz birilerinibulabilir. Kendinizi bu gece odanıza kilitleme-lisiniz. Yine de saldırgan olursa,sizi Harrow'daki halanıza götürürüz. Şimdi zamanımızı iyi kullanmalıyız, onuniçin bizi araştırılacak odalara götürme nezaketinde bulunursanız sevinirim."Bina gri taşlardan yapılmıştı. Bir yengecin iki yana uzatılmış kıskaçlarınabenzeyen kıvrık iki kanat ve yüksek merkezi bir binadan oluşuyordu. Kanatlardanbirinde camlar kırılmış, tahtalarla örtülmüştü ve çatının da bir tarafı çökmüştü;tam bir harabeyi andırıyordu. Merkez bina biraz daha iyi durumdaydı. Sağ kanatise pencerelerindeki perdeleri ve bacalarından tüten mavi dumanlanyla aileninoturduğu yerin burası olduğunu belli ediyordu. En ucundaki duvara bir yapıiskelesi kurulmuş ve taş duvar kırdırılmıştı. Ama etrafta çalışanlardan eser yoktu.Holmes, bakımsız avluda bir aşağıya bir yukarıya yavaş yavaş yürüyüppencerelerin dış taraflarını dikkatlice inceledi."Bu pencere anladığım kadarıyla sizin yattığınız odaya ait; ortadaki kardeşinizinve ana binanın yanındaki de Dr. Roylott'un odası, doğru mu?""Kesinlikle. Ama ben artık ortadakinde yatıyorum.""Tamirat yüzünden, değil mi? Sırası gelmişken, uçtaki duvarda acil tamiratgerektirecek bir şey gözükmüyor.""Yoktu zaten. Beni odamdan çıkartmak için bir bahane olduğu inancındayımben.""Bence de. Bu dar kanadın öbür yanında, bu üç odanın açıldığı koridor var değilmi? Orada da pencereler vardır herhalde.""Evet, ama çok küçük pencereler. Oradan kimse geçmiş olamaz.""İkiniz de geceleri kapılarınızı kilitlediğinize göre odalarınıza o taraftanulaşılamazdı. Peki, şimdi odanıza girip kepenklerinizi örtmenizi isteyebilir miyimacaba?"Bayan Stoner söyleneni yaptı. Holmes, pencereyi dikkatlice inceledikten sonrakepenkleri açmak için her yolu denediyse de girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Kepenkleri bir arada tutan çubuğu yerinden kaldırmak için araya bıçak sokacakbir boşluk yoktu. Bü-yüteciyle menteşeleri inceledi ama kaim ahşabın içineyerleştirilmiş sağlam demirden yapılmışlardı, açılmaları imkânsızdı."Hım!" dedi yanağını kaşıyarak. "Teorim bazı noktalarda yetersiz kalıyor.Kepenkler kapalı haldeyken pencerelerden içeri kimse girmiş olamaz. Neyse,gidip içeride olayı aydınlatacak ipuçları var mı, bir bakalım."Küçük bir yan kapıdan, yatak odalarının açıldığı temiz bir koridora girdik.Holmes üçüncü odayı incelemeye gereksinim duymadığı için hemen BayanStoner'in kullandığı ve kardeşinin kötü kaderi ile karşılaştığı ikincisine geçtik.Eski usul köy evlerindekilere benzeyen şöminesi ve alçak tavanıyla, hoş, sıcak birodaydı. Bir köşede çekmeceli, kahverengi bir komodin, başka bir köşede beyazörtülü dar bir yatak ve pencerenin sol tarafında da bir masa duruyordu. Ortadakihalı dahil, bunlar ve iki tane işlemeli sandalye odadaki eşyaların tümüydü.Süpürgelikler ve duvarın panelleri kahverengi meşedendi. Ama o kadar eskimişve soluklaşrnışlardı ki büyük ihtimalle evin ilk yapımından kalmışlardı. Holmessandalyelerden birini bir köşeye çekti ve odanın tüm detaylarını dikkatleincelemek için bir süre sessizce oturdu.Yatağın yanma kadar sarkan ve ucu şu anda yastığın üzerinde olan kalın bir sicimigöstererek, "Şuradaki zil nereye bağlı?" diye sordu."Hizmetçinin odasına.""Diğer eşyalardan daha yeni görünüyor.""Evet, oraya topu topu birkaç yıl önce bağlandı.""Kardeşinizin isteği üzerine herhalde?""Hayır, onu kullandığını hiç duymadım. Bir isteğimiz olduğunda hep kendimizyapardık.""Çok ilginç, bu kadar güzel bir zili oraya koymanın hiçbir faydası yokmuş gibigörünüyor o halde. Şimdi yer döşemesini incelemem için bana birkaç dakika verinlütfen."Büyüteci elinde, kendini yüzüstü yere attı ve ileri geri sürünerek tahtalarınarsındaki çatlakları dikkatlice inceledi. Duvar panellerine de aynı dikkatlebaktıktan sonra yatağın yanına gidip bir süre onu inceledi ve ipin asılı olduğuduvara göz gezdirdi. İpi eline alıp sertçe çekince, "Ama, bu işe yaramaz ki," dedi."Çalmıyor mu?""Hayır, bir tele bile bağlı değil. Bakın bu çok ilginç işte. Gördüğünüz gibivantilatör için yapılan küçük açıklığın hemen üzerindeki bir çengele takılmış.""Ne garip; bunu daha önce hiç fark etmemiştim.""Çok garip!" diye mırıldandı Holmes ipi çekiştirerek. "Bu odayla ilgili bir ikideğişik şey daha var. Örneğin, hangi aptal, aynı zahmetle dışarıya bağlayabileceğibir vantilatörü iki oda arasında açar.""O da oldukça yeni," dedi Bayan Stoner."Zil ile aşağı yukarı aynı zamanda mı yapıldı?" diye sordu Holmes."Evet, o aralar ufak tefek bir sürü değişiklik yapılmıştı." "Hepsi de son derece ilginç karakterde galiba; sahte ziller ve hava vermektenbaşka her işe yarayan vantilatörler. Bayan Stoner, izninizle araştırmamıza yandakiodada devam etmek istiyorum."Doktor Grimesby Roylott'un odası üvey kızınınkinden daha büyüktü ama aynısadelikle döşenmişti. Göze çarpanlar arasında bir kamp yatağı, çoğu teknik konulukitaplarla dolu küçük tahta bir raf, sallanan bir sandalye, duvara dayalı ahşapbaşka bir sandalye, yuvarlak bir masa ve kocaman demir bir sandıktı. Holmesyavaşça dolaşıp hepsini büyük bir ilgiyle inceledi."Bunun içinde ne var?" diye sordu sandığa vurarak."Üvey babamın iş evrakları.""Demek içini gördünüz.""Sadece birkaç yıl önce bir defa. Kâğıtlarla dolu olduğunu hatırlıyorum.""İçinde bir kedi gibi bir şey yoktur herhalde.""Hayır, bu ne garip bir fikir böyle!""Peki şuna bir bakın!" dedi Holmes ve sandığın üzerinde duran küçük bir çaytabağındaki sütü havaya kaldırarak gösterdi."Hayır, kedimiz yok. Sadece bir çita ile bir babunumuz var.""Ah, evet tabii! Çita büyük bir kedidir, ama bir çay tabağı sütün onun ihtiyacınıkarşılayacağını hiç zannetmiyorum. Neyse, özellikle halletmek istediğim son birmesele daha var."Tahta sandalyenin önünde eğildi ve büyük bir özenle inceledi."Teşekkür ederim. Bu da tamam sayılır," dedi ve büyütecini cebine koyarak ayağıkalktı. "Ama durun! Burada ilginç bir şey daha var."Dikkatini çeken eşya, yatağın bir köşesine asılmış küçük bir kamçıydı. Ucukıvrılıp düğüm yapılmıştı."Buna ne dersin Watson?""Oldukça sıradan bir kamçı, ama neden düğümlenmiş olduğunu anlamak zor.""Bu pek sıradan bir şey sayılmaz, öyle değil mi? Ah, ah kötü bir dünyadayaşıyoruz. Ve zeki bir insanın aklı suça çalıştığında, kötünün de kötüsü oluyor.Sanırım bu kadarı yeterli Bayan Stoner; avluya çıkalım mı?"Dostumun yüzünü hiç bu denli karamsar görmemiştim. Avluda bir yukarı biraşağıya yürüyüp durduk. Ne ben, ne de Bayan Stoner,Holmes derin düşüncelerinden sıyrılana kadar tek bir kelime etmedik."Bayan Stoner, tavsiyelerime harfi harfine uymanız gerekiyor.""Bunu yapacağıma emin olabilirsiniz.""Bu konuda tereddüde yer yok. Hayatınız, işbirliğinize bağlı olabilir.""Sizi temin ederim ki ne söylerseniz yapacağım.""İlk iş olarak, arkadaşım ve ben geceyi odanızda geçirmek zorundayız."Bayan Stoner'la ikimiz Holmes'a büyük bir şaşkınlıkla baktık."Evet, bunu yapmak zorundayız. Bakın anlatayım. Şurası kasabanın hanı, öyledeğil mi?""Evet, adı Crown." "Çok iyi. Oradan pencereleriniz görünüyor, değil mi?""Evet.""Akşam üvey babanız döndüğünde başınızın ağrıdığını söyleyerek odanızda kalın.Sonra, babanızın odasına çekildiğini duyduğunuzda, pencerelerinizin kepenkleriniaçıp çengeli kaldırın ve bize işaret olsun diye lambanızı cama yerleştirin. Ondansonra sessizce eski odanıza gidin ve geceyi orada geçirin. Bunu yapabilirsiniz,değil mi?""Ah evet, pek tabii.""O halde gerisini bize bırakın.""Peki siz ne yapacaksınız?""Geceyi sizin odanızda geçirip sizi rahatsız eden sesin kaynağını araştıracağız."Bayan Stoner elini dostumun koluna koyarak, "Bana öyle geliyor ki bay Holmes,siz sesin kaynağı konusunda kararınızı zaten vermişsiniz," dedi."Olabilir tabii.""Öyleyse bana acıyın ve kardeşimin ölümüne sebep olan şeyin ne olduğunusöyleyin lütfen.""Konuşmadan önce daha sağlam kanıtların olmasını tercih ederim.""Bana hiç değilse düşüncemin doğru olup olmadığını söyleyin. Ani bir korkumuydu bütün bunlara sebep olan?""Hayır, öyle sanmıyorum. Bana kalırsa biraz daha elle tutulabilir bir sebebi vardı.Neyse, bayan Stoner, artık yanınızdan ayrılmalıyız, Dr. Roylott döndüğünde bizigörecek olursa bütün planlarımız suya düşer. Hoşçakalın ve cesur olun;söylediklerimi yaparsanız sizi tehdit eden her neyse onu çok yakında gün ışığınaçıkaracağımızı bilerek rahat uyuyabilirsiniz."Crown hanında bir yatak odası ile bir oturma odası tuttuk. Odalar üst katta olduğuiçin pencereden bahçe kapısını ve Stoke Mo-ran'ın oturulan kanadınıgörebiliyorduk. Alaca karanlık çökerken arabayı süren küçük şeklin yanındatehditkâr kocaman bir gölge gibi duran Dr. Roylott'un gelişini gördük. Çocukkocaman demir kapıları açmakta biraz zorlanınca doktorun hakaretler yağdıransesini duyduk ve ona doğru salladığı yumruğundaki öfkeyi gördük. Araba yolunadevam etti ve birkaç dakika sonra, oturma odalarından birindeki ışığınyakılmasıyla dışarıdaki ağaçlar ışığa boğuldu.Holmes, ağır ağır çöken karanlıkta beraber otururken bana, "Biliyor musunWatson," dedi, "seni bu gece yanımda götürme konusunda bazı endişelerim var.Uzak bir ihtimal dahi olsa, çok tehlikeli olabilecek bir araştırmanın içindeyiz.""Ama yardımım dokunmaz mı?""Yanımda bulunman eşsiz bir önemi olabilir.""O halde kesinlikle geleceğim.""Bu gerçekten çok nazik bir davranış olur.""Tehlikeden bahsettiğine göre o odalarda benim gördüğümden fazlasınıgörmüşsün." "Hayır, ama sanırım araştırma açısından senden biraz daha fazla ilerlemişolabilirim. Aslında yaptığım her şeyi sen de gördün.""İlginç bir şey gördüğümü söyleyemem. Sadece bir zilin ipini gördüm ve onun danasıl bir anlamı olduğunu çözmek, korkarım ki benim harcım değil.""Vantilatörü de gördün ama, değil mi?""Evet, ama bana kalırsa iki odanın arasında küçük bir açıklığın olması o kadargarip bir şey değil. Ayrıca o kadar küçük bir boşluk ki içinden bir fare bile zorgeçer.""Daha Stoke Moran'a gelmeden, burada bir vantilatör bulacağımızı biliyordum.""Ciddi misin Holmes!""Ah evet, biliyordum. Hatırlıyor musun, bayan Stoner bize olanları anlatırken,kardeşinin Dr. Roylott'un purosunun kokusunu duyduğunu anlatmıştı. Bu tabii kiodaların arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyordu. Bağlantı küçük olmalıydıyoksa polisin raporunda yer alırdı. Olsa olsa bir vantilatördür diye düşünmüştüm.""Peki bunun ne gibi bir zararı olmuş olabilir ki?""En azından tarihlerle ilgili ilginç bir raslantı yok mu sence. Bir vantilatöryapılıyor, bir ip asılıyor ve yatakta uyuyan bir hanımefendi ölüyor. Sana da garipgelmiyor mu bu?""Henüz aralarında bir bağlantı göremiyorum.""Peki yatakla ilgili ilginç bir şey fark ettin mi?""Hayır.""Yere tutturulmuştu. Daha önce yere o şekilde tutturulan bir yatak görmüşmuydun?""Gördüm dersem yalan olur.""Hanımefendi yatağını başka bir yere yerleştiremiyordu. Vantilatöre ve halata -öyle diyebiliriz pekâla çünkü bir zili çekmek için oraya konmadığı apaçık ortada -göre hep aynı konumda durmak zorundaydı.""Holmes!" diye haykırdım. "Ne demek istediğini yavaş yavaş anlamayabaşlıyorum galiba. Korkunç bir cinayeti önlemek için tam zamanında yetiştik.""Dediğin gibi korkunç. Bir doktor .yolundan saptığında suçluların en beteri olurçıkar. Sağlam sinirlere ve bilgilere sahip olduğu için yapamayacağı şey yoktur.Palmer ve Pritchard'ı hatırlarsan, mesleklerinde en önde gelenlerdi. Bu adam dahabile kurnaz; ama Watson, zannedersem ona bizim de öyle boş olmadığımızıgösterebileceğiz. Ama gece bitmeden daha çok şey olacak. Neyse, Tanrı aşkınapipolarımızı tüttürelim ve birkaç saat boyunca daha neşelişeyler düşünelim."Saat dokuz sularında ağaçların arasındaki ışıklar söndü ve Manor Konağıkaranlığa gömüldü. İki saat boyunca her şey hareketsizdi ama tam saat on birde,önümüzdeki karanlıkta birden bire küçük bir ışık belirdi."İşaretimiz bu," dedi Holmes ayağa fırlayarak. "Orta pencereden geliyor."Dışarı çıktığımızda hanın sahibi ile biraz konuştu. Bir tanıdığımıza ziyaretegideceğimizi ve geceyi orada geçirme olasılığımızın olduğunu söyledi. Birkaç saniye sonra soğuk bir rüzgârın eşliğinde kapkaranlık yola girmiştik bile.Önümüzdeki karanlıkta, bizi bekleyen tehlikeli görevimize giden yolu göstermekiçin tek bir sarı ışık parıldıyordu.Konağın bahçesine girmekte hiç zorlanmadık, çünkü eski duvarlarda tamiredilmemiş gedikler vardı. Ağaçların arasından ilerleyip avluya ulaştık. Tampencereden içeriye girmeye hazırlanıyorduk ki arkamızdaki çalılardan, kocaman,deforme olmuş bir çocuğa benzeyen bir şey fırladı. Kendini çimenlerin üzerineattı ve hızla avluyu geçip karanlıkta kayboldu."Tanrım!" diye fısıldadım. "Onu gördün mü?"Holmes da o an için en az benim kadar şaşkındı. Eli, dehşetten, bileğime demirgibi kenetlenmişti. Birden sessizce gülmeye başladı ve kulağıma fısıldadı; "Evhalkı çok hoş doğrusu. Nihayet ba-bunla karşılaştık."Doktorun barındırdığı garip hayvanları unutmuştum. Bir çitası da olacaktı. Her anonu ensemizde bulabilirdik pekâlâ.Holmes'in yaptığını yaparak, ayakkabılarımı çıkartıp yatak odasına girdiğimdekendimi çok daha iyi hissettiğimi itiraf etmeliyim.Dostum hiç ses çıkarmadan kepenkleri kapattı, lambayı masanın üzerine koydu veodayı şöyle bir süzdü. Gündüze göre değişen bir şey olmamış gibiydi.Bana sokuldu ve elini ağzına siper yaparak kulağıma fısıldadı. O kadar kısık seslekonuşuyordu ki dediğini zar zor duyuyordum."En ufak bir ses planımızı mahvedebilir,"Başımı sallayarak onayladım."Işığı söndürmek zorundayız. Vantilatörün içinden görülebilir."Başımı tekrar salladım."Sakın uyuma; hayatın buna bağlı. Tabancan hazır dursun, belki ihtiyacımız olur.Ben yatağın kenarında oturacağım, sen de şuradaki sandalyeye geç."Tabancamı çıkartıp masanın kenarına koydum. Holmes, yanında getirdiği ince birdeğneği bir kutu kibrit ve bir mumla beraber oturduğu yerin kenarına koydu.Ardından lambayı söndürdü. Böylece tamamenkaranlığa gömüldük.O korkunç gece nöbetini asla unutamam. Bir nefes dahi olsun, tek bir sesduyamıyordum. Buna rağmen dostumun az ileride, gözleri açık bir haldeoturduğunu ve benim kadar heyecanlı olduğunu biliyordum. Kepenkler en ufakbir ışık bile geçirmiyordu ve zifiri karanlıkta bekleyişimizi sürdürüyorduk. Aradabir, dışarıdan bir kuşun ötüşü duyuluyordu. Bir defasında da tam penceremizinaltından bir kedininkine benzer uzun bir miyavlama sesi duyuldu. Çita gerçektende dilediği gibi dolaşabiliyordu. Çok uzaktan, her çeyrekte bir çalan bir çanınsesini duyabiliyorduk. Ne kadar uzun sürüyordu o çeyrekler! Saat on iki oldu; bir,iki ve üç oldu; biz olacakları hâlâ sessizce bekliyorduk.Birden, vantilatörün orada bir ışık huzmesi göründü, ama hemen söndü. Onu,yanan yağın ve ısınmış metalin yoğun kokusu takip etti. Diğer odada birisi birfener yakmıştı. Her şey tekrar sessizliğe gömülmeden, yan odada birinin hareketettiğini duydum. Koku giderek yoğunlaşıyordu. Yarım saat boyunca en ufak bir ses du-yamadan oturdum ama aniden başka bir ses daha duyuldu... Sanki, suyukaynayan bir çaydanlıktan çıkan buhardan çıkıyormuşçasma zayıf ve sakinleştiricibir sesti. Bunu duyduğumuz anda,Holmes, yataktan fırlayıp bir kibrit çaktı vedeğneğiyle zile bağlı ipe tüm gücüyle vurmaya başladı."Gördün mü Watson?" diye bağırdı, "gördün mü?"Ama ben hiçbir şey göremiyordum. Holmes, kibritini çaktığı anda. kısık sesli,berrak bir ıslık sesi duymuştum ama yorgun gözlerime çakan ani ışık yüzündendostumun öfkeyle vurup durduğu şeyin ne olduğunu görememiştim. Buna rağmenyüzünün bembeyaz olduğunu ve dehşetle karışık bir nefretle bir şeye baktığınıhissedebiliyordum. Sonunda vurmayı bıraktı ve vantilatöre bakarken, hayatımdaşimdiye kadar duyduğum en korkunç çığlığı duydum. Gecenin sessizliğindebirden patlak veren; acı, korku ve öfkeyle dolu, tüyleri diken diken eden bir çığlık.Daha sonradan, bu çığlığın köydeki hatta uzaktaki insanları bile uykularındanuyandırmış olduğunu öğrendik. Yüreklerimizi donduran bu ses, ta ki en sonyankısı dahi içinden yükselmiş olduğu karanlıkta kaybolana kadar Holmes'le,birbirimize baka kaldık."Bu da neydi böyle acaba?" diye fısıldadım."Her şeyin artık bittiğini işaret ediyor," dedi Holmes. "Ve belki de böylesi dahaiyidir. Silahını al, Doktor Roylott'un odasına gidiyoruz."Karamsar bir yüzle lambayı yaktı ve koridordan aşağıya yürümeye başladı. İkidefa kapıya vurduysa da cevap gelmedi. Kapı kolunu çevirdi ve içeriye girdi. Bende, elimde tabancayla hemen arkasında duruyordum.İçerideki manzara ürkütücüydü. Masada, kapısı açık sandığa parlak bir ışıkyansıtan, siperi yarı açılmış fener duruyordu. Masanın yanındaki sandalyede,üzerinde uzun gri pijamasıyla Dr. Gri-mesby Roylott oturuyordu. Ayaklarında,kırmızı, topuksuz Türk terlikleri vardı. Kucağında, gündüz görmüş olduğumuzyuvarlak uçlu, kısa kamçı yatıyordu. Çenesi yukarı dönmüş ve gözleri ürkünç vegarip bir şekilde tavanın bir köşesine bakıyordu donuk donuk. Alnında, başınınetrafına sımsıkı bağlanmış gibi duran tuhaf kahverengimsi lekeli san bir kordonvardı. Biz odaya girdikten sonra bile tamamen hareketsiz ve sessiz oturmayadevam etti."Kordon! Benekli kordon!" diye fısıldadı Holmes.Bir adım öne çıktım. Başındaki bu tuhaf kuşak ansızın hareket etmeye başladı vesaçlarının arasından, küçük elmas şekilli başı ve şişirilmiş boynu ile iğrenç biryılan çıktı."Bu bir bataklık engereği," diye bağırdı Holmes. "Hindistan'ın en zehirli yılanı.Isırdıktan sonra adam on saniye içinde ölmüş olmalı. Kötülük yapan gerçekten dekötülük buluyormuş. İnsan, kendi kazdığı kuyuya kendi düşer. Seninle şu yaratığıyuvasına geri sokalım, sonra da Bayan Stoner'i güvenilir bir yere götürür veolanları polise anlatırız. " Ani bir hareketle, ölü adamın kucağındaki kamçıyı aldı, halkayı yılanınboynundan geçirip kendisinden mümkün olduğu kadar uzakta tutarak demirsandığın içine fırlattı ve kapağını hızlıca kapattı.Doktor Grimesby Roylott'un ölümüyle ilgili gerçekler işte böyle. Üzücü haberleriBayan Stoner'a aktarıp sabah treniyle Harrow'-daki halasına gitmesi için yolcuettik. Yerel polis, doktorun, evinde barındırdığı tehlikeli hayvanlardan biriyleoynarken kaderiyle karşı karşıya geldiği sonucuna vardı. Ertesi gün dönüşyolumuzday-ken, Holmes, dava ile ilgili benim bilmediğim ayrıntıları anlattı."Bayan Stoner olanları ilk anlattığında, tamamıyla yanlış bir sonuca varmıştım, kibu da sevgili Watson, yetersiz detaylarla hareket etmenin ne denli sakıncalıolduğunu açık seçik gösteriyor," dedi."Çingenelerin varlığı ile zavallı kızın kibrit ışığında şöyle bir gördüğü şeyingörüntüsünü anlatmak için kullandığı 'benekli kordon' kelimeleri, tamamıylayanlış bir yola sapmama yetti. Odada bulunan birini tehdit eden her ne idiyse, nepencereden, ne de kapıdan girmiş olamayacağını anladığımda fikirlerimtamamıyla değişti. Sana zaten söylemiş olduğum gibi, odadaki vantilatöründikkate değer olduğunu düşünmüştüm ve yatağın üzerine sarkan zil ipinin sahteolduğunun keşfi ve yatağın yere monte edilmiş olması bende hemen ipinvantilatörden çıkıp yatağa gelen bir şey için köprü görevi gördüğü şüphesiniuyandırdı. Bir yılan olabileceği aklıma gelmişti. Sonra doktorun Hindistan'dangelen hayvanlara olan ilgisini de bu düşünceme eklediğimde doğru yoldaolduğumu hissettim. Kimyasal testlerde ortaya çıkmayacak bir zehir kullanmafikri, ancak doğuda eğitim almış, zeki ve acımasız birinin aklına gelebilirdi. Böylebir zehrin yayılma hızı da ona büyük bir avantaj sağlayacaktı. O sivri dişlerinbıraktığı iki siyah küçük noktayı görebilmesi için polisin gerçekten çok keskingözlü olması gerekirdi. Ardından ıslığı düşündüm. Sabah ışığı, saldırganı ortayaçıkarmadan önce onu geri çağırmak zorundaydı elbette. Onu eğitmişti; büyükihtimalle odada gördüğümüz süt kokusuna geliyordu yılan. Onu, uygun olduğunudüşündüğü bir saatte vantilatörden içeri sokar ve ipten aşağıya süzülüp yatağaineceğini bilirdi. Ama odadaki kişiyi ısırabilirdi de, ısırmayabilirdi de. Kadınbelki de bütün bir hafta boyunca her gece kurtulur ama er ya da geç yakalanırdı.Doktorun odasına daha girmeden bu sonuca varmıştım. Sandalyesiniincelediğimde birçok kez üstüne çıkılmış olduğunu gördüm ki bu da tabii,vantilatöre ulaşabilmek içindi. Sandık, süt tabağı ve kamçı bütün şüphelerimisilmeye yetti. Bayan Stoner'in duyduğu metalik ses besbelli ki üvey babasınınsandığının kapağını içindeki katilin üzerine kapatmasından çıkan sesti. Bir kerekararımı verdikten sonra, tezimi ispatlamak için attığım adımları sen debiliyorsun. Yaratığın tıslamasını duydum, - hiç şüphem yok ki sen de öyle -hemen ışığı yaktım ve ona saldırdım.""Böylece vantilatörden geri dönmesini sağladın." "Evet, ve sonuçta, diğer taraftaduran sahibine saldırdı. Değneğimin darbelerimden bazıları isabet etti ve yılanıkızdırdı, böylece ilk gördüğü insana saldırdı. Bu durumda, doğrudan olmasa da, Doktor Grimesby Roylott'un ölümünden sorumluyum, ama bunun vicdanımı pekrahatsız edeceğini söyleyemem.  

Sherlock Holmes: İlk KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin