3

565 56 23
                                    

"Sana dikkat etmeni söylemiştim." diye hastaneden çıkarken sızlanmasıyla gözlerimi devirdim. Bu bunu kaçıncı söyleyişiydi?

"Junhui bu kaçıncı söyleyişin?"

Durup bana döndü.

"Ama sana dikkatl-"

"Sana kaymayı bilmediğimi söylemiştim."

"Ve bana iyi olduğunu ve kendim kaymamı söyleyen de sendin."

Susup yürümeye devam ettim. Bir nevi haklı olsa da... ben ona bilmediğimi söylemiştim!

Ben yürürken bana yetişip kolunu omzuma attı.

"Çok acıyor mu?"

"Hareket ettirirken biraz."

Doktor sadece küçük bir incinme olduğunu ve mümkün olduğunca hareket ettirmememi söyleyip sarmıştı.

"Peki ya yemek yerken falan ne yapacaksın?"

Gözlerimi devirdim.

"Sağlağım Junhui."

"Ha evet."

Ondan sonra ise eve varana kadar kimse konuşmadı.

~~~

"Günaydın." diye gülümseyerek pratik odasına girdim.

"Günaydın." dedi Junhui benim gibi gülümseyerek.

"Hansol hala hasta mı? O niye gelmedi?"

"Aslında iyileşti sayılır ama yengem bunu anlamak istemiyor gibi. Onu göndermedi ama beni kovdu."

Gülümsemesi büyük olanıyla değişti.

"Peki Chan nerede? Yine mi günden kaçamadı?" diyip güldü ama ben bu sefer istesem de gülemedim.

"Sabah mesaj attı. Büyükannesi ölmüş. Oraya gitmişler. Yarın geleceklermiş." diye kuruyan boğazımla açıklama yaptım. Chan'la çocukluktan beri arkadaştık ve doğal olarak ailelerimiz de öyleydi. Haliyle birçok kez büyükannesiyle vakit geçirmiştim. Benim olmadığı için ise onu kendi ailemden biriymiş gibi benimsemiştim.

O yüzden sabah başarabilmiş olsam da şu an şu an tüm uğraşlarıma rağmen mağlup olmuştum ve gözyaşlarım kendiliğinden akmaya başlamıştı. Olduğum yerde yavaşça çöküp dizlerimin üstüne oturdum ve ellerimi yüzüme kapatarak hıçkırarak ağlamaya başladım. Junhui hızla yanıma geldi.

"Hey, hey, neden ağlıyorsun?"

Buna cevap olarak sadece hıçkırabilmiştim. Başka hiçbir şey yap(a)madan ellerimi yüzümden çekip ona sarıldım. Ağlarken birine sarıldığımda her zaman rahatlar ve sakinleşirdim ama şu an neden işe yaramıyordu? Sakinleşmek için yaptığım şey onun kokusu burnuma doldukça nedensizce ağlama istediğimi körüklüyordu.

O da işe yaramadığını fark etmiş olacak ki bana sardığı ellerini saçlarıma götürmüş ve yavaşça okşamaya başlamıştı. Bir süre sonra sarıldığımda hafif de olsa şiddetlenen ağlamam yerini burun çekiş seslerime ve kısık sesli hıçkırıklara bırakmıştı. Bir de onun kalp sesleri... Onun hızlı atan kalbini duyuyordum ama o an için bunu boş verip bir kez daha burnumu çektim ve yavaşça ondan ayrılıp geri çekildim. Gözlerimin kıpkırmızı olduğuna emindim de... Birden bu oda neden bu kadar soğudu?

Gözlerini bana çevirdiğinde ben de ona bakmaya başladım.

"Neler olduğunu anlatmak ister misin?"

Konuşursam sesimin berbat çıkacağına kanaat getirerek iki yana başımı salladım. Bu konunun -hiç değilse şimdilik- kapanmasını istiyordum.

~~~

O psikoloji ile dans etmeyi bırak herhangi bir şey dahi yapamayacağım için bahçeye çıkıp çimlere oturmuştuk ve oturduğumuzdan beri onun arada bana baktığını fark etsem de asla ona bakamıyordum çünkü az önce yaşananlar ancak bahçeye çıkıp da temiz hava ciğerlerime dolduğunda kafama dank etmişti ve ben sebepsizce utanmaya başlamıştım.

"Bileğin nasıl?"

"Ha?" diyerek ona döndüm. Utanıyordum ama ona dönmek zorunda kalmıştım.

Gözleriyle bileğimi işaret etti.

"Hm, kötü değil. Aslında sen söyleyene kadar unutmuştum."

"Bak, ne diyeceğim?" diyip ayağa kalktı.

"Şu an dans edecek psikolojide değilsin hem zaten bileğini de çok hareket ettirmemen gerekiyor..."

~~~

"Yine niye buraya geldik? Yine kaymayacağız değil mi? Bak daha bileğimi dün sakatladım, zaten bir nevi ondan dolayı geldik."

"Hayır. Zaten..."

Elini ensesine attı.

"Dünkü olaylardan sonra seni bir daha bir şeye zorlamam."

Birkaç saniye sessizliğin ardından konuştu.

"Neyse, hadi gidelim!" diyip bileğimden tutup beni de arkasından çekiştirmeye başladı.

"Ya madem kaymayacağız, niye geldik o zaman?"

Ama o sorumu yanıtsız bıraktı.

~~~

"Ben daha ayakta zor duruyorum başkaları neler yapıyor." derken bir yandan da başından beri yaptığım gibi hayranlıkla gösteriyi izliyordum. Junhui güldü.

"Evet ama onlar ne kadar uzun zamandır bunu yapıyorlar. Mesela..." diyip eliyle iki kişiyi gösterdi.

"O ikisi dört yaşlarından beri kayıyorlar."

Dediğiyle gösteriyi bırakıp ona döndüm.

"Dört yaşından beri mi? Çok uzun bir süre. Ayrıca sen nereden biliyorsun? Ünlüler mi yoksa?"

"Kendi alanlarında ünlüler evet ama ben oradan bilmiyorum. Onlar benim küçüklüğümden arkadaşlarım. Ben de bu kadar kaymayı onlar sayesinde biliyorum. Birkaç şey öğretmişlerdi bana da."

"Gerçekten mi? Vay canına!" diyip tekrardan gösteriye döndüm. Birkaç dakika sonra gösteri bitince Junhui bu sefer de gösteriyi yapanların yanına çekiştirmişti beni.

"Yijian! Aijia!"

İkisi de aynı anda ona döndü...

"Junhui?"

... ve aynı anda konuştular. Adının Yijian olduğunu düşündüğüm çocuk gelip Junhui'ye sarıldı. O ayrılınca Aijia gelip -sanırım kız olduğundan- çok yakın olmayan bir şekilde kısaca sarıldı.

"Okulda olacağını düşünmüştük. Gelmeni beklemiyorduk."

"Aslında evet ama bugün pek çalışacak durumda değildik. Ayrıca tanıştırayım: Minghao."

İkisiyle de kısaca el sıkıştım.

"Memnun oldum. Ben de Yijian, bu da ikizim Aijia."

"İkiz misiniz?"

Şaşkınca onlara bakarken cidden dikkatli bakınca benzediklerini fark ettim.

"Ne güzel."

"Evet." diyip gülümsedi Aijia.

"Yetişmeniz gereken bir yer falan var mı?"

"Hayır, bugün boşuz. Birlikte bir şeyler yapalım diyecektin değil mi?"

"Bakıyorum hala insanların düşüncelerini anlayabiliyorsun."

"Geliştirdi bile. Artık evde içimden konuşmaya korkuyorum."

"Yah! Abartma." diyip Aijia, Yijian'ın koluna vurdu ve herkes gülmeye başladı.

Jam Jam//JunHaoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin