bu bir aşk mektubu değil

268 36 7
                                    




bu bir aşk mektubu değil, umarım bana darılmazsınız.

size sarfetmek istediğim tüm kelimeler oldukça çirkin; çünkü ruhtan dökülen kelimeler sahibine benzer, ama bu çirkin sözler bile ipeği andıran uzun saçlarınıza değer değmez baharın ilk yabani çiçekleri gibi açacaktır, çirkinliğin yanınıza yaklaşabileceğine inanmıyorum.

ama dediğim gibi, vaktinizi bu yankısı bile duyulmayan değersiz iltifatlarla almayayım, bu bir aşk mektubu değil. umarım bana darılmazsınız.

şimdi beşiktaş'ta bir köşede meteliksiz ruhumun satın alabileceği en iyi kahveyi içiyorum. arkada çalan yumuşak müzik ve aşağı yolda birine bağıran kadının acı sesi dolduruyor kulaklarımı.

' fahişeysen geneleve, gözüme gözükme! '

boğuk bir hıçkırık yükseliyor yılın ilk gününde bomboş olan sokaklara.

fahişeysen geneleve, ama hiç kimseysen nereye? bu soru işareti takılıyor kısa saçlarıma; ama kısalar ya, galiba saklanamıyor, gözüküyor tüm bu karmaşada. göz göze geldiğim garson usulca göz kırpıyor bana, belki de saçlarıma, tuhaflığıma.

yakınımdaki eski zeytin yeşili koltuğun kadifesine gömülen kızda bir an sizi görüyorum, içimdeki darağacı öyle bir sıkıyor ki beni, nefes alamıyorum. ama o siz olamazdınız,

keşke olsaydınız. verirdiniz bana cevaplarımı.

bu bir aşk mektubu değil dedim ya, olmasını istemediğimden değil aslında; basitçe yerimi bulamadığımdan, sizi sevecek biri olamadığımdan, sokakta süzülen boğuk hıçkırıktan bile daha değersiz kalbimi yalnızca ve yalnızca vanilyalı kahveyle doldurduğumdan yazamam size aşk mektuplarımı.

her yerde sizi görüyorum desem ne düşünürdünüz? güzellikte, çirkinlikte; çirkinlikteki güzelin yokluğu sizin bendeki yokluğunuzu anımsatıyor bana. dökülmüş sarı duvarları ele geçirmiş yosunlar sarıyor içimin boş mahzenlerini. uzaktan bir kahkaha duyuluyor, birinin doğum günü galiba. size ulaştığım gün benim gerçeken doğduğum gün olacak. atılan kahkahalara dönüyorum yüzümü, sizi düşünüyorum.

özür dilerim konudan saptım yeniden, bu bir aşk mektubu değil; umarım bana darılmazsınız. nerede kalmıştım?

gülüşmelerin içimi dolduran hüznüyle önüme dönüyorum tekrardan. balkonun öteki ucunda alçıdan, beyaz bir manken var. üstü bana bakıyor ama alt tarafını ters çevirmiş birileri. heykelin yanında oturup ona bakan küçük kız kızarıyor, annesine dönüp anlattığını dinliyormuş gibi davranıyor. sanırım ürkütüyor onu 'erkek' kavramı. dürüst olacaksam beni de. kahveme uzanıyorum ve vanilyanın kokusunda sizi arıyorum.

saadete gelmeliyim galiba, sıkmak istemem sizi. bu satırları dökecek kimsem yok desem bana çok acır mısınız, utanıyorum gözünüzde daha da düşmekten. zaten toprağın binlerce kat altında rezerve ettiğim yerimden ayrılabileceğimi de sanmıyorum; tek umduğum şey gömülü olduğum yerin üstünde güzel çiçeklerin açması. baharda açan küçük çiçeklerden ama, gülleri sevmem ben de sizin gibi. tek bir duygunun bu kadar maddi bir temsili doğru gelmiyor bana. 'her güzel şey ufak bir hüzün barındırmalı' derdiniz bana. sizin güzelliğinizin hüznü olabilmek için olmayan ruhumun ne kadarını vermeliyim acaba?

yılın ilk günü bomboş beşiktaş sokaklarında geziyor size özlemim; o kadar yoksun, meteliksiz ki ulaşamıyor hayalinize bile. o kadar yoksun, o kadar meteliksiz ki, dudaklarınız ağzımın kenarını teğet geçse bile boğacağını düşünüyorum içimdeki darağacının beni.

düşünüyorum ki, benim gibi biri sizin uzun saçlarınızla sarılıp sarmalanmadan, sizin yumuşak dokunuşlarınızı teninde hissetmeden kendiliğinden tam olamaz galiba. ama tam olamaz ya, bu yüzden de hissetmeye, sevmeye layık değildir sizi. bu yüzden geriye sadece ben kalıyorum, sallanan ilmeğim, ucuz kahvem, sizi gördüm sanıp kendimi sanrılarla bitirişim. ve sokakta ardı kesilmeyen hıçkırıklarla açan çiçekler.

artık anlamışsınızdır, işte bu yüzden bu bir aşk mektubu değil, biliyorum bana darılmazsınız.

                                        - shin

- shinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin