Gece hiç rahat uyuyamamıştım. Gözüme asla uyku girmedi. Ve sabah da öyleydim. Odamın duvarına yaslanmış, ağlıyordum. Ev sessizliğe mahkûmken, ağlama sesim küçük evimi titretti. Ağlıyorduk hep beraber duvarla, yatağımla, çalışma masamla. Daha sonra kahvaltımı hazırlamak üzere mutfağa gittim. Evdeki yalnızlık beni tedirgin etmeye başlamıştı şu aralar. Şu andan itibaren evde sadece saatin tik-tak sesleri ve benim ağlayarak çay içme sesim vardı. Karnımı tam doyuramadım o hüzünle; bulaşığı yıkamaya kalktım. Su buz gibiydi. Normalde böyle olmazdı. Çünkü ben su soğukmuş gibi hissediyordum. Ev soğukmuş gibi. Her yer soğukmuş gibi hissediyordum. Ben de böyleyim işte, her sabahım hüzün dolu. Her sabah annemi, babamı, kardeşlerimi hatırlar hatırlar ağlarım. Ama sonra unutmaya çalışır, formalarımı giyer ve yola koyulurum. Okula da yürüyerek giderim ben. Doğrusu bu kadar şey yapmak için geçimimi nasıl sağladığımı ben de bilmiyorum. Kıyıdan köşeden bulduğum paralarla herhalde. Ama artık geçimimi sağlayabileceğim. Çünkü az bir zaman sonra bir mesleğim olacak. Neyse. Okula geldiğimde kapıdan umutsuzlukla içeri girdim. Çıktım merdivenleri, sınıfa girdim. Yine de "Bir ümit..." diye geçirerek Ayça'nın sırasına baktım. Yine yoktu. Ne kadar da kuruntuluydum. Neymiş "Ya Ayça öldüyse?" Neymiş "Yalvarırım hocam ben de geleyim." Neymiş "Ne olur onu son bir kez daha göreyim yalvarırım." "Kendine gel Şebnem! Sen o Şebnem değilsin! Senin değişmen lazım artık. Kendine gel."
Öff sus bi iç ses.
"Niye? Ben senin iyiliğin için yırtınıyorum burada."
Yaw he he iç ses yaw he he.
Aslında iç ses haklı. Bir an önce kendime gelmem lazım. Çok kuruntu yapıyorum.
"Aynen bence de."
İç ses sana sus artık demiştim.
"Tamam be sustum."
Nihayet.
"Ama ihtiyacın olduğunda da yardım etmem bak."
İç seeees!..
"..."
Oh be! Evdeki sessizlik gibi oldu şimdi. Neyse. Ben şu an depresyondayım. Konuşmıcam.
Der demez hoca girdi. Ben böyle hocaya duygu sömrüsü yaptım. Yani yapmadım da böyle üzgün üzgün baktım. Hoca da anladı zaten. Hani dün bişeyler olmuştu ya işte o yüzden. Ama aslında neden üzgün olduğumu bilmiyordu. Ders boyunca hiç konuşmadım. Ama hoca resmen beni konuşturmak için resmen elinden geleni yapıyordu. Ben de inadına konuşmadım. İnadına. Teneffüste o kafayla nasıl aklıma geldiyse "Acaba Ayça'yı tanıyan biri var mıdır?" diye düşündüm. 59 kişiden 59'una da sordum. Ama hiç kimse ne bu yıl ne de daha önce onunla tanışmamış. Üzüldüm. Çok üzüldüm. Öyle böyle değil. Sonra aklıma geldi '(o gıcık) öğretmene sormak'. Çekinsem de kendimi aştım ve öğretmenin yanına gittim. Dedim ki, "Öğretmenim, sizde Ayça'nın numarası var mı? Varsa ne olur verin ne olur hocam ne olur." O an sesim öyle hüzünlü çıktı ki. Sonra hoca "Bilmiyorum kızım dosyama bakmam lazım. Derste yanıma gel."
"Oha! İlk defa seni terslemedi kızım. Sevin sevin."
İç ses sana söyleyecek bir şey bulamıyorum. Sana ben kaç saat önce sus dedim ama hâlâ... Neyse artık susma sırası bende.
Hocanın, "Sen kiminle konuşuyorsun kızım?" demesiyle irkildim.
"Şeyy... Hiiç! Yok bişey."
"Emin misin?"
"Mm... Evet."
"Peki"
"Oğlum bu kız gerçekten manyak. Benden demesi. Bulaşma bu kıza."
"Öff sus bi"
Hoca da iç sesiyle konuşuyodu herhalde. Hocaya özenerek dedim ki,
"Kimle konuşuyonuz hucaaam?"
"Dalga geçme kızım. Hem sana ne ki bundan? Kiminle konuşuyorsam konuşuyorum."
Kıs kıs güldüm. Tam da o sırada zil çaldı. Böylece hoca da kurtulmuş oldu. Hocayla birlikte çıktık sınıfa, dosyasına baktık. Vardı Ayça'nın numarası. İçim bi hoş olmuştu. Karnım ağrıyordu heyecandan. Eve gider gitmez çok az kalan kontürümü onun için harcayacaktım. Neyse geri kalanı geçiyorum çünkü başka önemli bi olay olmadı.
Eve girer girmez tuşlu gereksiz telefonuma sarıldım. Titreyerek numaraları yazdım. Ve heyecanla 'ARA' tuşuna bastım. Ancak şu ses mutluluğumla aramıza duvar ördü:
"Aradığınız kişi, şu anda telefona cevap veremiyor, lütfen sinyal se-
" Yürü git be yürü git." dedim.
Tekrar tekrar denedim ama yine aynı ses yine aynı ses. Ve bugün de hüzün doluydu. O kıza kesin bir şey olmuştu, kesin... Kesin...