1-Savaşın İçinde

101 16 0
                                    

Nefes almayı unutmuştum. Karşımdaki manzara o kadar vahşet doluydu ki... Kan, cesetler ve cesetleri arayan insanlar vardı. Bir savaşın ortasındaydık ve savaş bitmiş, geriye sadece yıkıntıları kalmıştı.

"Neye bakıyorsunuz generalim?" diye seslendi benden yaşça büyük askerlerimden biri. "Hayatlara" dedim sakince. Başını eğip yeniden cesetleri aramaya başlamıştı. Ben ise son bir bakış attıktan sonra atıma binerek savaşın bitip, kan gölüne döndüğü alandan uzaklaşarak karargaha ilerlemeye başladım.

Karargah epey büyük bir düzlüğe kurulmuştu. Girişte tahtadan, üstün körü yapılmış surlar vardı. Beni gören askerler yol verip, selamlıyorlardı. Nihayet gitmek istediğim çadıra ulaştığımda atımdan inip, eyerini bir askere uzattım.

Çadır girişinde dört nöbetçi bekliyordu. Yanlarına gidince ellerini kalplerine getirip yumruk yaparak selamladılar.

-"Geliş amacınız nedir General Luther?"

-"Kral Arc'a rapor vereceğim."

-"Lütfen bekleyin general" diyerek çadıra girdi. Başımla onaylayıp beklemeye başladım. Aşırı yorgundum ve fazlasıyla kanla yıkanmıştım. Önceliğim şu lanet raporu verip hemen iyi bir uyku çekmekti. Nöbetçi dışarı çıkarak "Kral sizi bekliyor" dedi. Sabırsızca içeri girdim. Başımı eğerek selam verdim. Kral ve yanındaki General Sethius bana bakıyorlardı.

-"General Luther ne kadar zaiyatımız var?"

-"Altı bin kadar ölü ve en az iki bin civarı kadar da yaralımız var efendim."

-"Beklediğimden iyi iş çıkardın general ama şuan daha büyük bir problemimiz var." Meraklı gözlerle baktım ve dinlemeye devam ettim. "Casuslarımız Tagen Krallığının buraya birlik yolladığını ve daha da kötüsü iki günlük mesafeleri olduğunu söylediler. Konumumuz iyi, bir gün daha idare edebiliriz fazladan fakat senin haber yollayıp Nirn Şehrindeki birliklere haber vermen gerek. Acilen destek gerekiyor." İşte şuan aklım karışmıştı.

-"Kralım ben burada kalarak daha yararlı olabilirim sadece haber yollamak için gönderilmem doğru mu?" Kral Arc'ın gözlerinden anlık bir çaresizlik sezmiştim.

-"İki defa haberci yolladık. Biz haberi alalı dört gün oluyor ve kimseden haber gelmedi hala. Bir defa daha ıskalarsak güçten düşmüş az sayıda askerle mağlup olacağız. O yüzden git ve ne diyorsam yap!" Sonlara doğru sinirlendiğini fark edince başımı eğmek zorunda kalmıştım. Başımla onaylayarak "Hemen yola çıkıyorum efendim" dedim. Eliyle gitmemi işaret edince generale ve krala selam verip çadırdan çıktım.

İçten içe küfrediyordum. Bir haber yollamaya ordu generali gönderilir miydi? Hayıflana hayıflana atımın olduğu yere gittim. Hızlıca üstüne atlayarak ilerlemeye başladım. Denildiği gibi haberciler geri dönmediyse onu öldürenler doğal olarak karargaha yakın bir yerde gözetleme yapıyorlardı. Beni gördükten sonra pusuya düşürebilecekleri en güzel yer ise buraya çok yakındı. Karargahın olduğu düzlükten çıkıp yeşillikten ilerisi görünmeyen ormana girdim. Küçük bir patikayı takip ediyordum. Atımı hızlandırmam gerekiyordu çünkü buralar pusu için beklediğim yerlerdi. Yol daralmaya başlamıştı. Buralarda olmamalılar.

Ve bir ıslık sesi! Nereden geldiğini tespit etmem gerekiyordu ama attan atlamak zorunda kalmıştım. İşte bunun olmaması gerekiyordu. Tam olarak atladığım yere üç ok birden atılmıştı. Atım yere düşüp kalmıştı öylece. Bu herifler cidden iyi bir atıcıydı. Etrafımı gözlemleyip bir sonraki atışlarını bekledim. Pür dikkattim ama beklediğimin aksine okların sesi değil adım sesleri duyuluyordu her taraftan. Yaklaşık 15 kişiydiler ve etrafımı daire şeklinde sarmaya başlamışlardı. Etrafımı tamamen sarmalarını bekleyemezdim. Bu benim için ölmek demekti.

Güçlü göründükleri çok aşikardı. Kılıcımı çekmiş gözlem yapıyordum. Çemberi yarmak için en güçsüzünü tespit etmem gerekiyordu. Aralarından biri topallıyordu. Bir ayağı sargılıydı. İşte benim çıkış biletim! Hemen ileri atıldım. Haraketlendiğimi fark eder etmez savunma pozisyonuna geçti. Kılıcımı baş kısmına savurmuştum. Bu anı bekler gibi geriye çekildi. Yanındaki iri adam kılıcıyla koluma doğru savurma haraketi yapmıştı. Savurduğum kılıcıma ruh enerjimi vererek yönünü değiştirip onun açıkta bıraktığı sol tarafına geçirdim. Adam saldırıdan kaçabileceğini düşünmüştü ama bir patlama sesi oluştu.

"O ne güçlü bir saldırıydı öyle?" dedi bir ses. Hemen geriye, eski konumuma geri çekildim ve sesin geldiği askere bakıp "Çocuk oyuncağıydı ve sen buna güçlü mü dedin?" diyip gülümsemiştim. Yaşlı bir adam sertçe bakmaya başlamıştı. "Yaşıtlarının aksine muhteşem bir ruh enerjisi kontrolün var. O saldırıyla ruh enerjini önce kılıcına aktardın sonra da bir anda serbest bırakarak güçlü bir patlama oluşturdun. Kontrol etmesi çok zor bir şey. Senin gibi bir dahinin ziyan olacağını görmek üzücü." dedi.

"Size öleceğimi kim söyledi?" Etrafımı saranlar gülümsemişti. Bir anda gözden kaybolmuştum. Şuanki hızım benim limitimdi ve fazla enerji gerektiren birşeydi ama yapmak zorundaydım. İlk gözümü kestirdiğim adama kılıcımı saplamıştım. Daha ne olduğunu bile anlayamadan ölmüştü. Yaşlı bunak şaşırmak bir yana dursun o sırada bir el mührü kullanıyordu. "Kızıl Ejderin Kükreyişi!" Çektiği derin nefesini bir anda vermeye başlamıştı.

Siktir! Ateş elementi kullanan bir büyücü. Burada bir büyücünün olacağını düşünmemiştim. Ani sola kaçış haraketimle uzaklaşmıştım ama bu büyü beni takip ediyordu. 10 metre daha geriye kaçtım ve auramı açığa çıkarttım. El mühürlerini kullanıp bir büyü oluşturmaya başlamıştım. "Toprak Elementi : Asgard'ın Duvarı!" Önümde topraktan büyük bir duvar oluşmuştu. Beni takip eden alev büyüsü duvara çarpmış ve büyük bir patlama oluşturmuştu. 5-6 metre geriye sürüklemişti bu patlama beni.

Enerjim çok kritik bir durumdaydı. Eğer bir teknik daha kullanırsam ölmeye daha çok yaklaşacaktım. Diğer adamlar üzerime koşmaya başlamıştı. Mola vermenin zamanı değildi. Ayağa kalkıp kılıcımı sıkıca kavrayarak üstüme gelen adamın tam sol tarafına hızlıca süzüldüm. Kılıcımla karnını tamamen kesmiştim. Ama daha bitmemişti.

Sağ tarafımdan başka bir saldırı daha gelmişti. Kılıcımla bloke etmiştim ama karşı taraf çok güçlü bir şekilde kılıcını bastırıyordu. Sol tarafımdan ise bir kılıç bacağımda kesik açmıştı. Yere düşmüştüm ve durum çok içler acısıydı. Etrafımı anında sarmışlar ve tepedeki okçular atışı yapmak için emir bekliyorlardı. Sanırım ölümün yakınımda olduğunu hissediyordum artık...

Luther MurphyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin