Bir kaç asker beni yerden kaldırıp diz çöktürdüler. "Bu kadar kişiyi öldürebileceğini cidden düşünmemiştin değil mi?" dedi yaşlı adam. Sesinde hafif alay vardı. Bakışımdaki sertliği görünce gülümsedi."Düşünecek kadar aptalmışsın cidden. kabul etmek gerekir ki henüz çok genç olsanda iyi bir büyücü ve de çok iyi bir savaşçı olmuşsun. Ama kibirin bunca savaş içinde pişmiş insanların karşısında bile eriyip gidemedi. Ne yazık." yüzünü somurtmuştu iyice. "Siz ikiniz alın bunu. Ne yapacağınızı biliyorsunuz" dedi.
İki asker kollarıma girerek beni sürüklemeye başladılar. Azıcık bir Ruh Enerjisi ve de yaralı bir bacakla karşı koyabilecek çok az enerjim vardı. Fakat şu an sadece beni nereye götürdüklerini merak ediyordum.
Patika yoldan ayrılıp ormanlığın içerisine gidiyorduk. Biraz sürüklendikten sonra bıraktılar ve diz çöktürdüler. Bir asker arkamda bir asker ise önümdeydi. Önümdeki askerin zırhının altında bir hançer kılıfı ve içinde de bir hançer vardı. Aç bir kurt gibi fırsat kolluyordum resmen çünkü risk almazsam zaten ölecektim.
"Son duanı et küçük piç! Birazdan cansız bedenini yakarak yok edeceğiz çünkü." Dedi arkamdaki asker. Geriye doğru bir bakış attım. Zırhı aynıydı ve onda da bir hançer vardı. Arkadaşıyla gülmeye başladılar. "Kısa bir hayat yaşadım ve henüz ölmek için çok erken." dedim.
Hızlıca askerin üstüne atıldım, hançerini çekip adamın gırtlağına sapladım. Arkamdaki adam ise çoktan harakete geçmişti. Hançeri geri çekmiştim ve tam geri dönecekken adam kılıcını karnıma saplamıştı. Siktir oradan! Öleceksemde onu da yanımda götürecektim. Hançeri geriye kalan son mecalimle adamın boynuna saplamıştım. Nefes alamıyordum. Hatta görüşümde bulanıktı. Boynumdan aşağısına baktım. Bolca miktarda kan damlıyordu. Belkide akıyordu demeliyim.
Bir ağacın dalını kırıp dişlerimin arasına koydum. Şimdi ise kılıcı yavaşça çekmeye başlamıştım. Gözümden yaşlar süzülmeye başladı. Siktiğimin kılıcı o kadar uzundu ki çıkartana kadar acaba böylece bırakıp ölmeyi mi beklesem diye de içimden geçiriyordum. 1-2 dakikanın sonunda nihayet çıkartabilmiştim. Ama bende bitmiştim. Kanamam vardı ve yarayı dağlamam gerekiyordu.
Büyük iş bitmişti. Sıra artık hançeri ısıtıp yarayı kapatmaktaydı. Yavaşça ağaca yaslanarak oturdum. Tek elimle bitmek üzere olan ruh enerjimle ateş elementi çıkartmaya başladım. Hançeri uzunca bir süre ateşe tuttuktan sonra derin bir nefes aldım. 'Hadi oğlum yapabilirsin bunu da' bastırmıştım artık hançeri. Kanım ve terim birbirine karışmıştı. Üstüne de pastaya mum niyetine yanık deri kokusu eklenmişti.
Dişlerimi ne kadar sıktım bilmiyorum ama kesinlikle dal falan kalmamıştı geriye. Ne kadar süre geçti farkında değildim. Belki beş dakika belkide beş saat ama görüntü yavaş yavaş bulanıklaşıyordu...
<><><><><><><><><><><><><><>
Gözlerimi açtığımda güneş doğmaktaydı. Belkide batıyordur... Etrafa bi göz gezdirdim. Yamacımda duran ve artık çürümeye başlamış -emin olun bunu kokudan dolayı diyebildim- cesetler, sol tarsfta yerde hançer ve kucağımda parçalanmış bir dal... Kurumuş kanı görünce ise asıl problemim aklıma geldi. Yaramı kapatabilmişim. Hayret! Ağrısı hala duruyor oysa ki.
Kalkmaya çalıştım yerimden. Üzerim karıncaların evi olmuş gibi duruyordu. Onlara kızmıyorum tabiki, sonuçta kütük gibi duruyordum orada ne kadar durduğumu bilmediğim zamandır. Ayağa kalktığımda ise bi' silkeledim üstümü. Askerlerden birinin elinden kılıcını çekip aldım. Kılıcı kınısına koydum. Ayağımdaki kesik arada bir zonkluyordu ama sandığım kadar kötü hissettirmedi.
Kendime sorduğum asıl soru 'Savaş ne oldu? Kral Arc kazanabildi mi?' oldu. Çünkü ne zamandır burada güzellik uykusunda olduğumu bilmiyordum. Nirn Şehrine gidip destek çağırmak için geç kaldığım aşikardı. Peki destek olmadan kazanabilmiş miydik? İşte bunu bizimkileri en son gördüğüm yere giderek anlayabilirdim.
Atım yoktu, durumumda pek iyi gözükmüyordu. Ama yavaş bir şekilde gidebilirdim oraya. Patika yola geri dönüp gitmeyi düşündüm başta lakin o yol artık bizim kontrolümüzde değildi. Bu halde savaşamazdım. Ormanın içinden ilerleyebildiğim kadar ilerledim. Ormanlık alan bitip düzlüğü görebileceğim kadar yaklaşmıştım. At kişneme sesi gelmeye başlamıştı. Sesin geldiği yöne doğru gizlice ilerlediğimde askerlerin konuşma sesini işitmiştim. Bunlar Tagen Krallığının askerleriydi. Kamp kurmuş, bir ateş yakmışlardı ve iki kişiydiler.
"Bu savaşı artık kazanıyoruz. Eğer böyle gidersek tüm kıtaya diz çöktürebiliriz." dedi sıska boylu genç adam sevinçle.
"Savaşın gidişatı iyiye doğru ama ne olacağını bilemeyiz. Onca savaşa girdik ama hala çocuk gibi davranıyorsun Albert." dedi yaşça büyük adam. Bir yandan kestiği etleri yiyorlardı.
"Duyduğuma göre Nirn Şehri de ele geçirilmiş. Söyle bakalım ben mi çok hevesliyim yoksa sen mi çok ketumsun?"
Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Nasıl böyle bir şey olabilirdi? Eğer şehir düşmüşse Kral Arc'ta savaşta kaybetmiş demekti. Peki burada durumlar böyleyse diğer şehirler ne haldeydi?
Başka bir atlı sesiyle hemen iyice sokuldum saklandığım yere. Gelen bir teğmendi. Askerler görür görmez ayağa kalkarak selam verdiler. "Teğmenim!"
"Siz salaklar burada ne halt ediyorsunuz. Bir buçuk haftadır aranan iki asker, ormanda ölü bulundu. Çabuk gidip devriyelere haber verin. Kim öldürdüyse bulmanız lazım." İki asker afallamış bir şekilde "Emredersiniz efendim" dediler.
İşte şimdi sıçmıştık. Bir buçuk haftadır ölmek üzereyken uyanmıştım, koskoca bir kral yenilmişti, şehirler işgal edilip alınmıştı ve şuanda da beni arıyorlardı. Nasıl bir dünyaya uyandım ulan ben şimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Luther Murphy
FantasyFantastik bir dünyada geçen, baş kahramanın Luther isimli genç bir general olduğu ve savaşın en hararetli geçtiği zamanlarda başlamakta olan bir hikaye. -Küfür Ve Argo İçerir.