"Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurlar,
Ölümleri olur zaferleri,
Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi."
bölüm 1: önce kendimden vazgeçtim"adın ne?" yüzündeki kocaman gülümsemeyle bana baktı ardından hemen gözlerini kaçırdı. tekrar sorumu yönelttim ona, "adın ne, söylemeyecek misin yoksa?"
"yabancısın." söylediği ilk söz bu olmuştu yarım saat içerisinde.
"bir yabancıyla yarım saattir oturuyorsun farkında mısın?" ürkmüş bir ceylan gibi etrafa bakınması gülümsetmişti beni, gecenin bir yarısı parktaki sessiz bankta benimle oturuyordu ve bu bir sorun değildi fakat adını öğrenmem bir sorundu.
"o zaman ben gideyim," elini ensesindeki kısacık saçlarına götürdü, önce yüzüme baktı sonrasında ise yeri buldu bakışları. benden bir cevap mı bekliyordu bilemiyordum ama kendi içerisinde bir karmaşanın hakim olduğunu tavırlarından seziyordum. gitmek ve gitmemek arasında ince çizgide yürüyordu, neden burada durduğunu bilmiyordu oysa ben de bilmiyordum.
"pekâlâ gidebilirsin." sesimi duyduğuna emindim ama duymamazlıktan geliyordu, gidecek yeri yokmuş gibi de durmuyordu. neye ihtiyacı vardı; yalnız burada oturmaya mı yoksa benden uzaklaşıp gitmeye mi henüz çözememiştim.
"sanırım gitmeyeceksin." kafasını çevirip bankın bir köşesinde oturan bana baktı, solgun gözleri parıldırıyordu. hiç tanımıyordum ki onu, hep böyle bakar mıydı bir yabancıya?
"sen gitmez misin?" diye sordu bana, işte o an şaşırdım. gitmesi gereken ben miydim yoksa bu bir çeşit sınav mıydı? belki de beni test ediyordu. gidip gitmeyeceğimi öğrenmeye çalışıyordu. madem düşüncesi buydu, ben buradaki hangi rolün sahibiydim? kalmamın ya da gitmemin onun için bir anlamı olacağını düşünmüyordum.
"pekâlâ ben giderim." dedim içten bir gülümseme sunarak ona. gözleri yine beni buldu, bu kez memnun gibiydi. hoşuna gitmiş olmalıydı bu fikir, eh madem öyle bana da gitmek düşerdi.
kabanımın yakalarını sıkıca tutup kollarımı birleştirdim göğsümün altında, yavaş hareket ediyordum biraz daha onu gözlemlemek adına. en sonunda fark ettim bunun ne bir sınav olduğunu ne de benim orada bulunmam gerektiğini. yavaş adımlarla ilerledim, bir ses beklemeden. bekleseydim de hayal kırıklığı olurdu benim için, çünkü seslenenim olmamıştı.
arada üç bank fark açıp, dördüncü banka oturdum. belki beni görmüyordur da, etraf karanlık hafif aydınlatmadan ve çimenleri sulayan fiskiyeden başka ses yoktu ortalıkta. göz ucuyla ona baktığımda gözlerimiz buluştu. ani göz teması kalbimi hızlandırmıştı artık tek duyduğum ince çıkan su sesi değildi.
birkaç dakika bakışmanın ardından gözlerini çekti benden, haliyle ben de önüme döndüm. ne yaptığını ne hissettiğini bilmeyen biri, beni de kendine benzetmiş, dipsiz bucaksız düşünce kuyusuna atmıştı. kendi düşüncelerim bir yana onun ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordum, fark etmeden tekrar ona dönmüş onu izlerken bulmuştum kendimi fakat bu rahatsız etmemişti beni, onu daha yakından izleme dürtüsü uyandırmıştı içimde. belki de parlak saçlarını okşamak gibi alacalı bir ruh haline bile bürünmüş olabilirdim.
insanların etkisinden, yoğun duygulardan nefret ederdim, bunu aşmak için yıllarımı vermiştim. tam kurtuldum, artık bu duyguları barındırmıyorum içimde dediğim sırada, gecenin bir yarısı parkın eski banklarında, üzerinde ince beyaz elbisesiyle oturmuş bu kadını görene kadar.
bir saatlik bir zaman diliminde beni deli gibi etkilemiş, kendine merak uyandırmıştı. gözlem yeteneği güçlü olan biri, bu kadını görse ondan kolayca kopamayıp hakkında analizler yapardı. ben de bu bataklığa düşmüştüm.
ah sarı saçlı, beyaz elbiseli, narin parmaklı yalnız kız; gece yarısı aklımı bulandırıp, kalbimin ortasına nasıl düştün amansız?
ayak sesleri duyduğumda, düşüncelerimden utanıp gözlerime perde çektim. en kolay kaçış yöntemi buydu. her zaman bildiğim şey, kaçmaktı.
yanıma oturduğunda, parmaklarını parmaklarımın üzerinde hissettim. sonrasında ise ipeksi sesini duydum:
"sıcacıksın, yanıyorsun."
"hem de bu kadar soğuk bir havada."
...
ılham olan sarı saclı, tesekkurler