Ayağımı zemine sürüyerek beş metre daha gittim. Görüşüm kararıyordu. Sağ bacağımdaki derin kesikten hâlâ oluk oluk kan akıyordu. Gerginlikle dişlerimi sıktım ve sol dizime asılı bıçağı çektim. Etrafa bakındım. Atölyenin girişinde büyüklü küçüklü bir odun yığını, içerde ise bir dalı rahatça alev aldırabilecek bir kor kazanı vardı.
İşte o an aklımda şimşekler çaktı. Yerden aldığım kalın bi' dalı ateşe tuttum ve yeterince ısınınca yaraya bastım. Kalkan deriyi bıçakla kestim ve bıçağı yerine taktım. Kendimi bağırmaktan alıkoymakta zorlanıyordum. Bulduğum bir bezi suya batırıp yarayı sardım.
Napıyorum ben yahu? Bi' açıklama yapsam iyi olacak. Bunu okuyor bulunacak şanslı kişiler, sizlere hayat hikayemi iftaharla sunarım. Ben Aiden Huntersson. Şu anki halimi hikayeyi okudukça hayal edeceksiniz, Şam zamanları ise 26'lık bir ahmaktım. Koyu kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, normal vücutlu, macera peşinde koşan, küstah, kendini beğenmiş bir budala... Sakal traşına vakit bulamadığım günlerdi. Amma da gevezeyim şaka maka. Ah, neyse ben hikayemi şöyle özetleyeyim:
Dünya, İran'ın Suudi Arabistan'ı vurmasıyla korkunç bir savaşa girdi, bittiğinde şehirlerin yerinde küller, teknolojik gelişmelerin yerinde ise taş ve sopalar kalana kadar sürdü bu savaş. Bittiğinde ise derebeylerden, çetelerden ve göçebelerden oluşan bir harabeler diyarından başka bir şey kalmadı.
Kutuplar Avrupa Anakarası'na kadar indi ve çöller de oldukça yayıldı, ayrıca kutuplar daha da soğudu ve çöller daha da ısındı. Dünya boktan bir hâl aldı anlayacağın, a canım. Bense bir gezgin, bir anarşist, yaptıklarımı göz önüne alırsak bir derebey avcısı. Hikayeye 3. çarpıdan mı girdim ben?
Ne diyordum ben lan? Hah, hah tabii, yarayı sarıyordum.
Sargıya son düğümü de atıp etrafıma bakındım. Etrafta gördüğüm tek şey 30 metre ötede uçuşan akbabalardı. Dişlerimi tıkırdattım, napacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bu fikirlerle aklımı meşgul etmeyi kesip motoruma -kendi yapabileceğimin en iyisi idi- yöneldim. Üstünde duran katlı haritayı açtım ve baktım. Şam'a bir çarpı attım. Bu üçüncü çarpı olmuştu.
Bi' saniye, bunu demiştim sanki, her neyse. Gelelim ilk 2 çarpıya.
Ben Kıbrıs doğumlu bir İngiliz'im. Bu olaylar başladığında Londra'daydım ve bittiğinde, koskoca Dünya'da sadece 100 milyon insan kaldığında bir ahmak Londra meydanına çıktı ve erzak dolu evinden dolayı artık herkesin hükümdarının kendisi olduğunu iddia etti.
Benle girdiği tartışma düelloya dönüştü zira ben yaptığının ne kadar anlamsız olduğunu söylediğimde bana doğrulan namludan son anda kaçınca, ikimizin taraftarları birbirine girdi. Kavga, benim, elime geçirdiğim demir bir boruyu o embesilin kafasına fırlatıp -çok şükür- isabet ettirebilmemle sona erdi.
Kalabalık kavgayı kesip beni lider seçmeye kalktığında ise onları durdurdum. Kim lider olacak tartışmasına kapılmışken bu kalabalık, ben çoktan en yakındaki tekneyle uzaklaşmaya başlamıştım, hedefimde Kıbrıs vardı.
Ah insanoğlu, bilirsiniz işte, ben liderlerini indirdiğimde artık özgürlüklerine kavuşmuş bir insan topluluğu değil, çobansız bir koyun sürüsüne dönmüştü tabii ki. Onlar benim savunduğumu değil; beni savunuyordu. Aradaki böyle farkları insanoğlu ya kavrayamaz, ya da kavramak istemez. İnsanoğlunun hedefinde bir lidersizlik, bir eşitlik yoktur. Herkes eşittir ama bazıları daha eşittir işte. Eşit derken de herkesin aynı evde yaşayıp aynı arabaya bindiği mide bulandırıcı kömünal bir tekdüzelikten değil, eşit haklar ve eşit şartlardan bahsediyorum. İnsanlar onu da istemezler ya, neyse.Buldum gözlüklerimi, nerde kalmıştım ya? Hee Kıbrıs...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dünya'nın Sonundan Arta Kalanlar
Ciencia Ficción2057 Aiden Huntersson Nam-ı Diğer Derebey Avcısı