*1*

38 5 0
                                    


Güney Kore...

Havasında bile çok büyük farklılıklar vardı. İnsanlar nazik ve bir o kadar tatlı oluyorlardı.

Seviyorum lan Kore'yi...

Okumak için Kore'ye ışınlanmam iyi bir seçenek gibi duruyordu. Kore'de bir okul seçmemim ardından harika bir liste bile yapmıştım kendime. Fakat asla okumak istemiyordum. Çünkü bir madde bile yazamamıştım.

Montuma daha çok sarıldım. Soğuk kış günlerinde Kore hiç çekilmiyordu. Fazlasıyla soğuk olurdu ve kar taneleri, hiç ummadığınız anda kafanıza yer edebilirdi.

Derin bir nefes alarak çalıştığım kafeye girdim. Montumu çıkardım. 22 yaşındaydım. Ama Türkiye'ya göre. Burada yaşım 23 geçiyordu. Mantığı neydi ki? Kore vatandaşı olduğumdan beri fazlasıyla bir şeyleri karıştırıyordum. Cümleleri falan değil. İnsanları karıştırıyordum.

Arka tarafa geçtiğimde kafenin kıyafetini giyen Mina'yı gördüm. Hayır. Twice üyesi Mina değil. Benim arkadaşım olan Mina. Ona bakıp gülümsedim. O da gülümsedi. Kışın buradaki insanlar pek konuşmazdı. Kar ve yağmur onları etkilerdi. Ben de Korelilere ayak uydururum.

Kasaya geçtim. Beni biri çağırana kadar kasadaki işleri hallederdim. Beni çağırırlarsa garsonluğa geçiş yapar masalar arasında koşturur dururdum.

"Ya! Baksana!"

Kafamı karşımda duran kişiye çevirdim. "Dalmış olamaz mıyım sayın müşteri?" Bana şaşkınlıkla baktı. "Yarım saattir sesleniyorum burada", demesiyle koluma vurduğunu hatırladım. Bende onun koluna şaplattım.

Kısasa kısas

"Bak uğraştırma lütfen beni. Arkadaşlarım beni arabada bekliyor ve daha fazla bekletirsem hyungum huysuzlanacak ve kesinlikle onu huysuz görmek istemezsin" dedi siyah şapkasını düzeltirken.

Yüzüme masum gözüken bir gülümseme yerleştirdim. Ama masum değildi. Zaten griptim ve internetim bitmişti, bu da sinirlerimi zıplatmıştı. "Ne istersiniz sayın müşteri?"

Birkaç şey söylüyor hepsini hazırlıyordum. 8 kahve, 14 sandiviç ve 7 çikolata...

Kaç kişiydi bunlar?

8.kahveyi de ona uzattım ve bıraktım. Alacaktı fakat alamadı ve kahve üstüne döküldü. Aslında memnundum ama üstündeki tişört benim ödemeyeceğim kadar pahalı bir şeydi. Bu belliydi.

"Sakar!"

Sakar?

Sensin sakar?

İnsani bir şekilde kasadan geçtim ve önüne geldim. "Çok özür dilerim ben gerçekten özür dil-"

"Güney!"

Hızla arkama döndüm. Patronum tam karşımda duruyordu. Gözleri -annemin tabiriyle- ateş sıçarken sayın müşteriye döndü ve gülümsedi. Sonra bana tekrar döndü ve yine aynı yüz ifadesini büründü.

Elimden geldiğince başımı kaldırmamaya çalışıyordum. "Kovun gitsin!" Sayın müşteri bunu söylerken sesi gayet eğleniyor çıkmıştı. Tabi kendisi zengin. Yani... Sanırım zengin.

Patronum bana tekrar baktı. "Kovayım mı seni Belinay?" Sorusuna karşın başımı iki yana salladım.

Para galb ben durumu eşittir ben

Para güzeldir. Evet ama ben parayı ihtiyaçlarım için istiyordum. Bavam bana para vermeyeceğini çünkü kendi ayaklarım üzerinde durmam gerektiğini söyleyip tonca şey anlatmıştı. Hiçbirini hatırlamıyorum. Uyuyordum.

Patronum derin bir nefes aldı. "Bu kaçıncı vukuat Belinay? Artık ko-vul-dun"

Geber yakışıklı sayın müşteri! Senin yüzünden kovuldum. Olsun! Ben kovulurken bile harikayım.

ParkJChimin sana ithaf edildi

Evcilik/ Park JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin