Her güne hayatının en güzel günü olması için şans ver.
-Mark TWAIN•••
Martıların gökyüzünde özgürce kanatlarını çırptığı, etraftaki ağaçların açan çiçeklerinin yazı karşıladığı bir günde; genç kadın yine her zamanki gibi erkenden uyanmıştı. Penceresinden gökyüzü ve denizi izliyordu. Uykuyu çok sevmesine rağmen iş saatinden en az iki saat önce kalkardı. Kendi ile çeliştiği durumlardan biriydi bu. Ama evden çıkmadan önce uzun uzun denizi izlemeyi severdi. Her çeşit kötülüğün ve insanın bulunduğu bu dünyada rüzgâra karşı çıkmaya çalışan bir yaprak gibiydi. Ama savrulup gitmekten korkmazdı. Çoğu insan burada kaybediyordu yollarını ona göre. Korku; sevgi, aşk ve acı kadar hayatlarında olan bir duyguydu. Kimisi sevdiğini kaybetmekten kimisi ise işe geç kalmaktan korkardı. Herkes bir şeyi kafasına takardı. Korku insana yol da gösterirdi bazen ama bu, korkularımızın hayatlarımızı yönetmesine izin vermemiz gerektiği anlamına gelmezdi. Yaşamak, çoğu insan tarafından kavranamayan bir kavramdı. Hakkını vererek hayatını dolu dolu yaşamış insanlar onun için gerçekten zeki insanlardandı.
Gözleri saate kaydığında yine zamanın ne kadar çabuk geçtiğini düşünmeden edemedi. Evi gibi deniz kenarında olan pastaneye gitmek üzere hazırlandı. Bu pastane, evine çok yakın olan küçük bir yerdi. Dışarıdaki masalar, bu güzel manzara eşliğinde bir kahvaltı sunuyordu ona. Bu yüzden her gün işe gitmeden önce burada ya kahvaltısını yapar ya kahvesini içerdi.
Uzun, kahverengi saçlarını bugün sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Güneş gözlüğünü takıp çantasını aldıktan sonra evinden çıktı.
Kısa bir süre yürüdükten sonra oraya vardığında bir masaya geçti. Pastaneye gitmeden önce hemen pastanenin yanındaki kitapçıdan birkaç sanat ve edebiyat dergisi almayı da ihmal etmemişti. Gözlüğünü çıkarıp çantasına koymuşken telefonunu bu sefer unutmadığı için sevinmişti.
Garson siparişi almak için geldiğinde yiyecek birkaç şey söyleyip eklemişti: "Bir de kahve lütfen. Ama şekeri biraz fazla olsun."
Hayatta tesadüfler vardır. Bazıları buna kader der. İsteyen tesadüf isteyen kader desin, bir şey olmuştu. Ya da olacaktı ve bu bir başlangıçtı. Çünkü aynı anda hemen yan masasında oturan genç adam da, şekerinin biraz fazla olmasını isteyerek kahve sipariş etmişti. Aynı kelimeleri kullanan genç adam ve genç kadın, birbirlerini duyunca istemsizce sesin kaynağına bakmışlar ve birbirleriyle göz göze gelmişlerdi.
Aralarında küçük bir bakışma gerçekleşince genç kadın zarif bir şekilde gülümsemiş, genç adam da ona karşılık vermişti. Birbirine yabancı iki insan arasındaki bir bakışma ne anlatabilirdi?
Hayattaki en güzel şeylerden biri, tamamen yabancı bir insanın bakışlarında tanıdık emareler bulmaktır. Onun hakkında hiçbir şey bilmezsin ama onu anlarsın. Neyi anladığını bile bilmeden hem de... Hissedersin sadece ve mantık arayamazsın. Bu hissi herkes tadamaz, herkes anlayamaz. Yaşayabilenler, hayatın tadını çıkarabilenler anlar. Kim bilir, belki de böyle insanlar yabancı değillerdir birbirlerine.
Onların arasında da böyle bir şey olmuştu ama genç kadın düşünmedi. Bazı hisleri sorgulamaması, bir açıklık getirmemesi gerektiğini biliyordu. Sadece bir şeyler hissetmekte bir sakınca yoktu. Üzerinde körü körüne düşünmek yerine sadece hissetmeliydi.
Aralarındaki bu şey ilk günkü güzelliğini koruyarak devam etti. İkisi de aynı saatte her gün buraya geliyorlardı. Bazen sadece göz göze gelip gülümseseler de bazı günler kendilerini kısa bir sohbet içerisinde buluyorlardı. Bu kısacık sohbetler, iyi günler dilekleriyle başlamıştı.
Kadın neden adamı daha önce hiç görmediğini düşündü. Buraya sık gelseydi onu fark ederdi. Eder miydi? Dikkatli biriydi ama insanlarla çok ilişki kurmazdı. Hayatında çok insan yoktu. Onu mutlu eden şeyler daha başkaydı. Deniz kenarında yürümek, gökyüzünü izlemek gibi. Bazen ise dakikalarca bir kediyi izlerdi. Bir köpeğin sahibine olan bakışlarını çözmeye çalışırdı
Ve çocuklar vardı.
Onları izlemeyi de severdi. Masumlardı çünkü. Birçok sebep sayabilirdi fakat bu bile onun için yeterliydi aslında. Onlarla vakit geçirmek onu huzurlu hissettirirdi ki yaptığı iş de buydu zaten.
İkisi de aynı anda yan yana olan masalardan birer sandalye çektiklerinde genç adam gülümsemişti.
"İyi günler han'fendi."
Genç kadın bu günde oldukça şık görünüyordu. Dizlerinin biraz üzerinde biten nar çiçeği renginde bir etek ve beyaz, kolsuz bir gömlek giymişti. Genç adam, en fazla yirmi dört yaşında olduğunu düşünüyordu.
Genç kadın eteğini düzeltip otururken gülümseyerek "Size de." demişti. Birkaç saniye daha birbirlerine bakmışlardı.
Genç adam siyah bir pantolon ile beyaz bir gömlek giymişti. Yirmi beş yaşındaydı ve mimardı. Hayattan zevk almaya çalışan insanlardandı.
Bazen genç kadının elindeki sanat dergileri hakkında konuşurlarken bazen de sadece havanın o anki güzelliğinden konuşurlardı. Yani konuşmak isteyince elbet bir konu bulunurdu.
Genç kadın sanki bir konuşmanın ortasındalarmış gibi sordu: "Peki siz, yağmurlu bir geceyi mi yoksa güzel bir ilkbahar sabahını mı tercih ederdiniz?
Genç kadının sorusu üzerine adamın gözleri, kadının kahverengi gözleriyle kesişti. "Yanında ıslanabileceğim, yağmurun altında dans edebileceğim biri olduğunda yağmurlu bir gece bana büyük bir haz verir. Ama güzel bir ilkbahar sabahında yaptığım yürüyüşten de vazgeçemem."
Genç kadın başını sallayıp güldü. Gülerken gözlerini kapatmıştı, açtığında adamın ela gözlerinin üzerinde olduğunu gördü. Masanın üzerinde olan telefonundan saate baktıktan sonra çantasını alıp masadan kalkınca gülümseyerek "Siz gerçekten hayattan zevk alanlardansınız." demişti.
Ve bu, gerçekten böyle sürüp gitmişti. Böyle kısa konuşmalarla, göz göze geldikleri gülümsemelerle.
İkisi de birbiri hakkında hiçbir şey bilmiyordu aslında. Adam, genç kadının özel bir kursta resim öğretmenliği yaptığını bilemezdi ama okuduğu dergilerden sanata ilgi duyan bir kişi olduğu açıktı.
Zaten bir insanın yaşını, ismini, işini ya da en sevdiği rengi bilmek onu tanıdığımız anlamına gelmezdi. Bir olay karşısında vereceği tepkiyi bilmek, onu her gün daha fazla tanımayı çalışmakla ancak birini gerçek tanıyabilirdiniz. Onunla ilgili soruları direkt ona sormak yerine onu izleyerek kendimiz öğrenmeliyiz. Bu yüzden o ikisi belki de hayatlarındaki insanlardan daha iyi tanıyorlardı birbirlerini.
Bu yüzden isimlerini bile bilmemeleri onlar için bir problem değildi.
Çünkü bazen bizi gülümsetebilecek olan kişiler, bize çok yabancı olabilirlerdi.
•••
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MANOLYA
Short StoryGenç kadın sanki bir konuşmanın ortasındalarmış gibi sordu: "Peki siz, yağmurlu bir geceyi mi yoksa güzel bir ilkbahar sabahını mı tercih ederdiniz? Genç kadının sorusu üzerine adamın gözleri, kadının kahverengi gözleriyle kesişti. "Yanında ıslanabi...