O duvarlardan biri kendimle aramda olan ve henüz tanımadığım duvardı. Birisi ise çok iyi tanıdığımı sandığım onun duvarı. Onunki çocukluktan örülmüştü ve yetişkinken içselleşmişti. Özkan mutluydu, kendi istediği hayattan asla vazgeçmeyecek, yargılarının yüreğini eğip bükmesine izin verecekti. Ne istediğini biliyor olmak hem zor hem tatmin edici bir durum, bu yüzden belki. Belki mutsuzdu da, yaşadığımız ilişkinin gerçek olduğunu düşünürsek.
Hep bir yerlerden sızabileceğime inandım. Ankara'ya mahsustu sandım belki onun benimleyken sürdüğü tek başınalığı. Bu yüzden bir geceliğine de olsa sürpriz bir biçimde karadan uzak kalışımıza mutlu olmuştum. Uzun bir vapur yolculuğuydu,nerede biteceğini söylememişti. Ada iskelesine geldiğimizi anladığımda, hava keyifli, sokaklar insan ve faytonların kokusu ile doluydu. Mor çiçekli ağaçların önünde gülümsüyor, poz veriyorlardı teker teker. Biz ise eşyalarımızı kalacağımız küçük ahşap bir pansiyona bırakmış, günün batışına kadar kalan kısa sürede gidebildiğimiz en uzak yere gitmiştik. Gittikçe ıssızlaşan ve karanlıklaşan sokakta yalnızca köpekler bize dostça bakarak selam vermekteydiler.
Suyla çevrili bu kara parçasında ikimizin üstünde bir şey olduğuna inandım. Belki bu yüzden o günü unutamıyorum.
Pansiyona döndüğümüzde beyaz poşetlerimizde bira ve kuruyemişler vardı. İkinci kattaki odanın iki adımlık balkonu, yaya trafiğini ve ufak bir meydanı görüyordu, bunları izleyerek içiyor ve müzik dinliyorduk.
"...Söz durdu, artık sen ve ben ve uçsuz zamanım..."
Gözlerinde ince bir duygu dalgası, umutsuzluğumu ve umudumu, sevgimi, görüyor ve kavrıyordu. Hatta üzülüyordu da tenlerimizin hükümsüzlüğüne, ikimizde esintinin eşliğinde uzandığımız yerde sızana kadar.
Gün henüz ağarırken tıngırtılara uyandım. Hem rüzgar hem balkonda bıraktığımız yemişleri taşıyan kargaların kanat hışırtısı. Kuzgun ve martı ötüşleri. Bir şişe devrildi birinin çarpması ile masadan. Özkan'ın beni otobüsün servisine bindirmesinden sonra, bir malubiyet daha yüreğimin köşesini kıvırdı.
Böyle günlerde yıkılmayan duvara kim lanet etsin? Kendimden bihaber ben mi? Yerleşkemizin cılız ağaçları lanet etmiş olabilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hatunun Toyu
Non-FictionAnkara ve dün. Ankara ne zaman bugün oldu? Ancak kenti kuranların ütopyası olarak kalabilen yer. Beni görmezden gelen, bize birbirimizi bulduran mekan. Seni saklayan, onu kusan.