10 Ocak 2016
Sabah gün ışığı ile uyandım. Annem mis gibi sucuklu yumurta yapmıştı. Mutlu bir Pazar kahvaltısı için heyecanlıydım. Pazar günlerini hep severdim. Bu pazar daha da heyecanlıydım. Bugün 18. doğum günümdü. Kahvaltıdan sonra bana hediye olarak, hep birlikte aylardır merakla beklediğim filme gidecektik. Babam ve annem bana hep arkadaş olurlardı ve ne yaşarsam ilk onlarla yaşamamı isterlerdi. Bu doğum günümde istediğim hediyeyi onlarla paylaştığım anda, babamın ne kadar ilgi alanı olmasa da beni kırmayıp kabul etti. Huzurlu bir şekilde kahvaltı ettik. Hızlıca masadan kalkıp hevesle hazırlanmaya başladım. En güzel kıyafetlerimi giyip en güzel ben olmak istiyordum. Bugün benim için çok önemliydi. Kırmızı balıkçı kazağımı ve siyah pantolonumu giydim. Saçlarımın uçlarını maşa ile kıvırıp şekillendirdim ve hafif bir makyaj yaptım. Kendimi özel ve güzel hissediyordum. Annem: "Ne de çabuk büyüdün, daha düne kadar seni nasıl tutacağımı bilemezken şimdi koskocaman bir genç kız oldun. En kötü günün böyle olsun Yağmur gözlüm." dedi ve sarıldı.
Çok duygusal bir insan olacağımı hissederek koydukları bu isim, karakterime oldukça yansımıştı. Duygularımı tek ifade edebildiğim şey göz yaşlarımdı. Mutluyken de üzgünken de... Ama sadece yalnızken... Hepimiz hazırdık evden çıkmaya hazırlanıyorduk. Babam beklemeyi pek sevmediği için "hadi artık" diye sıkıştırdı bizi. Annemde benim heyecanıma kapılıp hemen çekti kapıyı. Arabaya bindik ve 20 dakika içinde alışveriş merkezindeydik. Önden gidip hemen biletleri aldım. 10 dakikaya bile kalmadan girdik filme. Filmden gerçekten çok etkilenmiştim. Özellikle;
"Kaybettiklerin için üzülme, kazanacakların için savaş. İnanırsan kazanırsın." Diye bir replik beynime kazınmıştı. Beklentimin üstünde bir filmdi. Filmden çıkıp bir pastaneye tatlı yemeye gittik. Oradan da Galata'ya...
"Aşağıdan bakınca büyüsüne kapıldığım galata, terasına beni nasıl kendine hayran bırakır?" diye geçirdim içimden. Rivayete bende inanıyordum. O yüzden çıkmak istemedim. Herkes yanında sevdiği ile yaşıyordu bu hayranlığı. Bir gün bende yaşayacağıma inanıyordum. Doğru zamanda, doğru insanla.
"İki insan birbirini aynı anda nasıl sevebiliyordu? "
Bu bana hiç akıl işi gibi gelmiyordu...
"Hayal kurmakta zirveye çıktığım bir gün, 18. Yaş günüm... Bugünü hiç unutmayacağım." kendi kendime konuşurken anneme gelen telefon sesiyle irkildim.
"Neee! Aysel! Ne diyorsun anam sen! Ay başıma gelenler!" diye dövünürken, kötü bir şey olduğunu anlamıştım. Annem:
"Ahmet! Yuvamız... Ahmet, gitti..." diye ekliyordu. Babam sinirlenmişti.
"Ne oldu Reyhan? Adam akıllı anlat ne oldu ne oldu eve?" diyerek arabaya doğru hızlı hızlı yürüyorduk. Annem hala yakınıyordu. Ağlıyordu.
"Hemen eve götür bizi... Cayır cayır yanıyormuş ev." Arabaya bindiğimiz gibi babam gaza sert bir şekilde basmaya başlamıştı. Annem ağlıyor ben ise korkuyordum. Babam kestirme olsun diye farklı yollara girmişti ve son sürat hızla gidiyordu. Ters yöne girdiğinin farkında bile deği...
Gözümü açtığımda hastanedeydim. Kolumda serum, burnumdan oksijen veriliyordu. Panik yaptım.
"Annem! Babam!" diye bağırdım. Serumdan kurtulup hemen yanlarına gitmek istiyordum. Yanımda komşumuz Aysel Abla vardı.
"Aysel abla annem babam nerde? İyiler dimi? Aysel abla neredeler?" diye bağırıyordum. Göz yaşlarım yüzümdeki yaralara değdikçe canım daha çok yanıyordu. Ama bu içimdeki korkuyu, acıyı tarif etmek imkansızdı. Aysel Abla yanıma yaklaştı, başımı okşamaya başladı.
"Annen ameliyatta, baban da yoğun bakımda. Ama merak etme kuzum iyi olacaklar. Doktor, hayatta kalmanızın bile mucize olduğunu söyledi." dedi. Bacağımda alçı vardı ve burnum kırılmıştı. Ama annem ve babam içerdeyken acı hissedemeyecek kadar kötü durumdaydım. Daha şiddetli ağlamaya başladım.
"Onları görmem lazım! Ne olur beni bırakmayın ne olur. Ben sizsiz ne yaparım? Allah'ım ne olur yardım et ben ne yapacağım? Aysel abla ne olur beni onlara götür!"
"Yavrum, doktorlar kimseyi içeri almıyorlar söz veriyorum bir gelişme olursa ben sana haber vereceğim." Ne yapacağımı bilmiyordum. Dua etmekten başka hiçbir şey gelmiyordu elimden. Sürekli sakinleştirici veriyordu bana doktorlar. Aysel abla da arada gelip bana temiz çamaşır getiriyordu. Hissiz gibi yaşıyordum gördüğüm her doktora annemle babamı soruyordum. 2 hafta boyunca uyanmadılar. Her geçen gün doktorlar umutlarını kaybetse de ben bir umut olduğuna inanıyordum. Onlar benim koruyucu meleklerimdi. Beni bırakıp hiçbir yere gidemezlerdi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNA
RandomPapatyaların açtığı mevsim... Bunu başka türlü nasıl ifade ederim bilmiyorum. Böyle dediğime bakmayın çok pozitif biri değilimdir. Aksine takıntılı ve kendinden başka herkesi düşünen, kimse kırılmasın diye kendini tuz buz eden tipler olur ya tam da...