Sinirle ofisinin kapısını açtım, her kim olursa olsun haksız yere birini işten çıkarmaya hakkı yoktu. Kapıyı kapattım ve tam karşısında dikildim. Gözlerimdeki sinirden neiçin geldiğimi anlamış olmalıydı. Masasındaki dosyaları kapattı ve oturduğu sandalyesinde arkasına yaslandı sıkkınlığını belliederek " evet" diye sordu.
"Neden işten çıkardın?"
"Kimden bahsediyorsun?"
"Kimden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun"
"Aa evet sanırım anladım. Bu aralar dikkatini işten başka şeylere veriyordu."
"Yapma lütfen Lee Hang en iyi çalışanımdı, dikkatini işten başka şeylere veriyor da ne demek, hiç durmadan çalışıyordu."
"Ona çalışmak denmez, yalakalık yapmak denir."
Tek yaptığım şey ağzımı şaşkınlıktan açmak olmuştu çünkü söyleyecek söz bulamıyordum.
"Haksız mıyım? Daha ilk günden kıçının dibinden ayrılmadığı konusunda?"
Şuan ağzım açık değil dişlerim birbirine kenetlenmiş şekilde kapalıydı. Doğruydu hep beraber olduğumuz iş yerinde de, dışında da ama gerçekten iki iyi arkadaş olduğumuzu değilde aşağılayıcı şerler ima etmesi ve bunu acımasızca yapması canımı yakmıştı fakat gözlerim dolmadan önce kayıpı çarpıp çıkmak dışında yapabilecek hiç birşeyim yoktu. Şirketin sadece yüzde kırkına sahiptim. Buda yüzde altmışlık söz hakkıyla onun kazandığını gösteriyordu.
Bugün Lee Hangsız ilk iş günümdü ve sandığımdan daha iyi geçmişti. Çok kötü geçeceğini düşünüyordum çünkü Kore'ye geleli çok kısa bir süre olmuştu ve Lee Hang tek arkadaşımdı, daha ilk günden sıcak ve yardım sever oluşu yüzünden hemen arkadaş olmuştuk ve o gittiğinde yalnız kalacağımı düşünmüştüm fakat aksine bugün herkes oldukça sıcak kanlı davranmıştı hatta Bum' un o ilk günkü baştan çıkarıcı, gamzeli gülüşünü bile birkaç defa görebildim ama bu gülüş sizide baştan çıkarmasın, patlamaya hazır bomba gibi aksi bir halde etrafda dolaştığı için ona Bum diye sesleniyordum.
Öğle yemeğinde Lee Hang, yalnız yemek yememem için beni ziyarete gelmişti, tabi ki Bum'un büyük tepkisiyle karşılaştı onu burada görmek dahi istemediği için kovmuş falan filan, derhal savunmaya geçtim tabi ancak üzerime nefret dolu bakışlarını dikince pek fazla birşey söyleyemedim zaten oda bu bakışından sonra hiçbirşey söylemeden gitti. Amacı canımı yakmaksa başarıyordu. O güzel gülüşüyle kalbime umut fideleri ekiyor, ben hayallerimle sulayıp fidan yaptıktan sonra bir kibrit çakıp zarzor büyüttüğüm umut fidanımı aleve verip yok ediyor kalbimi zehirli duman içinde bırakıyordu. Her gece yatakta kendime anlatmaya çalışsamda sabah onu görür görmez, yanağında ki gamze kadar bi çukur açılıyordu kalbime ve umut fidesini ekmek için tek bir hareket kalıyordu geriye...bir gülüş, bir merhaba, bir günaydın, yakaladığım kaçamak bir bakış, bu en umut verici olanıydı sonrasında kalbimi yangın yerine çeviren kibrit çakılıyordu zaten. Şimdi olanları düşününce nefret dolu bakışlarını hep Lee Hang ile beraberken fırlatmasının sebebini daha iyi anlayabiliyordum. İş yerinde fingirdediğimizi, işten başka şeyler yaptığımızı düşünüyordu belkide. Kendimi aşağınında aşağısı gibi hissediyordum, zehirli dumandan ölmekte olan kalbim zerreciklere bölünüyordu sanki.
Bir haftadır Lee Hang yeni bir iş bulduğu için biraz yalnız sayılabilirdim ama yinede mutluydum, fidanım büyümüş ağaç olmuş, kökleriyle kalbimi sarmalamış yemyeşil bir ormana çevirmişti adeta. Her defasında kendimi aksine inandırmaya yeltensemde Kim Bum'un sürekli yakaladığım kaçamak bakışları, kibar davranmaya dikkat edişi, günaydından sonra nasılsın ekleyişi, ağacıma sözlerimle vurduğum her baltayı etkisiz hale getiriyordu. Şuan şirket içinde ahlaksız şeyler yaptığımı düşünmüyorken gözünde daha kaliteli biriydim sanırım. Keşke ona anlatmanın bir yolunu bulabilseydim, sadece arkadaş olduğumuzu ve gerçekten bana yardım ettiğini, maalesef ki böyle bir imkanım asla olmayacaktı. Bu süre zarfında öğlen yemeklerini iki çalışanımla beraber yiyordum, çok yakın olamasakta arkadaş sayılabilirdik. Sarı saçlı olan kız daha az samimi geliyordu bugün yoktu ve bu benim soruyu yöneltmem için bir fırsattı. Ben söze nasıl başlayacağımı düşünürken o işimi kolaylaştırmış pat diye sormuştu.
" Lee Hang nasıl?"
"Yeni işinden dolayı pek görüşemiyoruz ama gayet iyi"
Birşeyler söylemek istiyor ancak cesaret edemiyor gibiydi. Güven verircesine elini sıktım,
"Biliyorsun yakındık , öğrenmek istediğin birşey varsa çekinmeden sorabilirsin."
Utancından kıpkırmızı olmuştu
"Hayır beni yanlış anladın, ben sadece arkadaş sayılırdık nasıl olduğunu merak ettim."
"Öyleyse yarınki öğle yemeğini beraber yemeliyiz."
Şimdiden heyecanlanmıştı, gerçekten Lee Hang'tan hoşlanıyor olmalıydı. O kadar içten ve samimi gözüküyordu ki gülümsememe neden olmuştu.
Üçümüz beraber yemek yerken, Kim Bum nefret dolu bakışlar yerine -gerçi o bakışları uzun süredir göremiyordum- merak dolu bakışlarla bakıyordu. Kim Nana'nın gerçekten arkadaş olduğumuzu düşündüğüne emin olduktan sonra bir bahane uydurup onları yalnız bıraktım. Samimiyetine karşılık yapabileceğim iyilik bu kadardı. Bu olaydan sonra tüm çalışanlarım ayrı bir saygı gösterisinde bulunuyor, önümde eğildikçe eğiliyorlardı, sanırım Lee Hang'la arkadaşlık ederken onları görmezden gelerek yanlış anlaşılmalara meal vermiştim. Ağacım ise büyümüş, asla yakılıp yıkılamayacak dev bir çınara dönüşmüştü. Her göz göze gelişimizde gözlerini ayırmakta güçlük çekiyor gibi geliyordu. Lee Hang bir defasında, iri siyah gözlerimin kara bir deliğe benzediğini ve bir kere bakanın içine düşüp hapsoldu söylemişti. İşte ağacımı çınara çevirende buydu. Ben kafamı çevirene kadar Kim Bum gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Evet ağacım çınar olmuş kalbimi yemyeşil bir ormana çevirmişti çevirmesine ama gün ışığı yoktu, adını şüphe ve acaba koyduğum kara bulutlar gün ışığının içeriye girmesine engel oluyor, kalbimi karanlık, kasvetli bir hava içerisinde bırakıyordu. Kara bulutların, kalbimin derinliklerinde yatan hüznün gitmesi için tek bir şeye ihtiyacım vardı, sözleriyle tastik edişine...
Ama imkansız gibi geliyordu, bana itiraf edişini hayal dahi edemiyordum. Çınarım büyüdükçe kalbime sığmıyor, kalbimi parçalayacakmışcasına acı veriyordu. Zaten acı çeken kalbim , bir sabah Kim Bum'un nişanlandığı dedikoduları duyunca yıkılmıştı. Kara bulutlar şimşeklerini çakıyor ama çınarı yıkmayı başaramıyordu. Benim kibrite ihtiyacım vardı, çınarımı yakıp kül edecek bir kibrite!
Ne söyleyeceğimi bilmeden ofisine doğru ilerledim, hiçbirşey düşünemiyordum kalbim bulunduğu durumdan kurtulmaya çalışıyordu ve bilinçaltım ayaklarımı sürüklüyordu. Kapıyı çalma gereği duymadan içeri girdim, kitaplığın karşısında dikilmiş bana gülümsüyordu aramızda bir karış mesafe kalana kadar yaklaştım gözlerinde ki varsa acıyı görmek istiyordum.
"Hisselerimi sana devrediyorum"
"Ne?"
"Türkiye'ye gidiyorum, geri dönmemek üzere"
Gözlerinde acı değil sevinç vardı, gözlerinin içi gülüyordu adeta...
Kalbimi ateşe verecek kibrit çakılmak üzereydi.
"Satın almıyorum"
"Öyleyse Lee Hang'la ortak olmak zorundasın"
Sinirle arkamı dönüp giderken kolumdan tutup beni kendine çekti, elerini ellerime kilitleyip, anlını anlıma dayadı. Kahkaha atıyordu adeta
"İşe yaradı "

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çınar Ağacı
Storie breviTek bölümlük kısa bir hikaye.... Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin