1. Bakış

25 2 0
                                    


                     İnsan savaşacağı şeyi bazen öyle bir hırsla seçiyordu ki yanlışlara sığınmak ona doğruları seçmekten daha cazip geliyordu. Bende sık sık bunu yapıyordum. İçimdeki küçüğü susturmuş ,yok etmeye, çırpınmalarını dizginleştirmeye çalışıyordum. Başarılı oluyordum. Şimdiye kadar kimseye belli etmesem de bir kişi o köprüleri geçmeyi başarmıştı. Bunu yapabilir miydim ona güvenebilir miydim, bilmiyordum. Yine yalanlara sığınıyorsam bile bunu farketmiyordum. Galiba doğruları kabul edecek cesaretim doğuyordu ama ben geç kalmıştım

Zamanın içinde kayboluyordum.

Sabah, gecenin karanlığını yarmış kendini ışıklarıyla belli ediyordu. Çantamı köşeye koyup ayağa kalktım ve pencereye doğru ilerledim. Perdeyi yavaşça açarken yeni doğan güneş ışığı yüzümü yaladı. Havalar ısınmıştı. Sabah yanıltıcı güneş her zamanki gibi hava sıcak diye bağırmaya calışsada dışarıya çıktığımda ellerimin buz gibi olacağına da emindim. Pencerenin önünde ayrıldım. Sandalyenin üstüne yerleştirmiş olduğum kaç yıldır beni yanlız bırakmayan ve Doruk'un hediyesi olan montu kavradım. Bir elimle de çantayı omzuma aldım ve odadan çıktım. Odadan çıktığımda solda lavabo aynası vardı. Mutfağa geçmeden son kez kendime bakıp kendi kendime gülümsedim. Saçlarımı açık bırakıyordum. Doruk saçlarımla oynamayı çok seviyordu çünkü. Konuşurken bile farketmeden saçlarıma elliyor sarıldığında saçlarımı hafifçe kokladığını hissedebiliyordum. Onun sayesinde saçlarıma özen göstermeye bile başlamıştım. Çünkü o seviyordu...

Aynanın karşısından ayrıldım. Yavaş adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Hafifçe ayaklarımı halıya sürttüm ses çıkararak masaya yürüdüm ve sandalyeyi geriye doğru çektim. Annem ve babam kahvaltıya kurulmuşlar yüzüme bile bakmamışlardı. Annem gözlerinin kenarıyla hafifçe beni süzmüş tabağına geri dönmüştü. Çekmiş olduğum sandalyeye oturdum. Tabağıma tam bir dilim peynir almıştım ki babam " bana çay koy" diye ağzındaki yemeği yutmadan konuştu. Annem bana bakıp kendi kalkarken babam tekrardan "sen değil o koysun" dedi. Yüzüme bir kere bile bakmamıştı. Buna alışmam lazımdı hatta alışmıştımda, ilk zamanlardaki gibi odama kapanmıyordum, gözlerim dolmuyordu. Sandalyemden kalkıp ocaktan çaydanlığı çıkardım. Ayaklarımı süre süre yürürken dökülmemesi için önüme bakamıyordum. Son anda durdum, sıcak su ve çay ile bardağı tazeledim. Anneme 'ister misin' der gibi baktığımda annem kafasına iki yana salladı. Çaydanlığı aynı şekilde yerine koyup sandalyeme geri oturdum. Masada pek bir şey yoktu. Canım da kahvaltı yapmak istemiyordu. Tabağıma koymuş olduğum peyniri bir alışta ağzıma attım. Hızlı hızlı çiğneyip masadan kalktım ve tabağımı masadan kaldırdım. Tam tezgahın üzerine koyarken babam ve annemin konuşmalarını işittim. " terbiyesiz daha oturmadı bile..." "deme öyle evde bana çok yardım ediyor" "böyle mi..." " okulda zorluyorlardır belki..." Tezgah biraz ilerdeydi diye beni göremiyorlardı. Belki de sorun bu değildi. Konuşamayan bir acizdim ben. Ne derlerse desinler sadece yüzlerine bakan tepkisi ölmüş bir insan. Bu kadar önemli olsaydı konuşmak, her konuşan nasıl her zaman anlaşılmıyordu? tezgaha yaslanıp 1-2 dakika bekledim. Kaşlarımı hafif çatmış bir yere dalgın dalgın bakıyordum. Son anda yerimden kıpırdandım hızlı adımlarla masaya doğru ilerledim çantamı ve montumu kaptığım gibi hızlı adımlarla evden çıktım. Durağa yürümek altı - yedi dakikamı alıyordu. Sabahın o güzel saatlarinde yürüyüş yapmak güzel ve rahatlatıcıydı. Biraz ilerlemişken karşımda büyük bir kalabalık gördüm. İnsanların arasına karışmadan öne doğru bakmaya çalıştım ama o kadar insandan pek bir şey görünmüyordu. İnsanların konuşma sesleri uğultu şeklinde çıkarken projeksiyon cihazları, upuzun bir kumaş gördüm. Projeksiyondan yansıtıldığı kadarıyla on gün sonra bir kura çekileceği ve ülkemiz için adalet olacağından bahsediliyordu. Büyük harflerle KURA yazısı belirginleştirilmiş kumaşın yanında duran iki asker vardı. Geriye doğru ilerledim kalabalık gruptan uzaklaşmaya çalıştım. Adrenalin vücuduma hızla yayılmış bacaklarım benden bağımsız durağa doğru koşmaya başlamıştı. Hava ciğerlerime doluyordu nefes veremeden tekrar iç çektim. Durağa varınca otobüsün orada beklediğini gördüm. Otobüse doğru hızlı hızlı ilerlesemde bir adım atacak halim yoktu. Kapının kenarına tutunup kendimi otobüse attım ve ilk gördüğüm yere oturdum. İnsanların garip bakışlarını farketmiş olsamda nefesimi düzene sokmaya çalışarak pencereden dışarıya bakmaya çalıştım. Çantamdan elime sığacak kadar boyutta olan, işimi yeterince gören telefonumu çıkardım. Doruk'un ismini bulduğum yerde ona mesaj yazmaya çalıştım. Heyecandan elim titriyordu. Son anda '' Okulda buluşalım'' yazıp ekranı kapattım ve dışarıyı izlemeye koyuldum. Doruk'la neredeyse hep mesajlaşırdık. Bazen o arar diyeceklerini der sonra da kapatırdım. Elimden geldiğince 'hıhı' gibi sesler çıkarmaya çalışırdım, onu dinlediğimi bilmesini isterdim.

Okulun önüne geldiğimde şöföre parasını uzatıp araban hızlıca atladım. Günlerdir konuşulan olayın bugün hazırlıklarının yapılması beni içten içe tedirginleştirmiş, yapıcağım en ufak bir şeyi bile düşünmeme sebep olmuştu. Eğer benim ismim çıkarsa yaşar mıyım onu bile bilmiyordum. O kadar kız arasından çıkarsam bir daha Doruk'u göremezdim. Bir bahanem vardı oda şu an gözlerimin önünde mum gibi eriyordu. Bedensel bir engel... Acaba bir kez bile olsa bunun için sevinebilir miydim ? Belki ayrıcalık tanırlardı. Şu an buna çok ihtiyacım vardı.

Eşitlik

Kadınların gücünü anlamak için oyunlar yapılacaktı. Feminist düşünceler bu yıllarda çok ilerlemiş, eşitlik kavramı o kadar farklı şekillere bürünmüştü ki erkeklerden farklı gücümüzü anlamak için üzerimizde testler yapılacaktı. Gönüllü olan kimse olmadığı için kuraya mecbur bırakılmıtık. Para vererek ismimizin yazılmasını engelleyebilirdik ama bizim gibi küçük bir yerde yaşayanlar için bu imkansız gibi bir şeydi. Büyük bir şehir seçmek yerine fazla ses getirmeyecek, deneylerin sonuçlarını kapatabilecek kadar insanların bilgisizliğinden beslenecek kişiler, böyle bir yer seçmişlerdi. Burada yaşadığım için şansızlığımla kavga edecek değildim. Belki bu başkasının şansızlığıydı da buna benim gibi insanlar dahil oluyordu.

Banklardan birinde Doruk'un telefonla uğraştığını görünce yanına doğru koştum. Elimdeki mont yerde sürünüyor gibiydi bilmiyordum ama tek istediğim şey Doruk'a sarılmaktı. Yanına varınca endişeli olduğunu gördüm. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı ve gözlerimin içine baktı.. Kendine yine çekerken kulağıma '' Çok üzgünüm Elya'' diye fısıldadı. Onu kendimden yavaşça uzaklaştırdığımda 'Noldu' diye baktım. Beni banka oturtup yanıma oturdu ve yere bakarak anlatmaya başladı. '' Elya seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Senin hep yanında olacağıma da yemin ederim. Bu anlatacaklarım... Seni umutsuzluğa düşürmemeli. Sen o kadar güçlü bir kızsın ki sana sadece aşılması zor sınavlar gibi gelecektir. Bazılarının ismi üç, bazılarının ismi iki, bazılarının ismi bir kere yazılacak. Senin için üç kere yazılacak diyorlar "Doruk'un sesi sonlara doğru titremişti. Yüzüme bakması için elimi hafif çıkmış sakallarına değdirdim yüzüne baktım. Yere bakmaya devam edip konuşmaya başladı. " Engeli olan insanların oraya gitmesinin daha az riskli olduğu düşünülmüş''.

Engelli insanlar ikinci sınıf sayılıyor.

Toplumda bir işe yaramadığımız düşünülüyordu. Bunu haberlerde konuşmalarda ima yaparak vurgulasalarda bu kadar vicdansız olacaklarını düşünmemiştim.

Kulaklarım benden bağımsız bir şekilde uğuldamaya başlamıştı. Gözlerimden yaşlar yanağımda upuzun bir yol oluşturmuş, bitmek bilmeyen bir yermiş gibi ilerleyip duruyorlardı. Mırıladanamıyordum, isyan edemiyordum. Doruk'un sesini duyuyor algılayamıyordum. Sadece aklımda kendi sonumun herkes tarafından belirlenmiş olduğu vardı. Doruk beni sarsmaya başladı. '' Elya nefes alamıyorsun''. Doruk'un bu bağırışı beni biraz da olsa kendime getirmiş olsa da ağlamaktan titriyor hareket dahi edemiyordum. O yapılacak testler, sınavları kaldıramazdım. Son anda yatırıldığımı anladım ve kolumda hafif sızıyla gözlerimi yumdum.

Kalktığımda hastane odasında yatmış, beyaz tavanla karşılaşmıştım. Hafifçe öksürdüğümde annem yanıma gelip bir bardak su getirmişti tereddütsüz bir şekilde yudumlamıştım. Odada kimler var diye göz gezdirdim. Babam, annem, Doruk, Ceylin...

Ceylin benim ilkokuldan beri arkadaşımdı. Evlerimiz yan yanaydı konuşamasam da o bana güzel anılarını anlatmaktan vazgeçmezdi. Onun sayesinde okula ilk başladığımda biraz alışmıştım. Ceylin'in ismi yazılacak mı bilmiyordum. Çünkü onların durumu iyiydi tek sorunları babasının tayini bu küçük ilçeye gelmişti. Belki bu durumdan şikayet etmiyordu ama kim böyle nir yerde büyümek isterdi ki ?

Eğitim imkanlarımız kısıtlı, küçük bir hastnamiz vardı. Eğer sinemaya ya da güzel bir yere gitmek istiyorsanız şehre inmeniz gerekirdi. Tabi oraya giden haftada bir kalkan hurda arabada durabilirseniz...

Hastane yatağının yanındaki takvimi almaya çalıştım. Komodinin üstüne konulmuş dikdörtgen, klasik takvimdi. Bu yıla ait mi onu bile bilmiyordum. Biri ayağa kalkınca etrafa biraz daha bakındım ve herkesin uyumuş olduğunu gördüm. Bir tek annem uyanıktı o da takvimi vermek için ayaklandı. " İki gündür uyuyorsun. Çok yorulmuşsun okulda çok mu zorlandın ?" Annemin bu merakı şaşırmama sebep olmuştu. Hayır diyerek kafa sallamıştım.

İki gün mü ?                                                

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 05, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ALRUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin