Anonim Blog'a yeni bölüm eklenmeyecek. Şu anda 17 bölümden oluşan tamamlanmamış bir kitap olarak yayımlanıyor ve siteden kaldırma kararı vermedim henüz. Yeni başlayacak olanlar varsa diye, devam etmeyeceğimi baştan belirtmek istedim. Açıklamam için direkt olarak "devam edemeyiş" isimli son bölüme atlayabilirsiniz.
"Sen ne dersin, Bade?"
İsmimi duyduğumda aniden irkildim. Başımı telefondan kaldırıp matematik öğretmenimize döndüm.
"Efendim hocam?"
"Sorduğum soruyu duymadın mı?"
"Affedersiniz. Tekrarlamanız mümkün mü acaba? Dalmışım."
"Sen haddinden fazla dalmaya başladın son zamanlarda. Ya kendine gel, ya da benimle Enver Bey'in odasına. Karar senin," cümlelerini bitirdikten sonra tahtaya dönüp dersine devam etti.
Enver Bey, saygıdeğer müdürümüz. Kafasının üstündeki saçlar seyrelmiş, beyaz teller hafiften baş göstermeye başlamıştı. Yaşlanmıştı adamcağız. Kendimi bildim bileli bu okulu o yönetiyordu. Bunu kendi eğitim yıllarıma dayanarak değil, okulumuzun giriş katında bulunan, eski gazete küpürlerinden oluşmuş panomuzdan bildiğim kadarıyla söylüyorum.
Köklü bir okulumuz vardı. İtibarlı ebeveynlerimin mükemmel (!) kızlarını gönül rahatlığıyla gönderebilecekleri kadar köklü. Böyle şeylere büyük ölçüde dikkat gösterirlerdi.
Anaokulundan lise son sınıfa kadar kademeleri barındıran bu okulda çocukluğumdan beri kayıtlı olmam beni sıkmıyordu. Aksine, ben buraya aittim.
Dersin bittiğini müjdeleyen keman solodan bir kesit olan öğle zilimiz çaldığında (okulumuz basit bir özel okul değildir) derin bir nefes aldım. Şimdi bloğuma rahat rahat girebilirdim. Bunu derste de yapabiliyordum ancak teneffüste olduğunda azar işitmeyeceğimin bir garantisi oluyordu.
Blog Yönetici Paneli
-Blog Arşivi
-Okunmamış Mesajlar (21)
-Anonim Sorular (89)
-Takip Edilen Bloglar (0)
-Ayarlar
Sıradan bir blog kullanmıyordum. Tüm okulu avcumun içinde tutacak bir blogdu benimkisi. İstediğim kişiye istediğim rütbeyi verip kendisine saygınlık bahşedebildiğim gibi, istediğim kişiyi yerden yere vurabilir, insanların gözünde küçük düşürebilirdim. Bunu mümkün kılan blog sahibinin gizli olmasıydı.
Blogumu takip edenlerin mesaj almasını sağlayan sosyal sistem sayesinde, girdiğim her yazı veya cevapladığım her soru anında takipçilerimin telefonlarına mesaj olarak gidiyordu.
Kendimi zaman zaman "Gossip Girl" dizisinde gibi hissetsem de bu benim yönetmenliğimde olan bambaşka bir diziydi. Senaryosu da başkasına değil, bana aitti.
Mesajları çoğunlukla girdiğim yazılar sebebiyle saltanatını kaybetmiş eski popülerler atardı. Argolar, küfürler ve beni buldukları an öldüreceklerini anlatan birkaç gereksiz cümleden oluşan bu mesajlar hiç okunmadan silinirdi.
Acıkmıştım. En alt kattaki yemekhane bölümüne gitmek için sınıftan çıktım ve öğrencilerin ödülleriyle dolup taşan rafların boylu boyunca uzandığı koridorun sonundaki merdivene yürüdüm. Son basamaklara geldiğimde yanımdan rüzgar gibi geçen kişi hiç şüphesiz Ateş'ti. Yavaş yavaş söndürmekte olduğum Ateş. Bu hafta seçtiğim kurbanım, yeni eğlencem. Kızlarımızın yanıp tutuştuğu, oğlanlarımızın ise bu ilgiden dolayı delicesine kıskanıp belli etmediği, yüzücü popülerimiz. Hakkında girdiğim eleştirel yazılar sayesinde hayranlarından tek tük kişi kalmıştı. Ona anaokulundan beri gıcıktım. Aramızda o zamandan bir olay geçmişti.
Anaokulu. Havuz. Yüzme dersi. Yarışmalar. Arkadaşlarım. İzleyiciler. Annem, babam.
Ateş.
Başlangıç düdüğü. Kulaçlar. Tutulan nefesler.
Hayır, hayır. Bu sefer hatırlamayacağım. Kendimi üzmeyeceğim. Unutabilirim.
Yemekhane sırasında tepsimle ilerlerken aynı zamanda telefonla annemle konuşuyordum.
"Üzgünüm anne, en erken cumartesi günü gelebilirim. Dönem ödevleri ile uğraşıyorum."
"Peki o zaman. Konu ödevlerse, teslim edilene kadar bekleyebilirim."
"Seni çok özledim."
"Ben de kızım. Babana söyle o zaman, cumartesi günü seni o getirsin. Otobüslerle uğraşma."
"Tamam anne, söylerim. Görüşürüz."
"En kısa zamanda. Öptüm," telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra iki elimle tepsimi kavradım ve masalardan birine oturdum.
Makarnamı yerken cebimdeki telefonun titreştiğini hissettim; çatalı bıraktım ve telefonumdaki mesajı açtım.
Gönderen: Koray
Hemen resim atölyesine gel, bunu görmek isteyebilirsin. :)
En yakın arkadaşım Koray'ın ilgi alanı resimlerdi. Bu sebepten vaktini sürekli resim atölyesinde geçirir, kendi çalışmalarından vakit buldukça ünlü ressamlar hakkında araştırmalar yapardı.
Onunla ilkokul üçüncü sınıfta, resim dersinde tanışmıştık. Akrilik boyalar hakkında verdiği tüyolar ile başlamıştı arkadaşlığımız. Şimdi lise üçüncü sınıftayız ve halen beraberiz.
Yemekhanenin çıkışındaki merdivenleri kullanarak üst kattaki atölyeye çıktım. Kapıyı açmamla çığlık atmam bir oldu. Bu... Bu muhteşemdi!
__________
Yanımda olan Fulya Batırbek ve Mert Ali Akcan'a sonsuz teşekkürler.
Multimedya: @egimonae tarafından hazırlandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANONIM BLOG
Teen FictionSıradan bir blog kullanmıyordum. Tüm okulu avucumun içinde tutacak bir blogdu benimkisi. İstediğim kişiye istediğim rütbeyi verip kendisine saygınlık bahşedebildiğim gibi, istediğim kişiyi yerden yere vurabilir, insanların gözünde küçük düşürebilird...