"Hoşgeldiniz efendim. Uçağınız az sonra kalkacak."
Başımı tanımadığım sıkıcı siyah takımlı adama sallayıp güneş gözlüklerimi çıkardım ve arabanın kapısını kapattım. Gömleğimin yakalarını düzeltirken içimde yine o sıkıcı dünya belirdi, aydınlandı. Çok mu siyahtım bilmiyorum ama bu siyah artık o kadar sıkıcı geliyordu ki, boğuluyordum. İnsanların tümünden nefret ediyordum. Sevgili kız kardeşim Efsun hariç herkesten. Yüzüne küfretmek üzereyken her seferinde başımı çevirdiğim babamdan, beni hobi olarak dünyaya getirmiş gibi davranan annemden, sevgilim derken işkence gibi gelen zamanlarımı ayırdığım kız arkadaşım Ferzinden , bana abilik taslayan ve kimseyi siklemeyen IQ su düşük abim Uraldan ve etrafımda kağıt kalemlerle gezip rapor alıp rapor sunan yapmacık ezber çalışanlardan nefret ediyordum. Uçağa ilerlerken içimi ısıtan tek düşünce Efsunu görecek olmamdı. Sadece bana göre o bir melekti. Yürüyemeyen, tekerlekli sandalyeye mahkum ama yüzünde çiçek bahçeleri açan bir melek. İnsanın içini ısıtan ve güzel kokan bir gülümsemeye sahip olması onu hepimizden üstün tutuyordu sanki. Onu sadece ayak bağı olarak gören,acıyarak bakan ve samimiyetsizce konuşmaya çalışan insanlardan kat ve kat üstündü. Onun yeri göklerdi. Bende onu göklerde tutmaya çalışan abisiydim.
Adım Merih Sarallar.
Ve beni burda tutan tek şey o küçük melektir.
"Merih bey?" Kafamı hızla kaldırıp havalanan uçağın geride bıraktıklarından kafamı çevirdim ve yanımda servis vermek için duran hostese baktım.
"Ne alırsınız efendim?" Derken beğeniyle gülümsedi onu beğeneceğimi düşünürken. Gözlerimi devirip alnımı ovdum. "Sabır varsa.." diye mırıldandım ama sonra boğazımı temizledim.
"Beyaz şarap getir bana." Dedim düz bir sesle. İnsanları geri adım attıracak bir sesle. İnsanlardan nefret ettiğimi anlatmaya çalışan bir sesle.
Gerçek halimi sadece Efsun görüyordu çünkü bunu tek hakeden oydu.
Kadeh önüme bırakılsada kafamı koltuğa yaslayıp kafamı geriye attım.
Bu cehennem beni öldürüyordu ve cennette ölüyor gibiydi.Yaklaşık 4 saat sonunda Türkiyeye iniş yaptık. Burayı da özlemiyordum. Yani belki biraz. Belki sadece Efsun ve yemekleri için.
Uçaktan indiğimizde ileride siyah jipler bekliyordu. Birkaç koruma da önümüzdeydi. Pederin gönderdiği korumalar. Evet nasıl da umursuyordu anlaşma imzaladığımda, pezevenk.
Arabalara binip direk şirkete yöneldik. Çünkü nefes alacaksan ölmen gerekiyordu. Yaşarken çalışmayı bırakan kaybederdi falan falan.
"Kodumun şirketi.." diye homurdandım büyük SarDek şirketinin önünde durduğumuzda.
Saraller ve Derbek ortaklığından doğan şirkete bakın hele. Derbeklerin de amına koyım her işi biz yapıyoruz.
"Babanız 3. Toplantı salonunda sizi bekliyor efendim." Resepsiyonda ki sarışın kadına kafamı salladım gözlüğümü çıkarırken. Yine mi değiştirdi bu çalışanları?
İki cüsseli orangutanla beraber asansöre girdim ve 15. Kata bastım. Cüsseli olabilirlerdi ama beyinleri çalışmıyordu. Düşmanları olsam uçurumdan yuvarlardım ruhları duymazdı. Düşünmüyorlardı, köpek gibi dinliyorlardı.
Gözlerimi devirirken asansör kapıları açıldı. Bir anda önümde biten kız arkasında ki kıza dediklerini bitirdiğinde ve başını bana çevirdiğinde zor durdu ve adımını geriye atarken ellerini kaldırıp göğsüme koymuş hafifçe de itmişti. Kemik gözlüklerinin üstünde saçları önüne savurulurken ela gözleri irice açıldı.
"Pardon.." diye mırıldanırken geri çekildi yavaşça ve saçının kulağının arkasına attı. Saçını sıyırıp geçen elinden gözlerimi çevirip kafamı diğer tarafa çevirdim ve asansörden adamlarla çıktık. Koridorun sonunda ki odaya ilerlerken omzumun üstünden konuşmasına devam eden ve saçını gülerek arkaya atan kıza baktım o asansöre girerken. Arkadasından kısa siyah saçlı arkadaşı girdi sırıtarak ve gözden kayboldular. Kızıl saçlı olan değişik bir etek zevkine sahipti. Yeni çalışanlar olabilirlerdi. Kareli siyah ve kırmızı dar bir etek ve beyaz bir tişört giyiyordu o. Ama diğer kız binada ki 530 kadının aksine tek pantolon giyen kızdı. Ve bu kadar doğal gülebilen.
Kafamı iki yana sallayıp kapıyı ittim ve odaya girdim. Koltuğunda bana dönen adama gözlerimi devirdim.
"Gerilim mi yaratıyorsun pezevenk.." diye homurdandım. Duydu mu bilmiyordum ama duysada umrumda olmazdı. Bana kızacak ya da ceza verecek göt onda yoktu.
Çünkü ben Merih Sarallerdim. Ben şirketi ve yapıtlarını ayakta tutan büyükbabamın ismi taşıyan asıl varistim. Babamdan ve abimden bile değerli imzaları olan varis. Cehennem hayatı yaşayan bir varis.