[üzümlü kek - ブドウケーキ]
birkaç yorgun sohbet geçmişti aralarından. namjoon, bir haftadır yataklarda, halsizdi. sürekli ağlıyor ve gitmek istiyordu. kardeşinin özlemiyle hep taehyung'a sarılıyordu ve taehyung'un elinden ona botanik bahçesini gezdirmekten başka bir şey gelmiyordu. geceleri uzaklardan top sesleri duyuluyordu ve buna bir türlü alışamamış olan profesör, huzursuzdu.
namjoon, evinde kaldığı süre boyunca küçük çocukları tedavi etmişti ve yaralı askerlere ilaç yetiştirmişti. bunca işin arasında kahve kahve bakan gözlerin sahibine şefkatle bakıyordu.
gece misafiri, ağrıdan uyuyamadığında taehyung, uykusundan vazgeçiyordu ve ne zaman karnı acıksa taehyung ona güzel meyveler ve bitki çayları ikram ediyordu. namjoon, minnettardı. yerlere kapanmak, tanrının taehyung'u kutsaması ve onu koruması için dualar etmek istiyordu.
dizleri tutmuyor, yarası acıyor ve özlem onu kasıp kavuruyordu. tüm bunlar olurken taehyung'a tutunmak garip bir histi. ne zaman pansuman için onun güzel parmakları tenine değse yakıyordu. namjoon, hiçbir zaman yanmak için bu kadar büyük bir arzu hissetmemişti.
öğlenler gelip geçerken taehyung, ona bahçede oturmak isteyip istemediğini sorduğunda yatmaktan ağrıyan sırtı için bunun iyi olabileceğini düşünmüştü. kolunu taehyung'un omzuna attı ve yavaş adımlarla birlikte taehyung'un bahçesine çıktılar.
burası sürmekte olan savaştan uzakta, cennetten ve huzurdan bir parça gibiydi. çiçek yapraklarının düştüğü ve içinde balıkların yüzdüğü minik gölete gülümseyerek bakıyordu. taehyung ona limon çayı uzattı. bu sefer cam değildi fincanı, taehyung'un kırdığı takımdan bir taneydi sadece.
"çok güzel tadı, sanırım sen yaptığından böyle." dedi namjoon çayını yudumlarken. bu taehyung'u şaşırtmıştı. elleri oturduğu yumuşak sandalyede tutunacak bir yerler aradı. bulamadığında bağdaştırıp kucağına bıraktı. boynunda kavuşturmuş olduğu minik kolyeyi dudaklarına götürdü sonra birkaç garip şey daha yaptı. namjoon onu takip edemedi bile.
"seni seviyorum." dedi durup dururken namjoon. bunu söylemek için hiçbir sebebi yoktu. şimdi taehyung yerinde duramıyordu. bahçeyi dolaştı tek kelime etmeden, sonra namjoon'un kulağının arkasına, tırnaklarını kanata kanata dikenlerini kopardığı minik bir gülü yerleştirdi. gitmeye yeltenecekken namjoon onun ellerini tutup, kanayan parmak uçlarını öptü teker teker.
"ne yapıyorsun?" dedi taehyung, yumuşak bir sesle. ruhu debeleniyordu ve midesi çalkalanıyordu. alev alev yanan yanaklarına yasladı kanla süslenmiş elini.
"gitmeme izin ver profesör." namjoon, yalvardı. taehyung, top seslerinden titreşen limon çayı gibi titriyordu. kafasını iki yana salladı.
"insanlar birilerine, onları sevdiklerini söyleyip öylece gidemezler. izin veremem sana. giderken bir şey gelir başına, kardeşinin ve bebeğinin yaşayıp yaşamadığı meçhul." taehyung, neredeyse ağlayacaktı.
kendi elleriyle tamir ettikleri şeylerin başlarına bir şey gelsin istemezdi kimse. göz önünde olsun, içi rahat olsun isterdi hep. namjoon, taehyung'un tamir ettiği bir oyuncak gibiydi. mermiyi söküp atmıştı teninden ama bu onu, ona ait kılmıştı. şimdiyse ondan gidemiyordu.
taehyung, ondan koptuğunda namjoon hayal etti. kardeşinin o alışkın olduğu nazik gülümsemesini. bebeğini dünyaya getirdiğinden ötürü yüzüne inen baharlar onu daha güzel gösteriyor olmalıydı ve namjoon ile tıpatıp aynı olan gözleri kırpışıyordu.
sonra bebeğini hayal etti. belki artık hayatta olmayan babası gibi ela gözlere sahipti. teni yumuşacık olmalıydı ve parmakları minik zencefiller gibi yumuk yumuktu. namjoon onları güvenli bir yatakta uzanırken hayal etti. güzelce uyuyorlardı, tam da bıraktığı gibiydiler ve namjoon, onları bulana kadar orada kalacaklardı.
gece geç saatlere geldiğinde iyileşmek artık bir işkence olmuştu. güzel koltuk artık yeterince yumuşak değil ve plak çalardaki piano ağırlıklı klasik müzik plakları kulak tırmalayıcıydı.
namjoon, kan çanağı gözlerle beraber doğruldu yattığı koltuktan. üzerindeki ince gömleğe çeki düzen verdi. sonra zorlana zorlana katladı üzerine örttüğü örtüyü ve kenara koydu düzgünce.
taehyung'un, yıkamış ve ütülemiş olduğu kıyafetlerini giydi teker teker. tahammül edemediği müziği durdurdu. mumları teker teker söndürürken canı ağzından çıkacakmış gibi fazlalık yapıyordu.
bez çantanın içine mutfaktan aldığı üzümlü keklerden bir beze sarıp koydu. kenarda duran kağıt parçasına ilişti gözleri, uzandı iniltilerle. hızlı hızlı birkaç bir şey karaladı kağıda ve katlayıp limon dolu olan tabağın arasına sıkıştırdı notunu.
salona gidip botlarını giydi, çantasını aldı ve hiç gelmemiş gibi terk etti evi. onun gidişi gerçekleşirken derin uykuda olan taehyung'un ruhu bile duymamıştı.