Ş£ÇİM

109 4 0
                                    

‘Geçmiş…’ ‘Geçmiş geleceğe dönecek…’ ‘Geçmişinden kaçamazsın…’ ‘Kaçamazsın..!’ İnsanların geçmişi mi önemliydi geleceği mi? Bir insan geçmişte neyse gelecekte de o kişi mi olmak zorundaydı? Peki ya istemiyorsa… Geçmişindeki kişi olmak istemiyorsa… Bu engellenemez miydi? Değişebilir miydi? Bir insan geçmiş ve gelecekte aynı kişi olmamak için değişebilir miydi? Yoksa yapamaz mıydı? Kaçamaz mıydı? Peki ya reenkarnasyon?... Reenkarnasyon var mıydı? Ve en önemlisi henüz 21 yaşındaki Hae Won tüm bu olanlarla baş edebilecek miydi? Kim bilir?... 

Merhaba arkadaşlar. Asya ben. Bu benim yazdığım 1. hikayem ama bu sayfadaki ilk hikayem olacak. Umarım beğenirsiniz ve o güzel yorumlarınızla bana destek olursunuz. Şimdiden teşekkürler :)) 

1. Bölüm 

~All the moves like Jagger I’ve got the moves like Jagger I’ve got the mo~ Hae won çalan alarmı kapattı ve sanki yeterince dağılmamış gibi saçlarını elleriyle daha da karıştırdı. Ardından yatakta gerine gerine esnedi. Bu sabah keyfi pek yerinde değildi. Normalde olsa çalan alarmla birlikte yataktan kalkar ve şarkıya eşlik ederek elini yüzünü yıkar, diğer yandan da dans ederdi. Oysa bugün bunu yapmamıştı. Nedeni ise şu son bir haftadır gördüğü garip rüyalardı. İlk iki gün aynı rüyayı gördüğünde bunu önemsememişti. Üçüncü gün ‘Sanırım izlediğim bir filmden çok etkilendim’ diye düşünüyordu. Fakat artık bir hafta olmuştu ve bu hiç hoşuna gitmiyordu. Yine de kafasına takmamaya çalıştı ve yataktan kalkıp elini yüzünü yıkadı. Tek başına yaşadığı küçük evin mutfağına gitti ve kahvaltı yaptı. Ardından da okula gitmek için hazırlanmaya başladı. Hae won’un annesi ve babası 14 yıl önce Kanada’ya göç etmişlerdi. Hae won o zamanlar 5 yaşındaydı. İlk okulu ve liseyi Kanada’da okudu ama 19 yaşına girdiğinde üniversite için Kore’ye dönmek istemişti. Kore’yi pek hatırlıyor sayılmazdı ama yine de gitmek istiyordu işte. Hem annesini ve babasını burada bırakacağı içinde üzülmüyordu artık çünkü Kanada’da bir erkek çocuk dünyaya getirmişlerdi. Erkek kardeşi Kang ablasından ayrılmak istemiyordu fakat Hae won’un içinde Kore’ye gitmesi konusunda öyle kuvvetli bir his vardı ki çok sevgili küçük kardeşini bile bırakıp Kore’ye döndü. Ailesinin durumu ona bir ev kiralayacak durumdaydı bu yüzden Kore’de tek katlı, müstakil bir ev kiraladı. Üstelik küçücük bir bahçesi de vardı. Bunu gördüğünde aklına küçüklüğünden beri hayalini kurduğu şeyi artık yapabileceği geldi. Ama ailesi sadece evin kirasını karşılayacaktı. Bu yüzden harçlığını kendi kazanmalıydı. Evi tutup yerleştikten sonra part-time bir iş buldu ve bir yandan çalışıp bir yandan üniversite 1. Sınıfı tamamladı. Yaz geldiğinde gerekli parayı biriktirmişti ama bu parayla Kanada’ya uçak bileti mi almalıydı yoksa küçüklük hayalini mi gerçekleştirmeliydi? Ailesiyle kısa bir telefon görüşmesi yaptı ve ardından Kanada’ya gitmekten vazgeçti. Ailesini özlemişti elbette ama gitmek istemiyordu. Ailesi de ne isterse yapmasını söylemişti zaten. Hae won ailesi tarafından unutulmuş muydu? Artık önemsenmiyor muydu? Kalbi kırıktı ama yine de heyecanlıydı. Hemen evinin yakınındaki pet shopa gitti ve bir Golden Retriever aldı. Henüz birkaç aylık olan bu sevimli erkek köpeğe Donald adını koydu. Hae won hazırlanmıştı ve bu yıl birlikteliklerinin ikinci yılına girdiği köpeği Donald’ın yemeğini verdi. -Akşama görüşürüz oğlum. Bu yıl 3. Sınıfa başlıyordu Hae won. Dersleri geçtiği yıllara göre daha ağır ve fazla olacaktı. Son yılında ders sayısı düşecekti ama bunun şuanda Hae won’a bir yararı yoktu. 2 yıldır çalıştığı part-time iş yerinin sahibi olan amca ders saatlerinin artması yüzünden çalışma saatleri düşen Hae won’a daha az para vereceğini söylüyordu. -Hadi ama bayım. 2 yıldır burada çalışıyorum, beni artık tanıyor sayılırsınız. Paraya ihtiyacım olduğunu biliyorsunuz. Üstelik seneye çalışma saatlerim eskisinden de uzun olacak. Sadece bu senelik bayım lütfen. Oysa iş yeri sahibi amcanın kararından döneceği yoktu. -Lanet olsun seni yaşlı bunak!! İstifa ediyorum!! Hae won çok çabuk sinirlenip, puff diye sönen biriydi. Bu yüzden amcaya ettiği laflar yüzünden oradan ayrılalı 5 dk olmadan pişman olmuştu bile. -Aptal Hae won! Ailen sana böyle mi öğretti?! Böyle kaba ve terbiyesiz bir kız mısın sen ha?! Hem şimdi işi nerden bulacaksın ha! Apta-aaah! Hae won kendi kendine söylenirken önüne atlayan küçük çocuğu çok geç farketti ve bu yüzden küçük bir çığlık koyverdi. -Merhaba bayan. Korkuttuğum için özür dilerim. Lütfen şuna bir göz atın. -Ne? Nedir bu? Hae won daha ne olduğunu anlamadan küçük çocuk Hae won’un eline bir afiş sıkıştırıp gözden kayboldu. -Hah bayanmış. O küçük çocuğun Hae won’a bayan diye hitap etmesi Hae won’u güldürmüştü. Gülümseyerek elindeki afişe baktı. Aman Tanrım bu bir eleman ilanıydı. İlanı okudukça yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. ‘Bayan üniversite öğrencileri için part-time iş. Kütüphane-Cafe garsonu aranıyor. Çalışma saatleri önemli değil. Önemli olan güler yüz ve iyi bir kalp.’ Aslında garip bir eleman ilanıydı ama yine de Hae won’un hoşuna gitmişti. Üstelik kitap okumayı da severdi. Hem eski çalıştığı yerde de garsonluk yapmıştı. Sadece garsonlukta değil, o yaşlı bunak onu mutfakta bile ekstra çalıştırmış ama para vermemişti. Şimdi oradan ayrıldığı için seviniyordu. ‘Umarım bu işe alınırım’ diye içinden dua ederek ilanda yazan adrese gitti. ~The pasTiny~ Ne garip bir isimdi öyle değil mi? Ama bu cafede garip olan sadece ismiydi. Hae won bir süre cafeyi izledi dışarıdan. Oldukça modern bir yer gibi görünüyordu. Haddinden fazla katlı bir iş merkezinin en alt iki katı bu cafenindi. Cafeye girip çıkanlarda oldukça iyi giyimliydiler. Oysaki o entresan eleman ilanından sonra Hae won buranın küçük ve küf kokulu bir yer olabileceğini düşünmüştü. Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdi ve içeri girdi. Elindeki eleman ilanını kasada duran genç kıza gösterdi. Genç kız şaşırmıştı. ‘Nasıl yani? Yanlış yere mi geldim acaba?’ diye düşündü kızın verdiği tepki yüzünden. -Pardon efendim bir saniye bekleyin. Patronumuzu çağırayım. Kasada duran kız yerini bir başkasına devredip kısa ama hızlı adımlarla cafenin ikinci katına çıktı. Hae won hemen elinde yazan ilana baktı tekrar ve adresi kontrol etti. Evet, doğru adresteydi ama o kız neden öyle davranmıştı anlayamadı. Bir süre endişeyle bekledi ama bu bekleyiş uzun sürmedi. Az önce kasadan ayrılan kız gülümseyerek ona doğru yaklaşıyordu. -Üzgünüm efendim beklettim. Lütfen ikinci katta soldaki son odaya gidin. Patron sizi bekliyor. Hae won derin bir nefes aldı ve ilerleyip merdivenleri çıktı. Bu katın da cafe olarak kullanıldığını sanıyordu ama yanılmıştı. Burada uzun dar bir koridordan başka bir şey yoktu. Bu dar koridorda derin nefesler alarak ilerlemeye başladı. Ne olacağı ya da olabileceği konusunda en ufak bir tahmini yoktu. Koridorun sonuna geldiğinde soldaki kapıya yöneldi ve yavaşça tıklattı. İçeriden ses gelmeyince Hae won kapıyı tekrar ama bu sefer daha sesli tıklattı. Ardından kendine engel olmayarak kulağını kapıya dayadı. İçeriden ayak sesleri geliyordu ama biraz garipti. Çünkü sesler bir kapıya doğru geliyor bir uzaklaşıyordu. Ardından sesler keskin bir şekilde kapıya yöneldi ve kapı hızla açılınca Hae won öne doğru sendelemekten başka bir şey yapamadı. Hea won:Aman ne güzel! Daha işe alınmadan rezil oldum! -Bir şey mi dediniz? Üzgünüm beklettim. Lütfen.. Lütfen içeri girin. Hae won:Ah hiç bir şey efendim. Hae won kapıdan süzülerek içeri girdi. Oda oldukça dağınıktı. Dışarıya göre büyük tezatlık içindeydi. Ahşap masanın üzeri kağıt yığınlarıyla doluydu. -Ahh çok dağınık öyle değil mi? Bu sözün üzerine Hae won adamı incelemeye başladı. Çalışmak için fazla yaşlıydı. Fazla derken ciddi anlamda yani… Bembeyaz olan saçları başının ön ve orta kısmını çoktan terk etmiş ve açıkta bırakmıştı. ‘Kısaca kel işte’ diye düşündü Hae won. Ama garip olan bu adam yaşından farklı davranıyor gibiydi. Yani vaktini çoktan doldurmuş olan vücudu el verdiği şekilde enerjikti. Bir yandan masadaki kağıt yığınlarını topluyor bir yandan hızlıca konuşuyordu. -Hahhaha hemen toplarım ben şimdi bu-bu-bunları. O kadar hızlı ve garip konuşuyordu ki ona garip bir gözle bakmaktan kendini alamadı Hae won ve etrafa bakmaya başladı. Raflarda kitaplar vardı ama düzgün dizilmemişlerdi üstelik çok eski görünüyorlardı. Yaklaşıp içlerinden birini eline aldı. Yeni basımdı yani en fazla 2 yıllık filandı. Ama o kadar eski görünüyordu ki. -O kitapları çok fazla okudu yani be-ben okudum bu-bu-bu yüzden eski görünüyorlar. Eliyle masanın karşısındaki koltuğu gösterdi adam. -Geç otur hadi. Ne-ne-ne zamandır seni bekliyorduk. Hae won: Efendim? Anlamadım? -Yani yeni elemana ihtiyacımız vardı ço-ço-çok acil hahhaha. Hae won adama nazikçe gülümsedi. Dışarıdayken bu cafenin tek garip yanı ismi mi demişti? Şuanda tamamen farklı düşünüyordu. O esnada kapı izin istenmeden açıldı ve içeri bir adam girdi. ‘Aman Tanrım’ dedi içinden Hae won. 24-25 yaşlarında gösteren ve dar gri gömleğinin altından hemen farkedilen kasları ile görkemli bir giriş yapmıştı odaya bu kim olduğu bilinmeyen adam. -Ah Jack yine patronculuk mu oynuyorsun? Kendinden yaşça büyük olan biriyle bu şekilde konuşması hoşuna gitmemişti Hae won’un. Üstelik ‘Jack mi?’ diye düşündü. Bu yaşta bir adam için garip bir isimdi. -Sa-sa-sanırım yine yakalandım. Buyur yerine geç hyung. ‘Ah Tanrım hyung mu?! Burada neler oluyor böyle?!’ Yaşlı olan ama garip bir şekilde kendinden küçük birine hyung diye hitap eden adam oturduğu ahşap sandalyeden kalktı ve yerini az önce gelen kaslı ama terbiyesiz adama bıraktıktan sonra odadan çıktı. Hae won hala olanları anlamaya çalışıyordu. Şaşkın şaşkın bakan Hae won’u farkeden adam hemen konuşmaya başladı. -Ah üzgünüm. Jack böyle oyunlar oynamayı çok sever. Asıl patron benim ~ki patron diye hitap edilmesinden pek hoşlanmam. İsmim Han Ji Woo. Bana Ji Woo diyebilirsin. Hae won hala şaşkın şaşkın Ji Woo’ya bakıyordu. Sonra başını iki yana salladı ve kendine gelmeye çalıştı. Hae won:Ben… üzgünüm sadece biraz şaşırdım. -Neden? Hae won:Yani şey… Sonuçta o sizden oldukça büyük gözüküyor ve ona adıyla hitap etmeniz, onun size hyung demesi ve… ve oyunlar oynaması filan. Ji Woo kahkaha atmaya başlamıştı. Öyle güzel gülüyordu ki ne olduğunu anlamadan Hae won da gülümsemeye başlamıştı. -Haklısın. Haklısın. Oradan bakınca biraz garip duruyor. Bilirsin işte insanlar yaşlandıkça çocuklaşırmış derler ya hani. Beni kendinden yaşça büyük biriymiş gibi görüyor. Öyle işte. Ji Woo’nun yaptığı bu açıklama Hae won’a mantıksız gelmemişti. Zaten Ji Woo bunları öyle kendine güvenen ve samimi bir sesle söylemişti ki Hae won’un inanmaktan başka bir çaresi kalmamıştı. -Pekala o halde konumuza dönelim. Sanırım eleman ilanı için geldin. Hae won:Evet. Yanlış gelmedim değil mi? -Hayır hayır tabi ki. Bu düşünceye de nereden vardın? Hae won:Bilemiyorum. Ah her neyse çokta önemli değil. Hae won Ji Woo’ya bakmaktan çekiniyor gibi görünüyordu. ‘Bu kadar yakışıklıyken ona dik dik bakmak kolay değil’ diye geçirdi içinden. -Anlıyorum. İşe alındın. Ji Woo’nun bu sözü üzerine Hae won yeniden şaşırmıştı. Hae won:Nasıl yani? Mülakat filan yapmayacak mısınız? -Ah yapmalıyım öyle değil mi? ‘Tanrım bu adamın nesi var böyle?’ diye düşündü Hae won. Ji Woo sorular sormaya başlamıştı bile. -İsmin, yaşın ne bakalım? Hae won:İsmim Hae won. Park Hae won.21 Yaşındayım ve üniversite öğrencisiyim. -Ah ne bölümü okuyorsun? Hae won:Matematik. Bakın bu sene 3. Senem ve 2 yıldır çalıştığım yerden ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü… Durumunu tüm gerçekliğiyle anlattı Hae won. Aslında Ji Woo’nun bilmeye ihtiyacı yoktu. Onu işe her halükarda alacaktı zaten. -Deneyimin de olduğuna göre burada çalışmanda bir mahzur görmüyorum Hae won. Ji Woo oturduğu ahşap sandalyeden kalktı ve elini Hae won’a uzattı. -Aramıza hoş geldin. Ji Woo öyle sıcak gülümsüyordu ki Hae won’un içini hoş bir duygu kaplamıştı. O da ayağa kalktı ve Ji Woo’nun uzattığı elini sıktı. Hae won:Teşekkürler patron. -Patrondan hoşlanmadığımı söylemiştim. Hae won:Teşekkürler Ji Woo. Şimdi ikisi de birbirlerine gülümsüyordu. Ji Woo Hae won’un elinden kendi elini yavaşça çekerken sordu. -Nezaman başlayabilirsin? Hae won:Şimdi okula gitmem gerek. Ders saatlerimi öğrenmeliyim. Ve ona göre yarın başlayabilirim. Umarım size de uygundur. -Elbette uygun. O halde yarın görüşürüz. Hae won:Görüşürüz. Tekrar teşekkürler. Sizi pişman etmeyeceğime emin olabilirsiniz. -Buna zaten eminim Hae won. Kendisine gülümseyen Ji Woo’ya bir kez daha gülümsedikten sonra odadan çıkmak için arkasını döndü ve kapıya ilerledi. -GEÇMİŞ! Hae won duyduğu sesle hızla arkasına döndü ve masada kalmış birkaç kağıt parçasını kaldırmakla meşgul olan Ji Woo’ya baktı. Ji Woo kafasını kaldırdı ve kapıda ona dönük bir şekilde dikilen Hae won’a baktı. -Bir şey mi unuttun Hae won? Hae won:Hayır… Hayır ben… sadece… Bir şey dediniz gibi geldi. -Hayır bir şey demedim yanlış duymuş olmalısın. Ji Woo yine güven veren gülümsemesiyle bakıyordu Hae Won’a. Hae won:Haklısınız. Ya-yanlış duymuş olmalıyım. Ben… gidiyim artık. Gitmek için yeniden arkasına döndü Hae won. Ve dışarı çıkıp kapıyı kapattığı anda yine aynı şeyi duydu. -GEÇMİŞ! ‘LANET OLSUN!!’ 
1. Bölüm sONU

Ş£ÇİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin