Ferdi -2

104 0 0
                                    

Sabahın köründe okul illeti için kalkıp burnumu çeke çeke üstümü giyinirken içerden babamın kapadığı kapının sesi geldi. Hergün aynı saatte aynı sesle o kapı kapanır ve ben bir güne daha günaydın derim.

Odamdan çıktığımda kardeşim ve annem uyuduğundan Ferdi'yle ilgilenmek yine bana kalmıştı. Zaten mıncıklamaya gelince herkesin kedisi önüne iki tas yemek koyup dışardan eve her gelişinde silip temizlemeye gelince. Hayvan bakmak büyük sorumluluk eğer onu eve aldıysam her türlü ihtiyacını gidermek de zorundaymışım.

Okula geç kalmamak için bir koşu kendimi sokağa attığımda telefonumu ancak elime almıştım ki o önümden geçen benim otobüsümdü.

Hayır ya! Yarım gün devamsızlık daha... Krizi fırsata çevirmek için Gökhan'a mesaj atayım bari de karşılıklı güzel bir kahvaltı edelim. Gökhan'la geçen sene tanışmıştık. İlk başta sohbet etmeye bile değmeyecek burnu kalkık biri olduğunu düşündüğümden sadece arkadaş ortamlarında bir araya geldiğimizde görüşüyorduk. Samimiyet şöyle dursun selam vermeye tenezzül etmezdi.

Birgün yine arkadaşlar toplanmaya karar vermiştik. Buluşacağımız yere gittiğimde biraz erken gittiğimi yeni farkediyordum. Masalardan birinde onu oturuyorken gördüğümde karşısına oturup selam verdim. Telefondan kafasını zorla kaldırıp uzunca bana baktı. İnanın o an ne düşündüğünü şimdi bile anlayamıyorum. 'Selam' dedi ukalaca! Aynı mekanlara girip çıkıyoruz hatta bütün okul ortak arkadaşımız o zaman sorsanız adımı bilmez.

Bir anda telefonu çaldı. Telefonu kulağına götürüşünde bile bin ego bulabilirdiniz ki birden yüzündeki ifade yerini endişe ve derin bir korkuya bıraktı. Ben ondan daha çok korkmuştum tabii, dünyanın sonunun geldiğiyle ilgili bin düşünce dönüyor kafamda.

"Ne oldu? Kötü bir haber mi?" dediğimde sakince ayağa kalktı ve ne dediğini düşünmeden "Dedem vefat etmiş." dedi.

O gün ve acısı hafifleyene kadar hergün görüştüm onunla. Meğer hayatta en değer verdiği kişi dedesiymiş. Her geçen gün gözümdeki ego yığını daha bir insana döndü ve aramızda sevgililik derecesinde bir ilişki başladı. Bana aşık olmadığını biliyorum bende ona aşık değilim çünkü. Beraberken hiç bir acının bizi yıkamayacağını düşünürmüş. Yani öyle söyler.

Yanına vardığımda giden yarım günün acısını çıkarmak için en az iki saat oturup boş boş sohbet ettik. Bana bestelediği yeni şarkıdan söz ederken yan tarafımızdan geçen sarışın kız şaşkınlıkla önümde durdu. " Aa! Gökhan, inanmıyorum tesadüfe bak. Ne zamandır uğramıyorsun, hala bitmedimi işin?" derken kaçamak bakışlarını üzerimde yakaladım. Bu kız kimdi ve neyden söz ediyordu?

Gökhan'la beraberken karşılaştımız arkadaşlarına alışmıştım. Zaten bir grubun vokalliğini yaptığından epey çevresi genişti. Güzel çirkin her türlü kızın üstesinden gelmiştim. Kıskanç biri olmadığımdan Gökhan da rahat davranırdı ama bu kez yüzü gergin bir hal almıştı. Uzun zamandır ilk defa bu sıfata büründüğünden biraz sonra ne yapacağını önceden kestiremediğim için pür dikkat dinlemeye devam ettim.

" Seni kız arkadaşımla tanıştırayım. Özge..." Elini bana uzattıgında gözleri ürkmeme sebep olmuştu. Sorun sadece bakışlarındaki hinlik değil göz bebeğinin dikine ince bir çizgi olmasıydı. Eline uzanıp sıktım. "Ben de Tuğçe." Şaşkınlıkla kafamı sallarken duruma endişeyle Gökhan el attı.

"Özge, ders bitmek üzere istersen bir sonrakine yetiş." İstemsizce gözüm saatime kaydı. Kalkmam gerektiğini inceden anlatmıştı. Dediğini yaptım ve her ikisine de nazikçe hoşça kalın derken merak duygumu bastırmam gerektiğini içimden tekrarlıyordum.

Sonuçta meraklı yanım kazanarak bütün bu olanların ne olduğunu anlama dürtüm orada kalıp bir köşede sakince onları izlememe yol açtı. Lanet olsun ki hiç birşey duyulmuyordu ki yine lanet olsun ki burada çok dikkat çekiyordum. Aralarındaki arkadaşlığın çok da samimi olmadığına karar verdiğim anda gitmenin doğru olacağı düşündüm. Geriye doğru attığım bir adımdan sonra kızın bana baktığını fark ettim. İlginç bir şekilde orada onları gözetlememe aldırmamıştı. Kalmak gereksizdi.

Okula girdiğimde ilk işim kantine girmek oldu. Tenefüse yeni girilmişti ve bütün okul kıtlıktan çıkmış gibi davranıyordu. Bakalım bizim ikiz açlar neredeler? Tabii nerede olacaklar çoktan tıkınmaya başlamışlar bile.

"Selam. Hocalar beni sordu mu?" lokması hala ağzındayken Büşra bana gülümseyerek döndü "Kimsenin umrunda değilsin." dedi. Benim de tam olarak istediğim buydu zaten.

Kardeşinin söylediklerine salak  bakışı atan Esra gülümseyerek soruma düzgün bir cevap verdi.

"Yarın sınav var diye matematikçi birşey anlatmadı zaten."

"Anlatsaydı çenesinden düşmezdim. " Disiplin hastası kel.

Yukarıya sınıfa çıktığımda kalorifer gülü Songül'ün yanına gittim. "Bi götlük yer aç. Çok hastayım ya. Dışarsı çok soğuk gelene kadar sümüğüm dondu." Songül kenarı çekildiğinde eski ama sağlam kaloriferlerin üstüne oturdum. Yirmi yıllık kalorifer be, kimler kimler abanmıştır üzerine.

Okul bittiğinde hiç oyalanmadan kendimi eve attım. Hastayım ölüyorum diyorum çorba kaynatanım yok. Üstelik matematik sınavım var!

Birkaç kitapla bitap bir halde çalışma masasının önüne kendimi bıraktığımda içerden Ferdi'nin benimle ilgilen diyen miyavlaması gelmeye başladı. Ben ne zaman sussam o konuşmaya başlardı. Yanına gidip kafasını öptüm. İçinden gelen hırıltılarla bacaklarıma dolanmasına bayılırım. Tabiki bu eşek kafalının beni rahat bırakmaya niyeti yoktu.

Saatler sonra hala sınava çalışıyorken kitapların üstüne yatıp saniyede bir kuyruğunu suratıma çarpıyordu ve ben ondan arta kalan yerlerden bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. Suratıma gözlerini kısıp bakarken bir karın ağrısı olduğu belliydi. Şu kedilerin psikokojisini anlamış değilim. Dillerini çözmekte bu kadar zorlanmadım ya!

"Karnı mı aç benim tosunmun? Ah kuzum benim! Kalk! Kalk da azcık hareket et futbol topuna döndün iyice!"

"Miyav"

Yerimden kalktım ve saatler sonra odamdan çıktım. Kısaca hayata dönmüştüm ama ev hayatta değildi! Annem sakince mutfakta yemek hazırlıyordu. Babam borsadan hiç birşey anlamamasına rağmen anlıyormuş gibi yapıp televizyon izliyordu.

"Annem! Kolay gelsin. Salata bende." Elimi buzdolabına atmıştım ki kapı çaldı. Babamın doğal afet yaşanmadıkça yerinden kalkmayacağı aşikârdı. Hızla kapıyı açmaya gittim. Otomatiğe bastıktan sonra yukarıya doğru patırtılar çıkartarak Selçuk çıkıyordu. Koşarak yukarıya çıkacak enerjisi olmayacak teyzeler bazen kapıdan kafalarını çıkarır apartman kurallarına dair kendi uydurdukları saçmalıkları hatırlatırdı. Selçuk da her zamann onlara dil çıkarır ve daha gürültülü bir şekilde yukarıya uçardı. Gençlik enerjisi! Nasılsa bir gün pili bitik moruklardan biri olacağız.

Sofraya oturduğumuzda Selçuk tabağındaki mantarı ve biberi ayıklamakla uğraşıyordu. Bir kulağım haberlerde meclisteki kavgaları dinlerken bir yandan da annemle babamın ne konuştuğunu anlamaya çalışıyordum.

"Anneme bırakmak istemiyorum. İki gün için bende seninle gelirim, sonra hemen dönerim." dedi annem. Babam başıyla onayladı.

" Hafta sonu çıkarız yola."

" Anlamadım? Bir yere mi gidiliyor?" dedim yemeğe bir ara vererek. Şu sıralar fazla diyalog kuramıyorduk. Yaş ilerledikçe etrafıma ördüğüm duvara bir tuğla daha ekliyordum.

"Baban bir iki aylığına Manisa'ya gidiyor."

"Nasıl yapacak tek başına? Başka biri mi yok? Baba, aylarca seni göremeyecek miyim?" Babam stres halindeyken suratını nasıl asıyorsa şimdi de öyleydi.

"Mahmut işlerin başında bizzat benim olmamı istedi. Karşılığını da yüklü bir parayla alacağım. Kabul etmekten başka çarem yok." Benimde itiraz edecek halim yoktu zaten.

"Seni özleyeceğim."

"Bende seni özleyeceğim kızım." Yanağıma ıslak öpücüğünü bıraktıktan sonra masadan kalktı.

FERDİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin