Birinci Kısım

145 8 0
                                    

Yazar Notu:

Bu hikayede görebileceğiniz tüm hatalar için beni affedin. Bunu bir acemi olarak yazdım. Umarım hoşlanırsınız :)

  Hangisini daha çok seversin?

  Parlak, berrak bir gökyüzü mü; yoksa karanlık, kasvetli bir gökyüzü mü?

 Tabii ki de parlak, berrak bir gökyüzünü tercih ederdiniz. Herkes ışık huzmelerinin ebediyete uzandığı, içinde bir şey olmayan bir kutu gibi boş bir gökyüzünden hoşlanır.

 Ama eğer benim tercihimi sorarsanız, ben diğerini seçerdim. İlginç, değil mi? Kasvetli gökyüzünü seviyorum çünkü bana sakinliği, soğukluğu ve hayatta tecrübe ettiğim ıssızlığı hatırlatıyor. Bu, adı Winter (kış) olan yapayalnız biri için mükemmel bir gökyüzü. Benim için mükemmel bir gökyüzü.

. . .

 Sabah ışıkları perdenin arasından süzülüp yüzümü ısıtmaya başladığında gözkapaklarımı açtım. Oturur vaziyete gelerek bütün vücumu esnetip bugün yapmam gereken şeyleri düşündüm. Bu evde yaşayan tek diğer insan yirmi dört yaşındaki ablam olduğu sürece çok çalışmak zorundayım. Amber eve bir temizlikçi gelmesinden hoşlanmıyor; onlara para harcamak da istemiyor. Nasıl hissettiğini anlayabiliyorum; yiyecek, içecek ve kıyafette bu aileyi idare edebilmek için yalnız çalışmak. Bu sebeple, ona yardım edebilmek için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.

 Merdivenlerden aşağı indim ve bize bir kahvaltı hazırlamaya başladım. Ayak seslerinin gelmesiyle arkamı dönüp Amber'i alnını sıvazlarken buldum. Bu gıcık hareketi yapmasına rağmen inkar edilemez bir güzelliği vardı. Tamamen Fotoğraflardaki annemiz gibi görünüyordu.

 Homurdanarak "Winter, ses çıkarma. Çok rahatsız edici." diye söylendi.

"Özür dilerim, Amber."

 Neden bugün böyle üzgündü? Erkek arkadaşından ayrılmış olabilir miydi? Ya da iş yerinde mi bir şeyler oluyordu?

 Sessiz bir şekilde, "Kahvaltı için bir şeyler pişirmemi ister misin?" diye sordum.

  Bir iç çekti. "Konuşmayı kes!" Lanet ederek arkasını döndü. "Ah, başım beni öldürüyor. Neden dün gece bu kadar bira içtim ki?"

 Zorla gülümsedim. Amber, bağımsız ve güçlü bir insandı. Ona baktım. Nadiren evde kalıyordu çünkü daima ikimizin de ihtiyaçlarını giderebilecek bir maaşı olan bir iş arıyordu. Neyse ki yerel bir restoran onu garson olarak kabul etti; bundan dolayı, ev işlerini üstlenen sadece benim. Sanırım bu doğduğumda yaptığım şeylerin bir çeşit ödemesi.

 Keşke bu dünyada olmasaydım. Belki, Amber daha mutlu ve özgür olabilirdi ve belki ailemiz tamamlanabilirdi. Annem, ben doğarken öldü. Amber o zamanlar sadece sekiz yaşındaydı. Bu yüzden, benim yaşamam için annemin öldüğüne inanıyor. Ve, bunun için beni hiç affetmedi. Henüz o on üç yaşındayken, babam başka bir kadın için bizi terk etti.

 O zamanlar hiç bir şey anlayamamıştım; tek düşündüğüm babamın bir yere gittiği ve yakında tekrar eve geleceğiydi.

  Ama o bizim varlığımızı yok saydı.

  Amber benden nefret ediyor. Bunu hissedebiliyorum. Bu sanki bir arının derime iğne batırması gibi, çok acıtıyor. Benden tiksinmesini de önemsemiyorum. Onun olan her tecrübelendiği acıyı hissediyorum. Canlı kalabilmenin tek yolu bu olduğundan dolayı gülümsemeye çalışıyorum. İkimiz için de güçlü kalmak zorundayım.

  Okuldaki insanlar benden hoşlanmazlar. Sebebinin ne olduğunu bilmiyorum. Tek bildiğim, benden sanki ben viral bir hastalığın virüslerini taşıyormuşum gibi uzak durmaya çalıştıkları. Tabii, bana yakın olma cesaretini gösterenler de var; ve beni daima zorluyorlar, arkamdan konuşuyorlar ve sanki üzerimde hiçbir şey yokmuş gibi bana bakıp gülüyorlar. Hatta solgun cildim, uzun siyah saçlarım ve kanlanmış gözlerim yüzünden bana 'hayalet'' diye sesleniyorlar. Kimse onlarla olmamı istemez. Kim etrafında gezinen bir 'hayalet' ister ki?

 Ama ben hiçbir şey hissetmiyorum. Bu insanlar için hiç sinir, acıma veya nefret hissetmedim. Belki bu kalbimin etrafına inşa ettiğim beni acı ve kederden koruyan duvarlar yüzündendir. Şu anda karda kaybolmuş bir insan gibiyim.

  Yalnız olmaya çoktan alıştım ben.

* * *

  Öğle arasında yaptığım tek şey yukarı çıkıp okulun çatısının üzerinde saatlerce oturup, ferah rüzgârda benliğimi oluşturmaya çalışmak. Sadece bir-iki insan bu noktaya tırmanıyor -sadece biraz ilhama ihtiyacı olanlar, kişisel sıkıntıları olup yalnız kalmayı isteyenler ve kafası daima bulutlu olanlar. Bu benim için cennetten kopmuş bir parça olan bu çatıyı bulduğum için minnettarım.

  Yukarı, parlak, berrak gökyüzüne baktım ve insanların neden büyle bir gökyüzünden hoşlandıklarını düşünmeye başladım.

 Kenarda ,beni rahatsız eden, bir baş parmak vardı. Ayağa kalktım, etrafımda döndüğümde nefesimi tuttum. Muhtemelen büyük, gülümsemesi gözlerine -bu gözler gökyüzünün rengiydi- kadar uzanan bir erkek gördüm. Ama bu şaşırmamın nedeni değildi. Nedeni saçıydı. Güneş vurduğunda bu sarının güzel tonu alışılmışın dışında bir şekilde parlıyordu. Sanki elmaslardan yapılma bir taç giymiş gibiydi.

 "Vaov. Bu sarı."

 Suratıma meraklı bir şekilde bön bön bakmaya başladı.

 Ellerim otomatik olarak ağzıma gitti. Ah hayır, neden bunu söyledim ki şimdi?

 "Ah, saçımı mı kasdediyorsun?" Başını hafifçe sarstı. "İnsanlar saçımın sentetik göründüğünü söylüyorlar, ama aslında doğallar, bilirsin ya."

 Kekeleyerek "Be-ben sahte gibi göründüklerini söylemek istememiştim. Sa-sadece 'sarı' dedim çü- çünkü bir anda güneşi tam gözlemin önünde gördüğümü sandım."

 Sırıttı. Midemin köpürdüğünü hissettim. "İnsanların dediğine göre kişiliğim aynı güneşe benziyor. Saçımın da bununla uyum sağladığını söyleyebiliriz sanırım, değil mi?"

 İki defa düşünmeden kafa salladım.

 Birisi onu çağırdı. Büyüklerden oluşan bir grup kapıdan bizi gözetliyorlardı, bu yüzden hemen arkamı dönüp elimi kırmızı yüzüme siper ettim. Oradan uzaklaşırken bana seslendi ve sordu; "Hey, adın ne?"

 Ona baktım. Alnımdan ter boşanıyordu. İlk defa onun gibi garip bir insanla tanışıyordum. "Benim... Benim adım, Winter Evans."

 "Ben Light Anderson. Tanıştığımıza memnun oldum." El sallayarak oradan uzaklaştı. "Sonra görüşürüz Winter!"

 Gülümsemesi de tıpkı adı gibiydi. Light (Işık). Tamamen gerçek. Oldukça pozitif. Çok mutlu. Sadece bir an, bunun gibi bir gülümseme yapabilip yapamayacağımı merak ettim.

* * *

 Sonunda bu uzun ve yorucu günden sonra eve geldim.

 Kapıyı çarparak kapatıp başımı kapıya yasladım. Çatıdaki tesadüfen karşılaşmayı düşünmeden edemiyordum. Çok garipti ama aynı zamanda onun gibi birisiyle hiç beklenmedik bir anda tanışmak da çok hoştu.

 O, okuldaki büyüklerin tayfasından bür öğrenciydi. Acaba onunla tekrar görüşme şansım olabilir miydi?

 Umarım.

 Sadece onunla tekrardan karşılaşmak istiyorum.

____________________________

-Fatmanur

Kış AkşamlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin