2 | matem dolu günler

100 20 7
                                    

İnsan bedeni ve ruhu -bence- acı çekmeye odaklı olarak evrene koyulmuş. Çünkü biz, acıları kovalıyor, yakalıyor ve sonra da şikayet ediyorduk.

Benim olayım da buydu. Belliydi ki matem benden uzaklaşmak istiyordu, ben ise ona daha çok yaklaşıyordum. Kendime sürekli bunu hatırlatıyor, bazen geceleri ağlıyor ve hâlâ yas tutmaya devam ediyordum.

Beyazın ağırlıklı olduğu, ferah ve büyük olan odamda gelen yeni projeleri incelerken de bunu düşünüyordum. Neden acıya bu kadar tutkun olduğumu. Evet, sevgilimden bana kalan son şeydi bu, evet onun anılarını yaşamama izin veriyordu ancak eskilere bağımlı kalmak bana zarar vermiyor muydu? Gördüğüm her bedende ondan bir iz bulmak beni derinden sarsmıyor muydu?

En büyük zararı kendime ben vermiyor muydum?

Düşünce denizinde boğulmaktan sıkılıp elimdeki kurşun kalemi masaya fırlatmış ve şakaklarımı ovalayarak deri koltuğuma atmıştım kendimi. Dört yıldır düşünmekten o kadar sıkılmıştım ki, bünyem kendi kendine migren çıkarmıştı adeta. Kim bilir, belki de bu, beynimin düşünceleri kaldıramıyorum deme şekliydi. Sanırım 'vücudumuz bize bir sürü mesaj veriyor' içerikli şeylere bir göz atma vaktim gelmişti.

Baş ağrısı sebebiyle koltukta ruhsuz bir şekilde oturup şakaklarımı ovalarken çalan kapı sancımı daha da çok arttırmıştı. Sitem dolu bir inleme çıkarıp, kapıda bekleyen kişiye gir komutunu vermiştim. Büyük bir ihtimalle sekreterlerimden birisi gelmiş ve bana yeni iş birliklerinden parçalar getirmişti.

"Bay Min," demişti odaya giren uzun boylu kız. "Kabul ettiğiniz stajyer geldi."

"Stajyer mi," demiştim alnımı kırıştırarak. Şu an kimseyi çekecek durumda değildim. "Öyle birisi mi gelecekti?"

"Ah, evet. Birkaç gün önce şirketimize başvurmuştu ve siz de onu kabul etmiştiniz."

"Adı neydi?"

"Park Jimin."

Ah, hatırlamıştım. E-postama beş sayfa süren bir niyet mektubu yollamıştı. Ben de çabasını takdir etmiş ve onu kabul etmiştim. Girişimci kişiliğe sahip olan insanları seviyordum, ben de zamanında büyük şirketlere niyet mektupları yollamış ve şu an bulunduğum konuma gelmiştim.

"Pekâlâ," demiştim derin bir nefes alıp ayağa kalkarak. "Gelsin."

Şakaklarımı son kez ovup dağılmış takım elbisemi düzeltmiştim. O sırada da, Park Jimin odaya girmişti.

Boylarımız neredeyse aynıydı, çocuğun yüzünde çekingen bir ifade vardı ve bana bakamıyordu. Ellerini önünde birleştirmişti ve sırtında bir çanta vardı. Şehrin ayazından kurtulabilmek için üstüne kalın bir kaban giymiş ve atkı ve şapka takmıştı. Saçları hâlâ daha yağan yağmurun etkisiyle olacak olmalı ki biraz ıslak, ayakkabıları da hafif çamurluydu.

Tipik bir üniversite öğrencisi, diye düşünmüştüm çocuğu izlerken. Şapkasını çıkararak dışarı taşan ıslak tutamlarını elleriyle dağıtmış, kuru olan kısımlarıyla karışmasını sağlamıştı. Saçları kuzguni bir siyahtı ve bir bayrak gibi dalgalanıyordu. Bir an için saçlarını okşamak istemiştim, sonra da içimde bir vicdan azabı dağılmıştı sessizce.

"Bay Min, beni kabul ettiğiniz için teşekkürler," demişti hafiften ince olan sesiyle. "Bir hocam bana niyet mektubunu anlatmıştı ve ben de, itiraf etmeliyim ki, deneme amaçlı size atmıştım. Kabul edileceğimi düşünmüyordum."

İtirafından sonra utançla yanakları kızarmıştı ve sanki mümkünmüş gibi başını daha da çok gömmüştü. Konuşurken nefes nefese kalmıştı, mektubunda anlattıklarına kıyasla özgüvensiz gibi gözüküyordu doğrusu. Oysa ki okurken kendinden emin bir çocuk canlanmıştı gözlerimin önünde.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 03, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

aware | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin