1 | sensiz olduğum her saniye için bir çizik attım duvara

238 24 3
                                    

Bazen, bir an gelir ve dersiniz ki; ah, hayatım bitti. Artık yaşayamam. Ama anlarsınız ki, hayat tüm kötülüklere rağmen bir şekilde devam etmekte. İnsanların yetenekleri bu düzene aykırı olmaya yetmiyor.

Bazı acılar vardır mesela, evlat acısı gibi. Kimse yaşamasın denir, kimse tatmasın. Kimse çocuğunun ölü bedenini görmek gibi bir şeye tabi tutulmasın.

Aslında, ölümü kimse yaşamasın denmemeli midir? Elbette ki hiçbir acı kendi canın, kanın olan birini, evladını, ölü görmekle eş değer değildir ancak...

Ölüm başlı başına olmaması gereken bir şey değil midir?

Dört yıl önceye kadar ölüm kavramını tam olarak kavramış birisi değildim. Köpeğim ölmüştü mesela ya da kapı komşumuz. Ama daha fazlası yoktu. Kendi canımı kaybetmek ne demek, bilemezdim.

Rivayete göre her insanın bir ruh eşi vardır. Bu ruh eşimiz bizi tamamlar, onarır. Onu kaybettiğimizde ise, yolumuzu yordamımızı kaybeder ve bir boşluğun içinde savrulur gideriz.

Ben bu boşluğa tam olarak dört yıl önce düştüm. Kendi canını kaybetmek gibi ağır bir acıya maruz kalmamış olan şahsım, sadece bir gecede bu acıyı iliklerime kadar yaşamıştı. Ruhum olduğu yerden çekilip beni acımla baş başa bırakmıştı. Kelimeler okunmaz hale gelmiş, sesler kulaklarımı tıkamıştı.

Bir gece evimde uyku ile uyanıklık arasında televizyonu izlerken aldığım haberle uyku kavramına elveda demek zorunda kalmıştım. Mezarlardan korkan ben, mezarlara meftun olmuştum.

'Hayatta morga giremem', diyen ben, saatler boyunca bir morg kapısında ağlamış ve kriz geçirmiştim.

Her gün mezara gidip, toprağa giren sen, ölen ben, diye ağlamıştım. Çevrede beni görenler yardımıma yetişmeye çalışmıştı. Ancak hiçbiri başarılı değildi. Kimse bir ölüyü diriltemezdi.

Sokaklardan, anılarımızla dolu olan sokaklardan, ağlayarak yürümüş ve bana neyin var diye soran insanlara, sevgilim öldü, demiş ve onlarla ağlamıştım.

Bir gün annem tarafından banyoda jiletle yakalandığımda, ailem olaya el atma zamanları geldiğini anlamıştı. O güne kadar beni matemimle yalnız bıraksalar da, ölme potansiyelimi kabul edememişlerdi.

O günden sonra terapilere başlamış, acıyı nasıl atarız, gibi temeller üzerine kurulmuş sohbetlerin başrol oyuncusu olmuştum. Hayatım ondan sonra kestik, lafı ile devam etmişti sadece.

Psikoloğum bana bir şeylerle uğraşmamı, ölü sevgilimi aklıma almamamı söylemişti. Ben de onu unutabilmek için, mezun olduğumdan beri yapmadığım işimi yapmaya başlamıştım; mimarlık.

Okurken burun kıvırdığım, hatta çalışmayı reddettiğim işime dört elle sarılmış ve bugün olduğum konuma gelmiştim. Şu an ülkenin en iyi mimarlarından biriydim ve evet, kötü şeyler iyi sonuçlar doğurabiliyordu bazen.

Ancak her ne olursa olsun sevgilimden ayrılmayı, ondan tamamen kopmayı kendime yediremiyordum. Herkes bana, o seni böyle görmeyi istemezdi, dese de ben acısını diri tutmak için elimden geleni yapıyordum. Bu yüzden de çözümü onsuz olduğum her an için duvara bir çizik atmak olarak bulmuştum. İşe yarıyordu, ofisimde, evimde her yerde yüz binlerce çizik vardı. Bazıları silik çiziklerdi, bazıları ise duvarda bir göçük oluşturacak kadar baskın. Aynı ben gibiydi, bazı duygularım silik bazıları da baskındı. Mutluluk silikti mesela, para bile bunu geçiremiyordu, hüzün ise baskındı.

Bazen kendimle baş başa kalıyor ve düşünüyordum, neden hâlâ bu kadar hüzünlüyüm? Neden geçmiyor bu acı?

Sonra bir ses tamamlıyordu beni; çünkü bu acı ondan miras kalan tek şey.

Öyleydi de. Kokusu gideli yıllar oluyordu, sesi gideli aylar. Sesini ilk hatırlayamadığımda yorganı kulaklarıma kadar çekip hüngür hüngür ağlamıştım. Videoları izlediğim halde geceleri hatırlayamıyordum. O an anlamıştım ki, o ruhunu benden kurtarmaya çalışıyordu. İzin verdim.

Bir daha hiçbir fotoğrafına bakmadım, videolarını izlemedim. Ancak yine de duvara çizik atmaya devam ettim.

Ben, Min Yoongi, sene 2018 ve çoğu kişiye göre bir mucizeydim, iki yılda saygın biri olmuştum.

Ancak bence Min Yoongi bir ucubeden fazlası değildi. İnsanların bilmediği bir kimliğe sahipti, güneşini kaybetmişti ve yıkık dökük bir adamdı. Bileklerinde intihar izleri, ruhunda morgun soğukluğu vardı. Gözlerinin beyazlıklarında sevdiğinin mezar taşını taşıyan bir adamdı.

Min Yoongi ölüydü ve kimse onu diriltmeye çalışmadı.

Min Yoongi de çareyi duvara çizikler atmakta buldu.

İşte hikayemin başlangıcı bu.

••

Dün akşam yüreğimden çıkarttım anıları
Yaşadım bir yangın gibi içimde acıları

Ben benden geçtim ama bir senden vazgeçemem
Dokunulmazımsın benim yüreğime hükmedemem

Güneşimi kaybettim, gözlerini görmem gerek
Yaşamaya dönmem için hasretini silmem gerek

aware | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin