Her gün önünden geçerken, müşterilerinin iştahla yemek yemesini izlediği balık lokantasında bir yemek ısmarlayacaktı kendine bu akşam. denizin kıyısında olduğu halde yılardır yiyemediği o leziz görünen ve kokusuyla aklını başından alan o balıklardan yiyecekti nihayet. bu yüzden saat geçmiyordu her günün aksine, sanki zaman dahi ona karşıydı, istemiyordu hayatında bir kez olsun istediği birşeyi yapmasını.
fakat sonunda zamana galip gelmişti; artık iş bitmişti ve hayalini gerçekleştirmesi için önünde engel olan sadece uzun bir yol vardı yürümesi gereken. yolda hayalini kurarak yürüdü enfes balıkların ve balıkçının sokağına döneceği sırada dalgınlıkla hızla gelen otomobili farketmeyip önüne çıkmış ve korna sesinin kendinde yarattığı şok etkisiyle bir iki saniye donup kalsa da, kendini son anda yol kenarına atmayı başarabilmişti.
köşeyi döndü, yolun karşısına geçti, balıkçının kapısına doğru ilerlerken üst başına çeki düzen vermek istedi ama düzeltilebilecek bişey göremedi ve kapıyı yavaşça itip içeri girdi. biraz ileride tek bir masa boştu ve o masaya doğru ilerlemeye başladı. herkesin gözü onun üzerindeydi. kimi iğrenerek kimi ise acıyarak bakıyordu ona. aldırış etmiyor gibi yaptı ve gidip oturdu.
bir kaç dakika sonra masaya bir garson geldi ve önüne bir menü bıraktı, ' yemişken en güzelini yiyeyim, bir daha hiç yiyemem belki. ' diye düşündü ve menüye bakmaya başladı fakat hangisi en lezzetlisi bilmediği için garsonun gelmesini bekledi ve onun fikrini aldı.
adamın çulsuz görüntüsünden dolayı ona menüdeki en ucuz yemeği önerdi ve onay da aldıktan sonra mutfağa doğru yol aldı. artık dünyanın en leziz yemeğini yemeye çok a kalmıştı. belki başkalarına göre öyle değildi ama hayatında ekmek arasından başka sadece arada sırada hale gelen pilavcıdan yediği dışında başka bi lezzet yoktu ki...