Selanik, 1912
Selanik sokakları henüz aydınlanmaya başlarken bir adamın ıslığı güneşe iştirak ederek bozuyordu karanlığın sükunetini. Saat sabahın beşiydi. Tatlı tatlı esen rüzgar yüzünü yalıyor, o çok sevdiği şiirlerin öznesi gibi hissettiriyordu. Günün en sevdiği saati olmasının nedeni belki kendine özel oluşundaydı. Neredeyse bütün şehrin uyuduğu sıralarda pek az sayıda insan yatağından çıkıp huzur bulabilirdi. O, bu azınlıkta bulunmaktan büyük keyif alıyordu. Niçin bilinmez, sevilecek bir şey bulduğunda kimselere duyurmaz, bencilce bir aidiyet hissi ile dolardı kalbi.
Selanik'te Andreas Akis mahlasıyla tanınan gizemli şair beyden başkası değildi bu adam. Selanikliler için efsaneye dönüşen Halit İkbal'e meydan okuma cesaretini gösteren tek insandı. Uzun boylu, yakışıklı, nazik bir beyefendiydi. Bu yüzden Selanik'in genç kızları başta olmak üzere pek çok hayranı vardı. Bir yanda Türk milliyetçisi Halit İkbal, bir yanda Yunan yönetimini destekleyen Andreas Akis vardı. Bu iki şair Rum ve Türk halkları arasında aylardır süren büyük bir çekişmenin de mimarı olmuştu.
Sonunda Halit İkbal bir pusulayla buluşmak istediğini iletmişti kendisine. Salı günü, gün doğmadan, limanda diye de belirtmişti. Her ne kadar rahat adımlarla limana yürüyorsa bile inkar edemediği bir merak vardı içinde. Halit İkbal yazdıklarında gösterdiği gibi korkusuz bir adam mıydı? Kara yağız bir delikanlı mıydı? Aklındaki sorular yüzünden neredeyse koşacak oldu. Kavgaları, çekişmeleri bir yana sanki ezelden beri tanıyordu bu Halit İkbal'i. Yalnızca bir kalıba sokamıyordu bu gizemli düşmanı.
Nihayet limana ulaştığında etrafta kimseyi görememişti. Sabahın köründe beklediği manzara da buydu doğrusu. Biraz ileride bankta oturan bir siluet gördü. Yaklaştıkça bu siluet biçim kazanıyordu. Karşısında boylu poslu bir adam değil, ufak tefek bir genç kız vardı.
Eşarbından firar eden altın sarısı saçlarını beceriksizce eski yerine göndermeye çalışırken kendisini fark etmişti. Mavi gözleri şaşkınlıkla açılıp, dudakları aralandı önce. Suratına ciddi bir ifade yerleştirip saçları ve eşarbı ile olan kavgasına bir son verdi. Aynı ciddi ifade ile ayağa kalktı.
"Hoşgeldiniz."
Genç adam kızı baştan aşağı süzdükten sonra "Halit İkbal gelmeyecek miydi buluşmaya?" diye sordu. Saklanamaz bir hayal kırıklığı vardı bakışlarında.
Kızın suratında inci dişlerini ortaya seren kocaman bir gülümseme belirdi.
"Halit İkbal yok."
Genç adam aldığı haber ile gözlerini devirdi.
"Ne demek Halit İkbal yok? Sabahın köründe beni buraya çağırıyor, kendisi tenezzül edip gelmiyor mu?"
"Gitmekte özgürsünüz." dedi genç kız samimiyetten uzak bir şekilde. "Ya da oturup söyleyeceklerimi dinlemekte."
Harika! Halit İkbal gelmeye tenezzül etmediği gibi bir de sinir bozucu bir kız göndermişti yerine. Bıkkın bir nefes verip gözlerini Ege'nin sakin sularına çevirdi. Dalgalar belirli aralıklarla kıyıya vuruyor, gün yağıyordu denizin üstüne.
Genç kız "Benim adım Hilal." diye kendisini tanıttığında aman ne lazım diye düşünmeden edememişti.
"Son yazınızdan dolayı konuşmak istiyorum bay..."
"Andreas derseniz kafi." dedi aksi bir tavırla.
Hilal'in mavi gözlerinin üzerinde gezindiğini hissediyordu. Kendisi ise hala denizi seyrediyordu çocuksu bir küskünlükle. Kendine itiraf edemese bile Halit İkbal ile tanışmak için hevesliydi. Şimdi bu adam tarafından değersiz görülmek onu sinirlendirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Selanik
Romance"Selanik benim çocukluğumdur Selanik benim şehit düşmüş babamdır Selanik benim vatanımdır" Balkan Savaşları sonrasında Selanik'te başlayıp İzmir'e uzanan bir öykü. Halit İkbal ve Andreas Akis'in, Smyrna ve Kral These'nin, iki şairin bitmek bilmeye...