-1-

38 7 23
                                    


    Evet brolarım, kısa bir ilk bölümle -kesinlikle artacak ehuehu- karşınızdayım. Daha doğrusu ben çekileyim, siz okuyun. İyi okumalar! 


Sürükleyerek götürdüğüm alışveriş sepetinin içine gözüme güzel gelen tüm atıştırmalıkları, sabah-öğlen-akşam yemeklerinde ana öğün olarak verilen yemekleri, içecekleri atıyordum. Tuz diyerek attığım bebek pudrasından bahsetmiyorum bile, böyle bir açlık görülmedi; onu oraya hangi kafayla attığımı bilmiyordum.


 Alışveriş sepetini sürüklemeyi bırakıp içindeki bebek pudrasını elime aldım ve uzun süre bakışmaya başladık; o bana, ben ona. Tuz olarak kullanmasam da en azından bizim Mine'ye verip o iğrenç, cırtlak sesli bebeğine kullansın diye bebek pudrasını geri alışveriş sepetinin içindeki yerine bıraktım. Alışveriş sepeti sanki korsanların en gizli yerlerde tuttuğu hazine gibi dolup taşıyordu; çok küçük bir fark vardı sadece aralarında. Birisi altınlarla, değerli ve nadir bulunan taşlarla dolup taşarken benimkisi yemeklerle ve içeceklerle dolup taşıyordu, tabii bir de araya kaynayan bebek pudrası.


 Kasanın hemen yanına alışveriş sepetimi sürükledim, sırada kimsenin olmamayışı beni fazlasıyla rahatlatmıştı; malum burada birisine sabırsızlığımdan zarar vermek istemem. İsterim.


  Tüm yemekleri, tüm içecekleri ve tuz olarak koyduğum bebek pudrasını hızlıca kasanın yanındaki yere koydum; kasiyer benden de sabırsızmış ve gelen her müşteriye küfür eder gibi bakarak bir tuşa bastı, yemekler ve içecekler kasanın yanına giderken aklımda çok saçma ama aslında bana göre fazlasıyla mantıklı olan bir soru canlandı.


 'Bu kadar küçücük bir yerde sürüklenip zaman kaybı yapacağımıza neden aldığımız şeyleri direkt kasiyere vermiyoruz?' 

 Kasiyerin bana söylediği götüme sokarcasına giren, normalde olsa hemen kaçacağım fiyatla -200- savaşım durmuş ve ona bakmıştım, yüzüme tatlı olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim. "Tabii ki de, bir saniye; cüzdanımı çıkaracağım, siz o zamana kadar diğerlerini benim sırama alabilirsiniz." dedim ve pembe elbiseyle uyuşacağını düşündüğüm beyaz, düğmelerinin altın sarısı olduğu sade kol çantasını açtım; içindeki cüzdanı hızlıca çıkarıp içerisine baktım ama paranın istediğim kadar olmadığını görünce kaşlarımı kaldırdım masumca ve gözlerimin dolmasını sağladım, mahcup duruma düşer gibi kafamı hemen arkamda olan otuz beş yaşlarında olduğunu düşündüğüm adamın ödemesinden sonra adama para üstü veren kasiyere çevirdim, kasiyer de ona bakmamla zaten hemen bana bakmıştı.


 "Benim param yeterli değil... Acaba siz kabul ederseniz ben hemen eve gidip gelsem, yalvarırım!"  Gözlerim daha da doluyordu, yanaklarımın yandığını hissediyorum. Kasiyer bana 'hayır' dercesine bakarken onun konuşmasına izin vermedim ve konuşmaya devam ettim. "Beni hep görüyorsunuz, hep buradan alışveriş yapıyorum. Seninle sohbet etmişliğim var, hiç ödeme yapmadığımı ve kaçtığımı gördün mü? Lütfen, hemen eve gidip geleyim..."  Ödeme yapan adama çaktırmadan baktım, o da sanki kasiyerin yüzüne tükürecekmiş; ondan iğrenir gibi bakıyordu. Bu bakışları daha fazla kaldıramayan ama içinden çok daha farklı şeyler geçen kasiyer bana hiç memnun olmayan bir suratla baktı.


 "Pekala, hemen gidip gelin. Eğer getirmezseniz hemen savcılığa başvuracağız." Daha fazla konuşsa da onu dinlemedim, sadece kimse fark etmeden torbayı; aldığım yemekler, içecekler ve bir bebek pudrasıyla doldurdum. 


 Kasiyere bakarak doldurduğum torbayı elime aldım. "Çocuklarım çok aç, çok susuz; eve arkadaşları gelmiş, onları mahcup duruma düşürmek istemiyorum." dedim ve gözlerim daha çok dolmaya başladı, önümü göremeyecek kadar. "Kocam öldü, biliyorsunuz... Arkadaşlarının bizi bu halde görüp 'babaları öldüğünden bak, ne haldeler... yazık!' diye düşünmelerini istemiyorum. N'olur, izin verin!" 


 Kasiyer iyice başkalarının iğneleyici bakışlarına maruz kalınca aslında hiç demek istemediği şeyleri ikinci kez söylemek zorunda kaldı. "Tamam, pekala ama hemen buraya gelip ödeme yapın." Sinirden ellerindeki damarların çıktığını, çenesinin kasıldığını görüyordum ama bu beni hiç ilgilendirmiyordu.


 Torba elimdeyken ona olan minnettarlığımla sayısız kez ona "Teşekkürler." dedim ve büyük marketten çıktım. Kahkaha atarken elimdeki torbayı da açıp içinden çikolatalı kek çıkardım ve hızlıca paketi açıp yemeye başladım yolda topuklu ayakkabılarımın sesi yankılanırken. Elbisemin açılması umurumda değildi, zaten bu ben değildim. 


 Çantadan hızlıca cüzdanı çıkarıp elime aldım ve içinden bin lirayı alıp elbisenin yan ceplerine doldurdum. Cepler dolup taşarken geriye kalan iki yüz elli beş lirayı da südyenime hızlıca sokmuştum, başka yer yoktu; ne yapabilirim ki? 


 Gireceğim sokağın hemen yanındaki çöpün içine beyaz çantayı fırlattım ve sokağa girdim kahkaha atarak. "Ben bu işi çok sevmeye başladım." Sokağın en sonundaki arabanın camından kendi yüzüme baktım ve yüzüme yerleştirdiğim sırıtmayla "İyi ki yaşlanmıyorum." dedim ve kendime gelmek için yüzümü elimle kapar gibi yaptım, biraz yüzüm okşadıktan sonra elimi geri çektim. Aynadaki 'gerçek' beni görünce gelen bir rahatlamayla etrafta kamera var mı diye baktım, tedbirimizi de alıyoruz tabii ki. O kadar da manyak değilim diye düşünüyorum. 


 Kameranın olmadığını anlayınca sırıtışım daha da büyüdü ve bir anda başka yerde belirdim, kendi isteğimle ve aslında olmam gereken yerde.



Umarım bölümü beğenmişsinizdir brolarım, en yakın zamanda ikinci bölümle karşınızda olacağım! Görüşürüz!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 20, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

OmniasomniumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin