davetsiz misafir'

2.1K 216 174
                                    


Yorgunluk, insanın kemiklerini sızlatana kadar görmezden geldiği bir histir. Ya da boş verdiği. Umursamadığı... Bir o kadar da alışkın olduğu.

Zamanın ne kadar hızlı geçişini anlamadığımız gibi hayatın bizi nerelere sürüklediğini de sonradan fark ederiz. Acı veren, mutlu eden veya insanı heyecanlandıran ne varsa olup bitiyor ve izleyici olduğumuz yaşamımızda her şey kendiliğinden gelişirken, bu gelişmelerin doğurduğu sonuçlar ağır olsa bile taşımak zorunda kalan bizler oluyoruz. Tüm bunlar dönüp de size 'Beni yaşamak ister misin?' diye sormuyor, biz de ona cevap veremiyoruz.

İnsan, camın önüne konulmuş bir saksının içindeki çiçekler gibi oluyor aslında. Her gün aynı sokağın sabahını izlerken, günün belirli saatlerinde gelip ekmek parasını kazanan simitçi amcayı ya da her gün aynı heyecanla sevdiği çocuğu görmek için okuluna koşan kız çocuğunu ezberlemiş oluşunu birden hayatının bir parçası yapıyor. Manzarasını tek düze yaşam sanıyor.

Onu hep öyle görmeyi seçiyor, değişmeyecekmiş gibi kafasına kazıyor. Fakat gün, yerini geceye nasıl bırakıyorsa başlangıçlar da mutlaka bir son'la bitiyor. Bunu biliyoruz bir yandan, yalnızca kabul etmemeyi seçiyoruz Tıpkı o çiçek gibi biliriz aslında içten içe; O amca bir gün yorulup işi bırakacak, ve o kız çocuğunun okulu elbet bitecektir.

Jimin kapıldığı aşk rüzgarında hiçbir sorunun gelip onu bulacağını düşünmemişti. Küçük yüreği rutin mutluluğuna kavuşmuş, Yoongi ile el ele verip gök kuşağına ulaşabilecek bir çocuksu heyecana sahip olmuştu. Zorluklar onlara denk gelmeyecek, gülerken kaybolan gözleri yaşlarla mutluluk dışında buluşmayacak sanıyordu. Sorumluluk ağırdı, Jimin ise bu sorumluluklarını tek başına taşıyamayacak kadar bağlıydı Yoongi'ye. Her şeyi onunla atlatmak zorunda kalacak, yorulduğunda elini tutmasını isteyecekti.

Yapmıştı, atlatmıştı. Kafasında belirlediği yolun izinden gitmiş, birkaç kere düşüp dizlerini kanatmış ve pes etmeye çok yaklaşmıştı. Bu pes etme isteğinin hemen ardından ise elini uzatmış onu bekleyen Yoongi'nin sırtına atlayıp bitirmişti bu parkuru.

Aradan geçen günler, atlattığı sınavlar ve zor bela bitirdiği senaryosuyla bölüm hocasının kapısının önünde dikiliyordu. Minik elleri kapkalın bir text'i sarmış, heyecanından terleyen avuç içleri hikayenin kapağını nem içinde bırakmıştı.

Bütün bölüm arkadaşlarının projeleri teslim edilmişti haftanın başında. Fakat o hala kapının önünde dikiliyor ve yazısından emin olup olmadığını kafasında sorgulayıp duruyordu. Tam 38 dakikadır...

"Yaptın Jimin, güzel yaptın... Yaptın Jimin, oldu işte." diyerek kendi kendine fısıldayıp kapı önünde bir sağ tarafa bir sol tarafa yürüyüp duruyordu.

Kapağın üstünde yazılı olan " Serendipity " ve altındaki imzasıyla beraber duran 'Park Jimin'  yazısına bakarken derin bir nefes alarak siyah-beyaz çizgili tişörtünü aşağı doğru çekiştirip düzeltmiş, göğsünü kendinden emin bir şekilde kabartmış ve elini yumruk yaparak hiç düşünmeden kapıya vurmuştu. Tam 39.dakikanın sonlarına doğruydu bu.

Ve kapıyı çaldığı ilk saniye bile, pişmandı... Hazır değildi ki, neden tıklatmıştı kapıyı?  Vücudunda onu ele geçiren korku, kendisine ve yazısına olan şüphesi, geciktirmiş olmasının verdiği buruklukla baş başa kaldı o saniye kapının önünde. Yükselen korku hissine gözlerini yumarak küçük bir 'Sakin ol' fısıldadıktan sonra koluyla alnındaki teri sildi ve kapıyı açtı. Bay Chan, tam karşısındaki siyah deri koltuğunda oturuyordu ve bilgisayarıyla ilgileniyordu. Jimin'in içeri girdiğini gördüğünde hiç bozmadığı bir ciddiyetle ona bakıp "Gel bakalım, Park" demişti.

write us •yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin