Gerçeğin Sillesinde Bir Oyun

266 30 45
                                    

Koşuyorlardı, iki kişi; bir sarışın genç ortada koşan iki arkadaşının omuzlarına kollarını dolamış; beyaz, isli gömleği kan kırmızısına boyanmış, hem terleyip hem de üşümekteydi. Gecenin pek zifiri yanıydı bu saatler.

"Dayan Mehmet! Ha gayret kardeşim!" alaybaşıydı, omzunun altından ona seslenen; alnındaki ter saçlarını sırılsıklam etmiş, sağ kolu yaralı lâkin aman vermez. Mehmet, kuvvacı olduğundan beri tehlikeli görevlerin as adamı olmuştu lâkin yarası hayli derindi bu sefer. Bir omzunun altında Mustafa, diğerinde Alaybaşı Hoseok, sarı saçları arasında bunalıyor, nefesi daralıyordu dar sokakların arasında.

Şifâhane görülmüştü sonunda, büyük bir gürültüyle açıldı kapılar. Nefes nefese kalmış Mustafa ve Hoseok etrafa bakınıp hiçbir şey görememişlerdi. Alaybaşı dört düğmesi kopmuş, kir pas içindeki gömleği tenine her değdiğinde kolunda bir sızı yaratırken can havliyle çağırmaya başlamıştı:
"Hekim! Hekim yok mu!?"
Biraz kestirmeyi aklına koymuş bahtsız hekim bu haykırışları duyunca hayret içerisinde derhal kalkıp, hızla odasından çıktı.
"Hekim yok mu?!"

Jungkook apar topar gelmişti, beyaz önlüğünü giymeye vakti olmamıştı. Dehşet içerisinde bağıran beşeri bulduydu sonunda, kendi de anlam vermeye çalışadursun, hali vakti yerinde olmayan Sarı Mehmet'i de görmüş bulunmuştu. Derhal müdahale etmek üzere yaklaşıyordu ki, kir ve pas içerisinde az önce haykıran adam önünde bitiverdi.

"Derhal hekim çağır!" yüzünde; korkutucu ve tehditkâr bir ifade vardı bu adamın. Kendinden az kısaydı, anlaşılan onun da kolunda yarası vardı ki, koluna eli gidip duruyordu.
"Buranın hekimi benim!" dedi. Diğeri daha da hiddetlenen sesiyle cevap vermişti ona. "O vakit izleme de bir şeyler yap!"

Dediği gibi de oldu, genç hekim bir çırpıda sıyrıldığı gibi temiz şifahane yataklarından birini işaret ederek, alet edevatları hazırlıyordu. "Buraya, hemen! Çok kan kaybediyor..." hengamenin içersinde sağa sola bakıp, kolunu yüzünde ekşi bir ifadeyle tutan adamın terli suratına karşı konuşuyordu şimdi. "Siz de yaralanmışsınız, belli ki bu bir çatışma, derhal hükümet askeri çağırmam, bunu bildirmem gerek." bir yandan ağzında kelime-i tevhid geveleyerek son nefesini vermeye hazır Mehmet'e tampon müdahalesi yapılıyordu ki, bir silah çekilme sesi geldi kolu yaralı adamdan. Namlunun ucu hafifçe kalktı hekime doğru. "Hükümet askerleri bizzat bu işten habersiz olacaklar." hekim etkilenmiş ya da korkmuş gözükmüyordu fakat namlunun ucu onu tedirgin etmişti fazlasıyla.

"Kuva-yi Milliye Alaybaşı Hoseok." dedikten sonra kaşlarını çattı fevrice. "Sizi rehin alıyorum. Ve arkadaşımı derhal sıhhatine kavuşturacaksınız." ardından sol yanında duran uzun elemana, namlunun ucunu indirmeden talimatını verdi.
"Derhal çatışma sonucunu diğer birliklere bildirin, hastaneyi de çemberlesinler. İstanbul'a dönmek şart oldu. Paşamıza malumatı yarın ulaştırırız Allah'ın izniyle."

Namlunun ucundan tutarak: "Sizin karşınızda bir hekim duruyor, bir düşman değil!" diyerek atıldı Jungkook.
"Paşa eğer bir hekime silah kaldırdığınızı duysaydı kim bilir size nasıl bir ceza verirdi." suratı ciddi, korkusuz ve fevriydi.

"Barbarlığın luzmü yok! Burada silah çekemezsiniz!" yeniden yaralıya döndüğünde ikisi de hala aynı ciddiyetle olsalar da, Hoseok'un gözü bir anlığına Mehmet'e gitti. Yüzünün gözünün rengi gitmişti.

"Hoseok." dedi, elini uzatarak.
"Yavrum- yavruma iyi bak. O hür bir vatanda yaşasın diye şehâdete ulaştığımı bilsin. Z-zevcem, sakın ağlayıp kahırlanmasın. Bana öldü demesinler."

Hoseok namluyu bir kenara atıp, dostuna yaklaştı, gözleri hafiften yaşarıyordu, hekim telaş içerisindeydi ama yapabileceği bir şey yok gibiydi. "Merak eyleme, kardeşim. Çok güzel günler göreceğiz." Mehmet'in beyaz yüzündeki son ifade huzur dolu bir gülümseme idi ve son cümlesi de şehadeti olmuştu.

INDEPENDENCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin