o n e

2.8K 144 45
                                    

Gangnam'ın hareketli sokaklarında, aceleci adımlarıma bir yenisini daha ekliyordum. Havaların gitgide soğuyor oluşu sanki insanların pek umrunda değilmiş gibi, sokakları asla boş bırakmıyorlardı. Tüm etkisiyle insanların yüzüne çarpan kuvvetli rüzgâr, yoldaki bazı çiftlerin; birbirlerine iyice sokulmasına olanak sağlıyordu tabii. Belki de kışın ortasındaki hırçın rüzgârları özel kılan şey, kendi içlerinde eğri büğrü olmaktan kurtulup, iki ruhun doğurduğu sevgiyle özgürleşmeleriydi.

Gökyüzüne değin uzanan binaların ön yüzünde sallanan ve rüzgârla birlikte dalgalanan afişler, boş vaatler veren dershanelerin reklamlarıyla doluydu. Gangnam caddesinin üzerindeki çeşitli -barların(?)- mekanların reklamları ise, bu afişleri daima dalgalanmaya ve aşındığı yerden öylece süzülmeye mahkûm bırakıyordu âdeta.

En nihayetinde, aceleci adımlarım meydandaki hastanenin giriş zeminiyle temas ettiğinde bitkin bir nefesi rüzgarın öylece esip kuruttuğu dudaklarımın arasından havaya karışmak üzere serbest bıraktım. Asistanlıkta ilk günümdü ve ben geç kalmıştım. Alışık olmadığım bir saatte kalkmak tüm dengemi altüst etmiş, suçu ev arkadaşıma yıkarak söylene söylene evden çıkmayı da ihmal etmemiştim.
Hastanenin yoğun kokusu burnuma hücum ederken içime çekmek dışında başka bir çarem olmadığından, bu kokuyu büyük bir nefesle karşılamıştım. Şaşırtmayan gürültülü sesi tüm duvarlardan seke seke kulaklarıma erişen uzun girişte adımlamayı sürdürdüm ve koridorun sonunda çoktan etrafla tanışmaya başlayan asistan arkadaşlarımın yanına ulaştım.

Aralarından kısa, gözlüklü olanı rastgele bakışları sonucu benimle karşılaştığında elindeki telefonu hızlıca cebine atarak, "Sonunda gelebildin," dedi. "Asistan kadrosu tamamlanana kadar her şey yasaklandı."
Çatık kaşlarım ortama olabildiğinden daha da gergin bir hava katarken; ortaya kızıl saçlı uzun, elindeki dosyaları umursamazca bankoya atan bir kadın çıktı. Bana attığı bakışlar, az önce gözlerinin altında boncuk boncuk ter biriken kısa çocuk gibi samimiyet dolu olmak yerine - tek yanlışım geç gelmek olduğundan öfkenin tüm tonlarını barındırıyordu sanki. O kızgın gözlerde aradığım her şeyi bulabilirmişim gibi geliyordu.

"Bu kadar sorumsuz olman akıl alacak gibi değil," dedi. Gözlerini abartılı şekilde devirerek, kaşlarını havaya kaldırdı ve diğer asistanların her birinde ezici bakışlarını dolaştırdıktan sonra bana geri döndü:
"size bilinmedik bir üniversitenin zararları olur demiştim, buyrun; örneği!"

Geç kalışımı okuduğum üniversiteye bağlıyor oluşuna mı, yoksa her hareketinin oldukça yapmacık geliyor olmasına mı tepki versem, bilememiştim. Çünkü daha tanışalı birkaç dakika oluyordu ve hiç kimseye önyargılı yaklaşmayacağım konusunda en yakın arkadaşım Chaeyoung'a tonla söz vermiştim.

Omzuna dökülen saçlarını nefaset olmaya yeminli şekilde geriye atarken bu kadının dilediğini söylemesini ve herkesin karşısında kurban edasıyla ellerini bağlamasına anlam veremiyordum. Arkasını dönüp sallana sallana yürümeye başladığında, az önceki kısa boylu ve gözlüklü olan oğlan bana doğru başını mahçupça eğdi, aralanan dudaklarıyla doğru kelimeleri bir araya getirmek istercesine önce derin nefes aldı.
"Gelmeden önce arkandan biraz hakkında fikir yürütmüştük," dedi. "Yanlış anlama lütfen." diye de ekledi. Kalkan kaşlarım eşliğinde alayla kafamı sallarken onun bu denli gergin olması beni huzursuz ediyordu. Sonuçta şu an hepimiz aynı seviyede duruyor ve aynı ünvanı taşıyorduk, buradakilere bile kendini ezdiriyor olması can sıkıcı bir durumdu.
Bir elimi geniş omzuna hafifçe koyup bana bakmasını sağlarken bakışlarımız buluştuğunda elimi çektim ve kıvırdığım dudaklarım eşliğinde ona minik bir tebessüm hediye ettim.

"Biraz daha sakin olabileceğine inancım sonsuz," dedim. Dudakları kıvrılırken onunla alay ettiğimi anlamışcasına kafa salladı. Sanki kimsenin duymaması gereken bir sır veriyormuş gibi yüzüne doğru yaklaştım: "yüzümü kara çıkartma!"

"Birilerinin asistan olduğunu hatırlayıp aramıza teşrif etmesi ne büyük şeref!" arkamızdan yükselen tok ses, saniyeler içerisinde verdiği mesajla her birimizi bir ip misali dizmişti. Kızıl saçlı kadın, uzmanların yanında yer alıp hepimize üstten üstten bakarken - özellikle bana onun asistan olduğunu düşündüğüm için uzmanların yanında olması garibime gitmişti. Kafamı diğerleri gibi önüme eğmek yerine dik tutmaya ve bana ok misali saplanan ezici bakışlara aldırmadan onları donuk bakışlarımla misafir etmeye karar vermiştim. Az önceki sesin sahibi, bir elini önlüğünün cebine yerleştirmiş şekilde dik dik bana bakıyordu. Bakışlarımı ondan çekmek yerine baştan aşağı süzmeye kararlıydım.
Önlüğünün içine giydiği siyah gömleğinin kollarını, önlüğün uzun kollarıyla beraber dirseklerine kadar kıvırmış ve altına her ne kadar yasak olsa bile dizlerinde ufak yırtıklar olan siyah bir pantolonla tamamlamıştı. Koyu tonlardaki saçları dağınık şekilde tel tel alnına serpilmişti.

"Judia, yanımızda yer edinebilmek için henüz çok yolun var. Yerine geç." aralarında yaşça en büyük olduğunu düşündüğüm uzman, az önce bizimle gıcık bir şekilde kontak kuran o kızıl cadıyı ip diziminin en sonuna yollarken, kahkahalarla gülmemek için dudaklarımı dişlemiştim.
Aralarından birisi ortaya çıkarak, elindeki dosyaları teker teker bizlere dağıttı. Anladığım kadarıyla bu, bize soracakları ilk vakaydı. Derin bir nefes eşliğinde kapağı açarken, bildiğim semptomlar olması adına tanrıyla aramda dua yoluyla güzel bağlar kurmaya çalışıyordum.

Belirtilen şeylere göz atmayı sürdürürken, az önce Judia'yı öylece yerine yollayan doktor, yüksek tonda olmaya özen göstererek boğazını temizledi.
"Bu size verdiğimiz ilk görev. Hastalığın ne olduğunu bulmak için beş dakikanız var." dedi. Diğerlerinden ses çıkmazken, benim için daha yakın tarihlerde önüme çıkan bu hastalığı bilmemek aptallık olurdu. Dosyamın kapağını ses çıkarmaya özen göstererek kapattım.
"Kronik apandisit," dedim kendimden oldukça emin bir tavırla. O sırada bir dosya sesi daha duyuldu. "Reflü!" dedi. Onun olduğunu anlamamız için oldukça bağırarak konuşmuştu Judia.

Açıklamak adına, karşımdaki uzmanlardan izin alırcasına bakarken; benden gözlerini ayırmamaya yeminli olan yırtık pantolonlu doktor izin verircesine kafasını salladı.
"Sağ kasıkta ağrı duyuyor. Ağrı genellikle aşırı güç harcama, ağır ya da bağırsaklara dokunabilecek bir yemek, rahatsız edici uzun bir yolculuk ya da inatçı kabızlık gibi durumlardan sonra görülür. Ağrıya bulantı, öğürme, bazen kusma, iştahsızlık, genel kırıklık ve kabızlık eşlik edebilir. Eğer iltihap yakın organlara da yayılmışsa ateş hafifçe yükselebilir." dedim. Asistanların gözleri şaşkınlıkla açılırken, karşımdaki tablo hayranlıkla ve kıskançlıkla doluydu sanki. Dosyamı tam yanımızda duran bankoya bırakmak için adımladığım sıralarda olduğumuz koridorda yalnızca benim topuk seslerim yankılanıyordu.
"Hastanın belirtileri tam olarak bu yönde ve bu da, apandistin iltihabına çıkıyor. Reflü dediğimiz hastalık, mide yanmasıyla baş gösterir; sağ kasık ağrısıyla değil."

Belki bankoya gitme sebebim, az önce beni okuduğum üniversite ile yargılayan Judia'yı net bir şekilde görmek istememden kaynaklanıyordu. Ona doğru yavaş yavaş, tadını çıkartmak istercesine adımladım. Sıktığı dosya sebebiyle parmakları boğum boğum olmuş ve yanakları kızarmıştı. Elimdeki dosyayı, göğsüne sıkıca yasladığı dosyasının üstüne bastırarak serbest bıraktım ve gülümsedim.

"Bilinmedik üniversitenin yararları, unutamayacağın bir örneği olsun."

***

Merhabalar! İlk bölümü yayınlamış olayım. Umarım beğenir ve desteklerinizi eksik etmezsiniz. Güzel akşamlar!

Sevgi ve saygı ile! 💖

youniverse | taennie 🍁Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin