Gözlerime çarpan güneş ışınları uyanmamı sağlamıştı. Bu evde yapmayı sevdiğim tek şey uyumaktı onu bile yapamıyordum. İnatla tekrar uyumaya çalışıyordum ama nafileydi. Bir kez uyanmıştım ve geri uyumam imkansızdı. Lanet okuyarak yataktan doğruldum. Hala çok uykum vardı. Gözlerimi ovuştururken "Günaydın" sesi irkilmeme sebep olmuştu. Sesin sahibi Till'di. Yatağın karşısındaki koltukta oturuyordu. Belli belirsiz 'Günaydın' dedikten sonra yataktan kalktım ve banyoya doğru ilerledim.
Banyoda işimi bitirdiğimde tekrar odaya girdim. Till oturduğu yerden kalkmıştı ve pencerenin önüne geçip dışarı bakıyordu. Odaya girdiğimde gözleri tekrar benimle buluştu.
"Kahvaltıya inelim" dediğinde sadece başımı salladım. Yanıma ulaştığında kolunu belime doladı ve beni dışarıya doğru yönlendirdi.
Aşağı indiğimizde Till masanın başındaki sandalyeye oturmuştu ve benim de hemen yanındaki sandalyeye oturmamı sağlamıştı. Till gerçekten beyin felci geçirmeme sebep olabilirdi. Daha dün beni öldüreceğinden emindim ama o ise cezamın bitmesine karar vermişti. Gerçekten tuhaftı. Acaba dün ona tam olarak istediğini verdiğim için miydi? Tam olarak istediği şey gerçekten o olamazdı. Fazlasını istiyordu yani istemeliydi çünkü o Till Lindemann'dı.
"Yemeğini ye!"
Till'in emir veren sesi beni kendime getirmişti. Karşımdaki pencereden dışarıyı izlerken düşüncelerimde boğulmuş olmalıydım. Sesini duyar duymaz ağzıma bir zeytin attım. Peynir ve yumurtayı tabağımın bir kenarında düzgünce toparladığımda Till bana garip garip bakıyordu.
"Şimdi de yemeğinle mi oynuyorsun?"
"H-hayır! Ben s-sadece yemediklerimi ayırdım." dedim. Bakışları çok ürkütmüştü. Yemeğini yemeyen bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Bunun için babasından azar işitmiş bir kız çocuğu.
"Zorla mı yedirmeliyim?" diye sorduğunda istemsizce kaşlarımı çatmıştım. "Yiyemiyorum" diye söylendiğimde derin bir nefes aldıktan sonra çayından bir yudum aldı. Onun dışında başka bir söz etmemişti. Sessizce kahvaltı etmiştik. Masadan ilk kalkan ben olmuştum.
Odada yaptığım tek şey oturmak, dışarıyı seyretmek ve uyumaktı. Sıkıntıdan günde defalarca duş alıyordum. Ve bir kaç kez de Till'e sevişmiştim tabi ki.
Evi keşfetmeye karar vermiştim. Ev gerçekten devasaydı ama kendi odam, salon ve Till'in odası dışında bir yere girmemiştim. Böylesine büyük bir ev içinde çok fazla gizem barındırabilir diye düşünüyordum ya da sadece delirmiştim.
Benim olduğum kat dışında bir üst kat daha vardı. İlk önce oraya çıkmaya karar verdim.
Kata çıktığımda sadece üç kapı vardı. Yavaşça ilk kapıya yöneldiğimde bir banyo olduğunu gördüm. Ne gizemli bir banyoydu(!) Diğer oda da misafir odası olmalıydı. Odada hiç bir kişilik belirtisi yoktu. Tüm umudumu üçüncü odaya yönlendirmek zorunda kalmıştım. Odanın kapısını açtığımda oda 'eski' kokuyordu ve bu huzur vericiydi. Bir çalışma odası olduğunu gördüm. Boydan boya kitaplar, bir çalışma masası, pikap ve plaklar koleksiyonu vardı. Muhtemelen Till'e aitti ama böylesine ince zevklere sahip olması şaşırtmıştı.
Kitapları incelemeye başladığımda bir çok dilde kitap gördüm. İspanyolca, Fransızca, İngilizce ve Almanca vardı. Bu kısa süreli bir şok geçirmeme sebep olmuştu. Beklemiyordum.
Kitapları incelemem bittiğinde çalışma masasına yöneldim. Masaya bir karmaşa hakimdi ama düzenli bir karmaşaydı. Masanın üzerindeki kağıtları incelediğimde elbette ki bir şey anlamamıştım çünkü hepsi Almancaydı.
Kapı açılıp içeri Till girdiğinde, şok olmuş hatta beynimden kurşun yemiş ve felç olmuş gibiydim. Kalakalmıştım.
"Ne arıyorsun burada?" diye sorduğunda kesinlikle kalp krizi geçirmek üzereydim. Kendimi zorlamaya ve dürüstçe cevap vermeye karar verdim.
"Ş-şey ben biraz sıkılmıştım ve belki yani bilirsin-"
"Neyi?"
"Sıkılıp evi dolaşmak istemiştim sadece"
Bu son cümlemi tek nefeste söylemiştim. Yan yan sırıtmaya başlamıştı. "Pekala" dedi ve yanıma geldi. Elini omzuma koyduktan sonra "Sana evimi dolaştırmamı ister misin Engel?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım "Ve Ange" dediğimde tepkisi yine aynıydı. Umarsız bir şekilde omzunu silkmişti.
Kapıya doğru ilerlerken bir piyano gördüm. Daha önce farketmemiştim. Dayanamayıp "Çalıyor musun?" diye sorduğumda sadece başını sallamıştı. Gözlerim hevesle kocaman açılmıştı. Piyano çalmayı her zaman çok fazla istemiştim ama bunu hiç bir zaman başaramamıştım. Bu yüzden karşımdaki piyano kalbimin heyecandan hızlıca çarpmasına sebep olmuştu.
Tüm bu duygu yoğunluğuna rağmen ağzımdan sadece 'hmm' sesi çıkmıştı. Kapıdan çıkarken piyanoya yapışma arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Ama bunun üstesinden gelmeyi başarabilmiştim.
Alt katta sadece yatak odaları vardı. Buna benim ve Till'in odası da dahildi.
En altta kata indiğimizde haliyle koca bir salon vardı. Onun dışında spor salonu gibi bir şey vardı. Her türlü spor teçhizatı bulunuyordu. Till'in vücudunun sırrı ortaya çıkmıştı. Bunun dışında gençken profesyonel yüzücü olduğunu biliyordum. Spor aletlerinin bulunduğu odayı gezerken sadece bu odanın benim bütün dairem kadar olduğunu farketmiştim. Hayat gerçekten adil değildi.
Ağırlıkları gördüğümde tüm bunları bir insanın kaldırabileceği fikrine inanamıyordum. Ama arkamı dönüp Till'e baktığımda bir ayı kadar güçlü olduğu belliydi. Onun için bunların üstesinden gelmek zor olmasa gerek.