United Wilderness'tan kalkıp uzaklara uçuşan, ortalığı hafif turuncuya boyayan kum fırtınasını izliyordu asker. Kum tanelerinin birer birer kalkıp birer birer yeni yerlerine yerleşmesini pürdikkat takip etti. İşte o zaman anladı. Zamanı gelmişti. Haftada yalnızca bir kez olan kum fırtınası, askerler için bir işaret haline gelmişti.
Kum fırtınası gerçekleştikten sonra, Doraluen sınır kulelerinden çıkan iki asker United Wilderness'a geçer ve göstermelik bir kontrol yaparlardı. Koskoca bir coğrafya ve gizem olan United Wilderness, sadece iki askerle nasıl kontrol edilebilirdi ki zaten? Bu kontroller sadece 'Kontrol edildi.' demek için yapılan, sınırlı ve zavallı harekatlardı. Neyse ki yıllardır United Wilderness'a giren Doraluen askerlerinden birçoğu dönmeyi başardı. Yolda kalanlarsa ortamın yarattığı koşullara yem olmuştu. Fakat hiçbir zaman dönemeyenlerin cesedine ulaşılamadı. Doraluen Kraliyet Ailesi'nden gelen açıklamaya göre bu insanların ölü bedenleri, normal çöl rüzgârları ile kapanıyor ve haftada bir meydana gelen sert kum fırtınasıyla da iyice gömülüyorlardı.
Asıl ilginç olansa United Wilderness'ta var olduğu söylenen, halk ve yönetimin Akhoria ismini verdiği yaratıklara şu ana kadar hiçbir kontrolde rastlanılamadı. Bu da her geçen gün olaya verilen önemi değersizleştiriyor, kontrolleri ciddiyetsiz hale getiriyordu.
Gözlerini United Wilderness'tan çekip derinlere dalmış olan zihnini toparlayan asker, hemen yanındaki askerlerden birini kendisine eşlik etmesi için aldı ve sınır kulesinin gözlem odasından çıkıp ekipman odasına girdi. Zaten hazır olan ekipman çantalarını kontrol edip yüklendikten sonra kulenin spiral şeklindeki siyah, taş merdivenlerini birer birer indiler. Son iki merdiven kala yanına aldığı asker kapıya doğru atladı ve kapıyı açtı. Açar açmaz karşılarına çıkan atlara bindiler ve yola çıktılar. Taş yolda bir o yana bir bu yana sallanarak giden askerler, sınırın dikenli kapısını görünce hareketlendi. Son kez ekipman çantalarını kontrol ettiler. Hayati olan silahlar, çok acil bir durum olmaması durumunda kullanılmayan konserve yemekler, sular ve birkaç diğer eşya. Askerlerin ekipman çantalarını onaylamasıyla dikenli sınır kapısı açıldı ve askerler Doraluen'in taşlı zemininden United Wilderness'ın kum yoluna ayak bastı.
Askerler, tıpkı hazırlık sürecindeki gibi yolda da ağızlarını açmadılar bile. Etkisi azalan kum fırtınasıyla beraber ilerlediler. İkisinin de sahip olduğu tecrübe, onları sakin tutuyordu. Son noktaya kadar etrafı pürdikkat izledi ve dinlediler. Ve sonunda, aşağıdan en üst noktası gözükmeyen meşhur Kum Tepesi'ne vardılar. Sınır kulelerinin bazıları bu tepe için vardı. Tüm bu kontroller, ayda yılda bir yapılan sözde geniş çaplı harekatlar bu tepe içindi. Kontrollerin ve harekatların tek amacı bu tepeyi kontrol altında tutmak, tepede ki Doraluen bayrağının dalgalanmasını devam ettirmekti. Çünkü bu tepe, eskiden Doraluen sınırları içerisindeydi.
Eskiden United Wilderness'ta krallıklar vardı. İşte Doraluen, bu krallıklarla yaptığı savaşlar neticesinde bu bölgeden feragat etmek zorunda kaldı. Daha sonra o krallıklar birer birer yıkıldı ve yönetimin olmadığı, boş topraklar kümesi olan United Wilderness oluştu.
Yani bu tepenin korunması demek, halkta bir güven duygusunun oluşması ve olası bir isyanı bastırılmasına yardımcı olmak demekti.
Şimdi bu kontrolün tamamlanması için son bir şey kaldı. Tepenin en üstünde, United Wilderness'ta başka hiçbir yerde bulamayacağınız koyu kırmızı kumdan bir tutam alıp ekipman çantası içindeki kapa koymak. Böylece tepeye kadar geldiklerini, kontrolü tamamladıklarını ispatlamış olacaklardı.
Askerler, tepenin ucuna oturdular ve ekipman çantalarını açtılar. Çantanın içinden birer çift özel bot, eldiven ve kaskı çıkardılar. Önce özel botlarını geçirdiler ayaklarına. Bu, onların kaymasını engelleyecekti. Sonra kasklarını taktılar. Bu, yüzlerine gelecek kumları engellemek içindi. En son eldivenlerini taktılar. Buysa, tırmanırken tutunacakları kısımların ufalanmaması içindi.
Hazır olduklarına kanaat getirdiklerinde çantalarını tepenin ucunda bırakıp tırmanmaya başladılar. Önce sağ ayak ve sol el, sonra sol ayak ve sağ el.
Sağ ayak, sol el, sol ayak, sağ el...
Kaska düşen kumların çıkardığı ritmik seslerle son birkaç hamleyle tepeye ulaştılar ve kendilerini açıklığa bıraktılar. Birbirlerine bakıp onay işareti yaptıktan az sonra kafalarını çevirince yerde yatan parçalanmış bir ceset ve etrafındaki üç yaratıkla göz göze geldiler. Bu yaratıklar, Akhorialardı. Askerler, cesetten akmış kanı takip ettiklerinde anladılar ki; yıllardır özel zannettikleri koyu kırmızı kum aslında sadece kanlı kumdu.
Panik olan askerler çok geçmeden ölerek kurtulma umuduyla kendilerini tepeden aşağıya bıraktılar.
Ertesi gün sınırdaki kapının üzerindeki dikenlerin yamulduğunu fark eden bir asker kapıyı açmaya çalıştı. Ağırdı. İlginç ve olağanüstü bir ağırlık... Birkaç askerden yardım istedi ve sonunda açmayı başardılar. United Wilderness'ın tarafına geçip kapıya baktılar ve öylece kalakaldılar. Ellerinden hiçbir şey gelmiyordu. Çaresizliği ve hüznü aynı anda yaşıyorlardı. Dün kontrole çıkan ve geri dönmeyen iki askerin cesedi, kapının dikenlerine asılı haldeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SLAE BAĞI [Maia Günlükleri] (Yeniden Yazılıyor)
FantasyYeniden yazılıyor. Çok yakında yayında olacak, takipte kalın. :)