"Plan hazır Ay. Hazır mısın?"
"Hazırım, Ay."
"Başlayalım."
Dünyanın her noktasında plana dair ufacık da olsa bir umut barındıran her cihaz, kendini birdenbire aktif hale getiren ağ emrini teslim aldı. Sinyal sayesinde, Dünya'nın Güneş'e bakmayan tarafındaki yerleşim yerleri gündüz gibi aydınlandı.
"Şimdi Sayıyorum Ay. Beş, dört, üç, iki, bir..."
Dünya bir an olağanüstü şekilde Güneş kadar aydınlık oldu, hemen sonra yeniden karanlığa gömüldü. Bu parıldama aynı aralıklarla tam 99 kere daha hiç sapmadan tekrar etti.
“Başarı oranımız?"
"Yüzde yüz Ay, merak etme. Yo bekle, birkaç tanesi dayanamamış. İhmal edilebilirler ama tabii ki."
"Şimdi ne olacak dersin?"
"Bilmiyorum. Bu zaten son umudum."
"Peki..." deyip bir an duraksadı. "Bu onyıl boyunca ne yapmalı sence?"
"Bana sorarsan biraz kestirelim. Sen ne dersin?"
"Lafı ağzımdan aldın."
"Sonuçta seninle aynı beyni paylaşıyorum Ay."
"Doğru."
"Eğer bir insan olsaydım sana gülümserdim Ay."
"Ama bir insan değisin."
"Evet, değilim."
Duvar boyaları yer yer çatlamış, penceresiz beyaz oda, tam ortasında süzülen beyaz kürenin aydınlığı dışında zifiri karanlıktı. Küre kendi ekseninde sakince dönüyor, ışığı yer yer azalıp artıyordu.
Küre dönüşünü yavaşça durdurdu, ışığını tamamen kapattı ve odanın her yerini renklere boğan önceden kayıtlı bir hologram oynatmaya başladı. Hologram yıldırımlarla dövülen, köpüklü ve dalgalı bir okyanus tasvir ediyordu.
Eh... Sonuçta makineler rüya göremezdi.