● Yorumlarınız benim için çok değerli. Okuduktan sonra yorum bırakırsanız sevinirim. Oy verirseniz tadından yenmez zaten. :D ●
Cam kubbeli taşıt, Dünya yörüngesinde ilerleyerek gezegenin yarısını ilerledi, ardından atmosfere tekrar girip denizin ortasında dikilen Çınar'ın okul binasının çatısına indi. Çatıdaki giriş kapısının üstünde, büyük harflerle yanıp sönen bir yazı yazıyordu: SEALAND ÜNİVERSİTESİ.
Çınar Ay'la araçtan indi, araç kapanıp uzaklaşırken yazının altındaki giriş kapısından binaya girip asansöre yöneldi. 8. kata indi (Bu binada katlar çatıdan başlıyordu) ve laboratuvarlar arasındaki koridordan geçip kapısında Prof. Dr. John Demir yazan odaya girdi.
"Çınar Bey! Derslerime girmeyen Çınar Bey! Sizi burada görmek ne büyük şeref?"
"Hocam, bende sizi çok heyecanlandıracak bir şey var." diyerek hemen konuya girdi Çınar çarpık bir gülümsemeyle. En sevmediği dersin hocasıyla muhabbet edecek hali yoktu. Sadece şu buluştan biraz olsun faydalansa onun için yeterdi.
John Hoca, bir sebepten saçlarını tamamen kazıtmış, beyaz tenli genç bir adamdı. Bu kadar erken profesör olabildiğine göre çok zeki bir adam olmalıydı. Bunun gerçek olduğu davranışlarından da belliydi; zira Çınar'ın dediklerini duyunca siyah gözleri heyecanlanla dolmuştu.
"Hemen göster!"
Çınar sırıtarak çantasındaki -ısırılmamış olan- meyveyi çıkardı. John'un gözleri parıldadı.
"Yeni bir tür olduğunu mu düşünüyorsun?"
"Ay Ağ'da arattığında bir şey bulamadı."
John mutlulukla ayağa fırlayıp tezgahtaki neşteri kaptı. "Hemen inceleyelim! Umarım sadece meyveyi değil ağacın ya da ne çeşit bir bitkiyse onun kendisini de bulmuşsundur."
Çınar ağacın şeklini anlattı. Ama John Hoca ne kadar ısrar etse de yerini kendine saklamayı seçti.
* * *
Hologram laboratuvardan çıkıp yer yer karların yağdığı ve yer yer güneşlerin açtığı, ağaçlarınsa sık sık çiçek açtığı sahneler göstererek dünyayı dolaştı. Buzullar periyodik olarak eriyip tekrar dondu, topraklar sırayla yeşerip sarardı. Hologram denizde yüzen bir şehre dönüp yaklaştı, binalardan birinin penceresinden içeri girip insanlar ve Ay'ların yanından geçti. Camdan, aydınlık bir odanın içine geldiğinde, durdu.
Çınar yaşlanmış, Ay ise hiç değişmemişti. Belki birkaç çizik, o kadar. Ay'ın ışıkları ve ayakta elini kolunu oynatan Çınar'ın hareketlerine bakılırsa, kavga ediyorlardı.
"Sana daha önce de söyledim Çınar, artık serumu alma vaktin geldi!"
"Biliyorum Ay ama sen de şunu biliyorsun ki bunun geri dönüşü yok. Karar vermekteki başarımı sen de biliyorsun!"
"Senin öldüğünü görmek istemiyorum."
"İnsanların ölümsüz olmayı hak ettiğini düşünmüyorum ama."
"Hem sen ölürsen beni de eritirler."
Koltuğa oturup ciğerlerindeki tüm havayı dışarı üfledi. "Bu da karar almamı zorlaştıran şeylerden başka bir tanesi."
Sehpadaki çanakta duran kırmızı meyvelerden bir tane kapıp ısırdı. Çiğnerken gözleri bir an zevkle kısıldı, sonra hayata geri döndü.
"Çok fazla kızıltop yiyorsun Çınar."
"Bu sadece bir meyve, diyabetin tedavisi bulunalı ise yıllar oldu."
"İçinde bağımlılık yapan bir madde olduğunu düşünüyorum. Bilim adamları bulamamış olabilir ama kısa sürede tüm dünyaya bu kadar yayılması imkansız."
"Of Ay, kuruntu ediyorsun. Bağlantılar çağında yaşıyoruz, her şey bu kadar hızlı yayılıyor." Kızıltoptan ikinci ısırığını kopardı, gözleri aynı şekilde kısıldı. "Ayrıca bu kadar lezzetli bir meyveyi yemeyen akıldan şüphe ederim."
Ay, başka bir şey söylemeden ışığının parlaklığını azaltıp duvardaki dinlenme oyuğuna yerleşti...
Hologram yine binanın içinden çıkıp yılları saniyelere sığdırarak dünyayı dolaştı. Bu sefer yaklaştığı yer Çınar'ın bulduğu kızıltop ağacının bulunduğu ormandı.
Çınar saçları yeniden siyahlaşmış, kırışıklıkları tamamen gitmiş şekilde ormanın içinde yürüyordu. Ay, omzunun kenarında süzülerek onu takip ediyordu.
"Dalından koparıp yemeyeli bayağı olmuştu ha?"
"Belki bir yazılım mühendisi olsaydın, tadının neye benzediğini anlayabileceğim bir program yazabilirdin."
"Böyle bir programı hiç kimse yazamaz Ay, sen de biliyorsun." İyice devleşen ağacın yanına varmış ve bir meyve koparıp ısırmıştı bile. "Offf, dalından yeni kopmuşu gibisi yok." dedi ağzı dolu dolu.
"Ağzımın sulandığını farz et."
"Ediyorum Ay, merak etm-"
Gözlerinin feri yok olan Çınar, aniden yere yığıldı.
"Çınar?" dedi Ay endişeli bir sesle.
"Şaka mı yapıyorsun yoksa?" Yerde yatan Çınar'ın üstünde daireler çizerek uçuyordu.
Ay telaşlandı ama bu tür durumlar için otomatik bir programı vardı. Hemen acil numarayı aradı.
Telefonu açan Ay, hastanedeki tüm insanların da yere yığıldığını söylüyordu.
Tüm insanlar aynı anda yere yığılmıştı.