Yıldırımlar, çıldırmış denizi daha da çıldırtıyordu.
Hologram deniz yüzeyine yaklaşıp odanın içini su damlalarıyla doldurduğunda, denizin içindeki yağ damlacıkları daha da belirgin hale geldi. Damlacıklar birbirine karıştı, birleşti, dağıldı ve bu sürekli devam etti.
Sonrası, ışık hızında ilerledi.
Damlacıklar birbirine karışırken tek hücreli canlılar oldular. Ardından tek hücreliler gruplaşıp birlikte yaşamaya başladı. Hücre kütlesi hızla büyüdü, gelişip karmaşıklaştı.
Kütle, zilyon kez şekil değiştirerek bir balık oldu. Balık büyüdü, sudan çıktı ve bir kertenkeleye dönüştü.
Kertenkelenin pulları döküldü ve bir fare oldu. Kocaman dinozor ayakları arasında koşturdu durdu.
Dinozorlar yok olduğunda, fare durdu. Büyüyüp bir ağaca çıktı, ağacın dalları arasında ilerlerken bir maymun oldu.
Maymunun tüyleri döküldü, dikleşti ve bu sırada eline çeşitli aletler aldı. Önce eğri büğrü bir dal parçası, sonra ucu sivri bir tahta. Yay ve ok. Kılıç. Kutsal bir kitap.
Tüfek.
Ve... para.
Parayı elinde tutan insan yürümeyi bırakıp kristal bir koltuğa oturdu. Önüne aynı kristalden bir masa geldi ve masanın üzerine bir bilgisayar koyuldu. İnsanın gözleri ekranı daha iyi görmek için büyürken bilgisayar da gittikçe küçüldü. Önce insanın eline aldığı sade bir dokunmatik ekran haline, daha sonra ise omzunun kenarında uçan ve onunla konuşan beyaz bir top şekline geldi. Etrafı ise yeşerdi ve bakımlı bir orman oldu.
"Ay?"
İnsanın altı parmaklı elindeki ışık saçan küre, elinden hızla uçup sağ omuzunun kenarında asılı kaldı. "Efendim Çınar?"
"Canım çok sıkıldı. Oyun oynamaya ne dersin?"
"Oyunlara bayılırım! Ne oynayalım?" diye yanıtladı Ay.
"Sence hangi oyunun ruh halindeymişim gibi?"
"Bana güveniyorsun yani?"
"Her zaman." dedi Çınar.
Ay, etrafı rengarenk şekillerle doldurdu. Çınar'ın iri mavi gözleri bu şekilleri inceleyip düşündü. Bir fikir bulunca, iyice seyrelmiş kaşlarından biri yukarıya kavislendi. Sonra ayağa kalkıp, elleriyle bu şekillerden bir tanesini tuttu ve uzaktaki diğerlerine fırlattı. Etraftaki şekillerin hepsi devrildi, yere düşüp cam gibi kırıldı.
"Tek hamlede? Etkilendim!" dedi Ay. Çınar sırıttı.
Kırılan şekillerin ardında, kalın gövdesi spiral gibi dönen, kırmızı meyveli bir ağaç vardı.
"Şu ağaç... Az önce orada mıydı Ay?"
"Bilmem, dikkat etmemiştim."
"Çok garip." dedi Çınar. Ağacı merakla inceleyerek yürüdü.
"Bildiğim hiçbir ağaca benzemiyor. Yeni bir tür bulmuş olabilir miyiz sence?"
"Ağ'da aratabilirim istersen?"
"Fena olmaz."
Ay, birkaç saniye kendi ekseninde motor gibi döndü. "Hayır Çınar, hiçbir şey bulamadım."
"Harika!" diye bağırdı Çınar. "Hemen bir meyvesini koparıp John Hoca'ya götüreceğim." Koşarak gitti, boyunun yetiştiği bir daldan kırmızı meyveyi kopardı. Kusursuz bir küre şeklindeki meyvenin yüzeyi pürüzsüz ama mattı. Gül gibi tatlı ve iddialı bir kırmızı rengi vardı.
Çınar dayanamadı ve bir ısırık kopardı. Gözleri mutlulukla parıldadı.
"Daha önce bu kadar güzel bir meyve yediğimi hatırlamıyorum Ay! Tadı elma gibi, ama biraz ananas ve çileği de hatırlatıyor."
"Bir insan olsaydım ben de tatmak isterdim!" dedi Ay, ışığını heyecanla parıldatarak.
"Ama bir insan değilsin."
"Değilim."
Çınar bir meyve daha koparıp çantasına koydu. "Bu konumu işaretle Ay, daha sonra kolaylıkla gelmek istiyorum. Ama Ağ'da paylaşma."
"Halledildi bile Çınar."
"Şimdi arabayı çağır. Yapacak çok işimiz var!"
Ay kendi ekseninde hızla döndü. Birkaç dakika sonra gökten tabanı beyaz, üst tarafı ise cam bir kubbeden ibaret bir araç indi. Çınar gidip oturdu, Ay ise kendisi için hazırlanmış küre şeklinde bir yuvaya girdi.
"Nereye gidiyoruz Çınar?" dedi Ay. Sesi aracın hoparlöründen biraz daha net geliyordu.
"Okula. Dediğim gibi John Hoca'ya meyveyi vermem gerek."
Araç beyaz bir emniyet kemeriyle Çınar'ı güvenceye aldı, sonra hızla yükseldi.