1. Bölüm - Serenium

38 7 12
                                    

BİRİNCİ BÖLÜM – SERENİUM

Robert'ın ani bir şekilde kendini kucaklamasıyla kendini iri siyah atın üstünde bulan Lilian ağzından kaçan çığlığa engel olamadı. Hızlı bir manevrayla atın üstüne atlayıp arkasına yerleşen adam eğilip atın dizginlerini sertçe çekerek hızla yola koyuldu. Lilian çok şaşkındı. Arkasındaki adam ona fazla yakındı, bedeninden gelen erkeksi kokuyu ve üstündeki derinin kokusunu alabiliyordu. Rahatsız hissederek biraz daha öne kaymaya çalıştı ama iri eller belinden çekerek iyice kendine yasladı. "Doğru dur, düşmek istemezsin." Atın daha da hızlanmasıyla sakince yerinde durmaya çalıştı. Asgard dışındaki bir erkeğin ona bu kadar yakın olmasına alışık değildi. Asgard'ı hatırlarken kalbinde oluşan sızı nefesini kesmeye yetiyordu.

Robert, irili ufaklı kulübelerin içinden geçerek biraz daha büyük iki katlı bir evin önünde atını durdurdu. Sarışın adam heybetli vücudundan beklenmeyen bir çeviklikle atından indi. Lilian'ı sorgusuzca belinden tutup atından indirdi. "Burası da neresi?" Robert kaşlarını kaldırarak kadının saf mı salak mı olduğunu anlamaya çalıştı. "Köyümüz, neresi olsun isterdin?" Lilian sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Yaşamak için insanlara ihtiyacı olduğu gerçeği bir kez daha içini sıkıntıyla doldururken bu sürgün yüzünden kaderine lanet etti. "Peki, benim burada ne işim var?" Robert kaşlarını kaldırarak kadının salak değil de saf olduğu sonucuna vardı. "Seni Jake gibi adamların önüne atmamı mı isterdin?" Adamı hatırlayınca tüyleri diken diken olan Lilian "Onu demek istemedim" derken sesinin titremesine engel olamadı. "Buranın beyi babam, sana kalacak bir yer ve bir görev verecektir. Ona durumu anlatana kadar burada bekle."

Lilian'a saatler geçmiş gibi gelen bir süre sonunda Robert kapıdan eliyle onu içeri çağırmış, babasına takdim etmişti. "Baba işte bu Lilian" diyen Robert bir şeyi unutmuş gibi ona bakmış, "Soyadın neydi?" diye sormuştu. Lilian umutsuzlukla başını sallayıp fısıltıyla "Hatırlamıyorum" demişti. İçinden düştüğü duruma önce gülmek, sonra da acınacak haline ağlamak geliyordu. Her zaman en gurur duyduğu şey soyadı olmuşken ne soyadını ne de asıl ismini söyleyebiliyordu. Sanki diline mühür vurulmuştu. Robert elleriyle ensesini kaşıyıp sıkıntıyla derin bir nefes verdi. "Evet, soyadını da hatırlamıyor baba." Sarı saçları omuzlarına dökülen adam bakır kupadaki birasından kocaman bir yudum alıp uzun sakallarını kaşıyarak Lilian'a baktı. Bakışları "Seninle ne yapacağız?" der gibiydi. En sonunda " İsmini hatırlayıp da soyadını hatırlamaması oldukça tuhaf bir durum evlat. Onu Marta'nın kulübesine götür, hem Marta da baya yaşlandı. Bir süre Marta'ya ve köyün çocuklarına bakar. Sonrasını sonra düşünürüz" dedi. Yalnız o kadar yüksek sesle söylemişti ki Lilian korkudan yaprak gibi titredi. Lilian'ı dürten Robert dudaklarını oynatarak 'Teşekkür et' dedi. Lilian geç de olsa anlayarak hafifçe eğilip "Teşekkür ederim" dedi.

Ufacık da olsa birisinin önünde eğilmek öylesine zoruna gitmişti ki dişlerini kıracak kadar sıkıp hızlıca doğrulmuş ve kendisini bekleyen yeni kaderine doğru sarsak adımlarla ilerlemişti.

GÜNÜMÜZ

Lilian çocukları köye götürüp evlerine gittiklerinden emin olduktan sonra Marta'nın kulübesine doğru ilerledi. Bu tek katlı ahşap kulube tek göz odadan ve ufak bir oturma alanından ibaretti. Lilian geldiğinden beri rahat bir yatak yüzü görmemiş, içine samanların doldurulduğu yer yatağında yatmaya çalışıyordu. Diğer evler daha bakımlı, kulübe denilemeyecek kadar büyüktü.

Yaşlı Marta hiç evlenmemişti. Yaşını kendisi de köydekiler de bilmiyordu. Bahçesi evine göre daha bakımlıydı. Hatta köydeki en güzel bahçe de denilebilirdi. Ebegümeci, begonvil, güller, leylaklar, yaseminler ve çeşit çeşit şifalı otlarla doluydu. Hepsi belirli bir hizayla sıralanmıştı. Lilian evin içine girmemek için gece geç saatlere kadar bahçede oturur, çiçeklerin temiz kokusunu derince solurdu.

3 Ay geçmişti. Sürgününden bu yana 3 koca ay... Oysa onun diyarında zaman daha farklı işliyordu ve tahminlerine göre orada henüz 1 saat bile dolmamıştı. Ne yapacağını kestiremiyordu. Burada sıkışmıştı. En azından Marta ona soru sormuyordu. Aklındaki düşüncelerle Marta'nın hazırladığı tavşan yahnisini yedi ve kendini tekrar bahçeye attı. Üzerinde Marta'nın verdiği çiçekli bir elbise vardı. Zayıf bedenine bol gelen bu elbisenin içinde oldukça rahattı. Diğer elbiseler de çiçekliydi ve boldu. Hepi topu 3 tane elbisesi vardı. Vudunu sarmıyor ve bedeninin kıvrımlarını gözler önüne sermiyordu. Yine de güzelliği çoktan köydekiler arasında yayılmıştı ve bu Lilian'ı korkutuyordu.

Robert arada bir geliyor, bir şeyler hatırlayıp hatırlamadığını soruyor, ardından geldiği gibi gidiyordu. Akşam karanlığı çökmüş, gökyüzündeki dolunay ve yıldızlar önünü aydınlatmıştı. Sadece bir kez görmek istemişti, lanet olası yıldızları bir kez görmek istemişti. Gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatırken hatıraları yeniden onu geçmişe, Serenum'a sürükledi.

*SERENİUM*

Serenium, güneşin çocuklarının ülkesi... Turuncu ve kızılın hakim olduğu kurak topraklardaki yemyeşil ağaçlarla, büyük kaktüslerle dolu vahanın içindeki 7 kuleli sarayda iki varis yürüyordu. Serenium tahtının ikiz varisleri Asgard ve Astera sarayın surları içinde kalan kraliyet vahasına gidiyorlardı. Yılın bu zamanları vahanın en güzel zamanlarıydı. Bu sene serinlik erken gelmişti.

"Lütfen Asgard, sadece bir kez gidip görelim. Geçiş kapısı bugün açılıyor. Lütfen..." Asgard 'hayır' dedikçe Astera ısrar ediyordu. Güneşin bu geçiş zamanlarında oluşan serinlikle huzur bulan insanlar vahanın etrafında koşturuyor, aileleriyle zaman geçiriyordu. Yılın bu zamanları kraliyet kapıları açar ve 1 hafta süren şenlikler başlardı. Astera ve Asgard'ın en sevdiği zamanlardı.

"Astera, daha fazla ısrar etme. Gitmiyoruz güzelim, orası bize göre değil. Astera'nın gözlerinde turuncu parıltılar dans etmeye başlarken öfkesine hakim olamadığı zamanlarda olduğu gibi etrafta hafif bir rüzgar esmeye başladı. Asgard kardeşinin kolunu tutarak sakinleşmesi için fısıldarken kısa bir an da olsa öfkesinin esiri olan Astera gözlerini kırpıştırarak gözlerindeki alevleri dağıttı. Zümrüt yeşili gözlerini Asgard'ın onunkinden daha koyu olan orman yeşili gözlerine dikti.

"Özür dilerim, ben bir anda ne olduğunu bilmiyorum" derken yorgun düşen bedeni ikizinin kollarına yığıldı. "Ben biliyorum ama söyleyemem kardeşim. Beni affet!" Asgard'ın gözleri dolmuştu. Kardeşi ait olduğu yeri istiyordu, benliği ve ruhu oraya aitti. Onu vahanın kendilerine özel kısmında bulunan hamağa yatırarak sessizce Güneş tanrısı Solis'e dua etti. Sessiz ve içten duasının kabul olması tek dileğiydi. 

ASTRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin