Uzun bir zamandır yoktum. Çok uzun zamandır. Yazamadığımı fark ettim. Sonra yazsam da hep bu hikayeye yoğunlaştığımı. O zaman anladım ki bu hikaye kafamın içinde öyle bir işlenmiş ki ne yazarsam yazayım hep buna dönüyorum. Biliyorum, başladım ve devam ettirmedim. Çünkü bu benimle alakalıydı. Ama artık buradayım ve bu kez bırakmak istemiyorum. Hayatta hiçbir konuda kesin konuşmadım, çünkü insanın önüne hayat neler getirir kestiremiyorum. Kısacası bugün varız, yarın yokuz. Bu nedenle söz vermiyorum. Ama bu hikayeyi bitirmekte de kararlıyım. Umarım benimle bu yola çıkarsınız. Yorumlarınızı bekliyorum. İyi okumalar. :)
ARALIK 2022 / TÜRKİYE - İZMİR
"Bin defa dünyaya gelmek mümkün olsa
Her defasında sen, her defasında sen."
Şiir kitabını elleri titreyerek kapadı Öykü. Şiiri yarım bırakmıştı. Okuyamayacaktı. Bu nasıl bir sevmekti? Bu nasıl bir aşktı? Genç kadın asla anlamıyordu. Daha doğrusu anlayamıyordu. Furuğ Ferruhzad. İranlı kadın şairin kitabını elinden bıraktı. Onun tüylerini diken diken eden bu şiir 1955 yılında yazılmıştı. Yıllar yıllar önce...
Aşk neydi? Öykü bu soruya asla bir cevap bulamıyordu. Zamana yetişmeye çalışan ancak hep bir yerlere geç kalan birisiydi o. Hayata hep geç kalıyor asla yetişemiyordu. Elindeki kahve fincanını krem rengi sehpasının üstüne bıraktı.
Akrep burcu olan Öykü kendine inanamıyordu. Akrep burcunun hiçbir özelliğini taşımadığını düşünerek annesini bu konuda sorguya dahi çekmişti. Deli saçması değil miydi? Böyle bir konu yüzünden ailesini sorguya çekmesi tam bir delilikti. Çünkü o şaka yapmıyordu. Bu konuda ailesini ciddi ciddi sorguluyordu. Evlatlık olabilir miydi? Doğum tarihi neden yanlıştı? Tüm bu sorularla yıllarca ailesinin başını şişirip durmuş ve onlarda her seferinde kahkahalarla gülerek ikiz kardeşi Özgür'ü göstermişlerdi. "Bak kardeşin tam bir akrep burcu erkeği. Bak kardeşin senin kopyan." Gibi gibi laflarla Öykü'yü oyalamışlardı. Öykü de biliyordu. İkizi gerçekten de ona çok benziyordu ama içinde bir duygu vardı. Bir eksiklik... Sanki bu beden ona emanetti ve Öykü bir başka bedene aitti. En azından ruhu... Hiçbir zaman bu bedene karşı aidiyet duygusu olmamıştı. Ne bu aileye, ne bu hayata, ne de bu bedene...
İçini çekerek terastaki odasının balkonunda yağmurun sesini dinledi. Hava kasvetliydi ama Öykü için en güzel havalar bunlardı. Düşünceleri oradan oraya savruluyordu. İçini çekerek gözlerini kapattı ve rüyasını düşündü. Sürekli gördüğü bir rüyaydı bu ve sonu hep aynıydı. Asla ona seslenen adamı göremiyordu. Rüyasını hatırladı.
"Duvarları sarmaşıklarla dolu olan bir labirentte ilerliyordu. Etraf griydi. Gri olması dikkatini çektiği için başını gökyüzüne kaldırdı. Gökyüzünde iki tane ay vardı. Birisi gri, birisi bembeyaz ışık saçıyordu. Tuhaf bir sessizlik vardı. Sadece kendi nefes alışverişi etrafta duyuluyordu. Neredeydi? Zihni ona nasıl oyunlar oynuyordu? Adımlarını istemsizce hızlandırarak sağa yöneldi, sonra tekrar sağa, sonra tekrar sağa, hep sağa... Nedenini bilmiyordu ama sağ tarafta yer alan bembeyaz ayın ışığına doğru ilerlemek istiyordu. Orada onu bekleyen bir şey vardı.
"Astera." Fısıltı içini titretti. Astera mı? O da kimdi? Sesin geldiği koridora girdi. Yol boylu boyunca uzanıyor, sarmaşıklar ayaklarının altına varıyordu. Her yer yemyeşildi. İlerlemeye başladı. Yine sessizlik bozuldu. Bir karga sesi gelmeye başladı uzaklardan... Sanki uğursuz bir felaketi haber veriyordu. Bu sonuca nereden vardığını bilmiyordu Öykü. Yolun sonunda bir parıltı vardı. Bir ışık... İyice yaklaştığında parıldayan şeyin aslında bir ayna olduğunu gördü. Aynaya baktı. Karşısında gördüğü bedenle ürkerek bir adım geriye sıçradı. Gece karası saçları simsiyah bir şekilde beline iniyordu. İnce vücudunu saran krem rengi geceliği hayatında ilk defa görüyordu. Genç kadını en çok şaşırtan şey ise gözleriydi. Bir gözü maviydi, safir mavisi... Diğer gözü ise yeşildi, zümrüt yeşili... Gördüğü yüz hatları ona ait değildi ama aslında oydu. Bu beden onundu, onun ruhuna aitti. Emindi. Karganın gaklayan sesi giderek yakınlaşırken hemen arkasından yine aynı sesi duydu. Bu kez gürdü. "Astera." Aynı anda yüzlerce karga bir anda ortaya çıkıp etrafında uçuşurken gökyüzünden tuhaf bir ses duyuldu. Başını kaldırarak yukarı baktı. Gri ve bembeyaz olan aylar iç içe geçmişti. Sanki sarılıyorlardı. "Astera, bana dön." Duyduğu ses ile tam arkasını dönmek üzereyken bir karganın önüne geçip saldırmıştı."
Rüya hep aynıydı ve sonunu asla göremiyordu. Ona seslenen o sesten kaçmak istiyordu. Ruhu bu sesi tanıyor ve ondan kaçıyordu. Bilinçaltında korkudan ölüyordu. Astera kimdi? Nasıl bir hayal gücü vardı? Zihnine sanki bir mühür vurulmuştu. Sorular ne kadar zihnini kemirirse kemirsin cevaplar hep uzaktı. Astera... O kahrolası kadın kimdi?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASTRA
Ciencia Ficciónİnsanların en büyük hatası bir tane evrene sahip olduklarını düşünmeleriydi. Gerçekten de öyle miydi?